Barışın 'Davud sapanı' hangisi? (Yıldız Çelik)

İsrail, 2006-Lübnan Savaşı’nda Hizbullah’ın attığı Grad ve benzeri füzeleri durdurma ve imha etmede başarısız olunca, yeni savunma sistemi arayışına geçti. İsrail, ABD merkezli bir savunma şirketiyle birlikte bir savunma sistemi geliştirdi. Kısa menzilli roket ve havan mermilerini havada imha edebilen ‘Demir Kubbe’, orta menzilli füze ve roketleri imha etmek için de ‘Davud Sapanı’ adı verdikleri füze savunma sistemlerini geliştirerek, çölde test ettiler. ‘Davud Sapanı’ 2015 yılında İsrail’in sınırlarını korumaya başlayacak. Peki ‘Davud Sapanı’ ismi nereden geliyor? İsrail’in savunma sistemine verdiği ‘Davud Sapanı’ isminin tarihteki önemi neydi? Bu soruların cevabını, Tevrat’ta I.Samuel 17’de anlatılan öykü veriyor sanırım. Öyküde iki rakip ordu, İsrail ve Filistililer savaşıyorlar. Filistilerin güçlü savaşçısı, boyu altı arşın- yaklaşık üç metre – olan dev Golyat’tı. Golyat İsrailoğlullarına: ‘Kendiniz için bir adam seçin yanıma insin. Eğer benimle cenk edebilir ve beni vurursa, o zaman size kul oluruz fakat eğer ben onu yener ve onu vurursam, o zaman siz bize kul olursunuz ve bize kulluk edersiniz… Bugün bu İsrail dizilerine meydan okuyorum bana bir adam verin de karşı karşıya cenkleşelim’ der… Dev Golyat’ın karşısına genç çoban Davud, basit bir sapan ve beş çakıl taşıyla çıkar: ‘Sen kılıçla mızrakla ve kargı ile üzerime geliyorsun, fakat ben meydan okuduğun İsrail dizilerinin Allah’ı, orduların Rabbinin ismiyle senin üzerine geliyorum. Bugün Rab seni benim elime verecek… İsrail’de Allah olduğunu bütün dünya bilecek ve bütün bu cemaat bilecek ki, Rab kılıçla mızrakla kurtarmaz çünkü cenk Rabbindir’ der ve Golyat’ı sapanla attığı taşla yener…

