'Aydınlanma' Cephesi (Taylan Özbay)

Ne kadar zaman önceydi, hangi programdı, katılımcılar kimdi yazık ki hatırlamıyorum. Ama televizyonda seyrettiğim o tartışmada konuşmacılardan biri aşağı yukarı şuna yakın sözler sarf etmişti: ‘Bir şeyin farkına varalım. Amerika’ya bakın, Avrupa’da yükselen Müslümanlık karşıtı hareketlere bakan, bir din devleti olarak İsrail’in ortaya koyduğu manzaraya bakın, Ortadoğu’da Arap ülkelerinde hakim olan şeriat yönetimlerine bakın, İran’a bakın… Arkadaşlar, ‘Aydınlanma çağı’ son buldu, ‘Aydınlanma felsefesi’ öldü. Ortaçağ’a, yeniden dini yönetimlere, dinin siyaseti belirlediği ve dünyayı şekillendirdiği döneme dönüyoruz. Dünyanın bize anlattığı gerçek bu.’

Bana sorarsanız, içi boş konuşma ve konuşmacıların arz-ı endam eylediği onlarca tartışma programı içinde belki de yapılmış en önemli tespitti bu sözler. Dünya, ‘Aydınlanma’ya güle güle derken, ortaçağ anlayışına geri dönüyordu. Hem de göz göre göre…

Bizim konumuz elbette Türkiye olacak ama gelin önce ‘Aydınlanma’dan ne kastettiğimizi bir kez daha kısaca hatırlayalım. Sevgi İyi, ‘Aydınlanma’ sözcüğünü şöyle tanımlıyor: “‘Aydınlanma’ sözcüğü Batı düşünce tarihinde öncelikle 18. yüzyılı