Savunma sistemindeki ‘Davud Sapan’nının amacını karşılamasa da, Türkiye’de çocuk saflığı ile yaşanmış beni çok etkileyen, yardımseverlik hikayesi, anlatmadan geçemeyeceğim. Şimdilerde Bursa’da serbest avukatlık yapan Necati Yentürk, ‘Davud Sapanı’ ile ilgili 1988 yılına uzanan yaşanmış bir hikayesini şöyle anlatıyor: ‘Öğretmenlik yaptığım yıllardı. Televizyonlarda Filistin direnişiyle ilgili haberler sıkça yayınlanıyordu. Bugün de aynı uygulama var mı, bilmiyorum ama o zamanlar ilkokullarda ilk dersin, ilk on dakikası “Güncel Olaylar”a ayrılıyordu. Çocukların çevrelerinde gelişen olaylara ilgilerini çekmeyi, bulundukları ortamdaki gelişmelerden haberdar olmalarını sağlamayı amaçlayan bu derste, çocuklar tanık oldukları, duydukları olayları anlatırlar, bazıları üzerinde de yorumlar yapılırdı. Çalıştığım okul iki derslikli iki öğretmenli bir okuldu. Birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları ben okutuyordum. Dördünce ve beşinci sınıfları da diğer arkadaş… O gün çocukların hemen hepsi güncel olayları anlatırken, akşam televizyon haberlerinde izledikleri bir olaydan söz ediyorlardı. İsrail askerleri kendilerine sapanla taş atan bir Filistinli çocuğu yakalamış ve kolunu bir kayanın üstüne koyarak taşla kırmıştı. Söz alan çocuklar yapılan vahşeti kendi cümleleri ile kınıyorlardı. Üçüncü sınıflardan Eylem adlı bir öğrenci de söz aldı ve üzüntüsünü dile getirdikten sonra, sapanını Filistinli çocuklara göndermek istediğini söyledi. Diğer öğrenciler de kendi sapanlarını göndermek istediğini söyleyince “tamam o zaman” dedim…”Yarın herkes birer çatal ve lastik getirsin iş bilgisi dersinde sapanlarınızı yapın hepsini Filistinli çocuklara gönderelim”. Çocukların, ikinci gün derste yaptıkları sapanları, PTT ile dönemin Filistin Büyükelçisi ve Filistin Kurtuluş Örgütü Ankara Temsilcisi Sayın Abu Firaz’a gönderirler. Kolinin içine de sapanlarla çocukların topluca çektirdiği bir fotoğrafı ve Eylem’in el yazısı ile yazıp imzaladığı mektubu koyarlar. Mektupta Eylem “Sevgili Abu Firaz amca, her akşam televizyonda Filistinli çocukların, İsrailli askerler tarafından dövülmesini, kollarının kırılmasını ve acımasızca öldürülmesini izliyoruz. Tabii her çocuk gibi ben de üzülüyorum. Babama bu olayların nedenini sorduğumda şimdi İsrail devletinin bulunduğu toprakların asıl sahibinin Filistinliler olduğunu ve Filistinli çocukların da büyükleriyle birlikte topraklarını kurtarmak için savaştığını söyledi. Gördüğümüz kadarıyla, işgalci İsrailliler’in tanklarına, makinalı tüfeklerine karşı Filistinli kardeşlerimiz taşlarla savaşıyorlar. İçinde bulunduğunuz duruma üzülen diğer arkadaşlarımla birlikte Filistin’deki kardeşlerimize nasıl yardımcı olabileceğimizi düşündük. Sonunda kuş sapanlarımızı göndermeye karar verdik. Bu mektubu ve sapanları Filistin'de vatanlarını kurtarmak için kahramanca dövüşen yaşıtlarımıza iletirseniz seviniriz. Sizlere haklı kavganızda başarılar diler, selamlarımızı sunarız.” Birkaç gün sonra hemen tüm gazetelerde haber olarak çocukların sapanlarıyla çektirdikleri toplu fotoğraf ve Eylem’in mektubu yayınlanır. Bu olaydan bir hafta kadar sonra da Çankırı’nın Ilgaz İlçesi’nin Kuyupınar Köyü İlkokulu 3. sınıfında okuyan Eylem’e, içinde Filistin direnişini simgeleyen kalemler, rozetler, ve Arafat’ın meşhur poşusunun da olduğu hediye paketi ile bir mektup gelir. Elçiliğin antetli kağıdına yazılmış ‘Abu Firaz’ imzalı 21.4.1988 tarihli mektup “Sevgili Eylem, Filistinli kardeşlerine iletilmek üzere gönderdiğin mektubu ve arkadaşlarınla beraber yapmış olduğunuz sapanları aldım. Siz, sevgili Türk çocuklarının beni derinden duygulandıran samimi, içten ve bizler için çok büyük anlam taşıyan bu davranışlarınız için, sana ve diğer arkadaşlarına pek çok teşekkür ediyorum. Göndermiş olduğun ve benim, halkım ve bütün Filistinli çocuklar için büyük bir destek kaynağı olan mektubun ve çabalarınızın ürünü olan sapanlarınız Filistinli çocuklarımıza gönderilecektir. Sana ve bütün diğer arkadaşlarına en içten sevgilerimi yollar, vatanımızın bağımsızlığı yolunda vermekte olduğumuz mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğimizi ve zaferin er geç bizlerin olacağı yolundaki inancımızın tam olduğunu belirtirim. En içten sevgilerimle. Büyükelçi Abu Firas F.K.Ö. (Filistin Kurtuluş Örgütü) Temsilcisi. Sana ve kardeşlerine Filistinli kardeşlerinden ufak bazı armağanlar da gönderiyorum.” Daha sonra Necati Yentürk, Türk çocuklarının, Filistinli çocuklarla olan bu dayanışmanın, o yıl Tunus’ta toplanan sürgündeki Filistin Parlemantosu’nun açılışında dönemin Filistin Ulusal Yönetim Devlet Başkanı Yaser Arafat tarafından yapılan konuşmada da dile getirildiğini ve sapanların Filistin Direniş Müzesi’ne konulduğunu öğrenir.

Bu dayanışmanın üzerinden 25 yıl geçti ve dayanışmanın fikir babası ‘Eylem Yentürk’ ise artık bir hekim ve Türkiye Komünist Partisi Bursa İl Örgütü'nde görevli. Filistin halkıyla dayanışma günümüzde de devam ediyor. Mavi Marmara gemisi, İnsani Yardım Vakfının organizasyonu ile Gazze’ ye yardım malzemeleri götürmek üzere 31 Mayıs 2010’da yola çıktı. Yetişkinlerin önayak olduğu ve İsrail’in insanlık dışı kanlı baskınına konu olan bu dayanışma sizce nasıl bir dayanışma idi, diye Doktor Eylem’e sorduğumda: ‘Bu dayanışmadan öte, Amerikancı uygulamaları ve İsrail çıkarlarına hizmetleri olan AKP'nin kendi yandaşlarını bile isteye ölüme gönderdiği bir yolculuktu. Bakın, İsrail hükümetinin eski güvenlik danışmanı ve İbrani Üniversitesi’nde “Suriye uzmanı” olarak görev yapan Moşe Maoz, Los Angeles Times’a geçenlerde yaptığı açıklamada, İsrail’in Beşar Esad’ın düşüşüne yönelik girişimleri hızlandırmaya karar verdiğini ve Mavi Marmara saldırısının ABD ve Türkiye ile birlikte koordine edilmiş olabileceğini işaret etmişti. Bugün Suriye'de olup bitenlere bakıldığında bu iddia kendini fazlasıyla doğruluyor. Gerçek Filistin dayanışmasından söz edeceksek bu Deniz Gezmiş'lerin Filistin kamplarında yaptıkları gibi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Yahudi liderlerinden Ilan Halevi'nin yaptıkları gibi, ya da 12 Eylül faşizmi yıllarında bir avuç yüreği insanlıktan yana atan Anadolu köy çocuğunun yaptığı gibi olur. Antiemperyalist ve antikapitalist olmayan hiçbir dayanışmanın Ortadoğu halklarına bir yararı olamaz’ diyor.

Gezi Parkı direnişi sırasında elinde sapanla çekilen fotoğrafı ile çok konuşulan ve tutuklanan 53 yaşındaki ‘Emine Cansever’ yani ‘Sapanlı teyze’ savcılık soruşturmasında: ‘Polisin sıktığı gazdan korunmak için gaz maskesi taktım. Çocukların birinin elinde sapan görünce heves edip, hiç kimseyi hedef almadan taş atmaya çalıştım. Uyuşturucu çetelerine hedef olmamak için yüzümü kapattım’ diye ifade vermişti. Gezi Parkı direnişi sırasında fotoğrafını çektiğim bir sapan daha vardı. İstiklal Caddesinde direnişçilerle beraber yürürken elinde üzerinde, boynunda puşusu, elindeki sapanla taş atan birinin fotoğrafını bir genç havaya kaldırmış, fotoğrafı göstererek, kalabalığın arasında öylece duruyordu. Yanına yaklaştım ‘bu fotoğraftaki kişinin yaptığı ne anlama geliyor’ diye sordum. Cevap alamadım, birkaç kere tekrarladım, ama gene de cevap alamadım. Böyle bir fotoğraf görebilir miyim diye, internetten araştırdım. Radikal Gazetesinin internet sayfasında, 6 Temmuz 2007/Azra Tüzünoğlu’ nun yapmış olduğu röportajı: ‘Geçen binealin neredeyse simgesi haline gelen ‘AB çarşaflı kadın’a imza atan Burak Delier, 10. İstanbul Bineali’ ne hayli politik bi işle, linç geçirmez, taş, sopa, cop ve yumruk darbelerinden etkilenmez Parkalinç adlı giysinin promosyon çalışmasıyla katılıyor. Delier, projesini sonuna kadar götürmeye kararlı’ diye başlıyordu. Delier’in kendinden görüş alabilmek için sanatçısı olduğu ‘Pilotgaleri’ aracılığıyla ulaşmaya çalıştımsa da, sonuç alamadım.

Barış hangi ‘Davud Sapanı’nın ucunda? Davud’un Dev Golyat’ a attığı sapanda mı? Orta menzilli füze ve roketleri imha etmek için, İsrail’in ‘Davud Sapanı’ mı? ‘Gezi direniş’indeki sapanlar mı? yoksa Dr. Eylem’in ‘Davud Sapanı’ mı?..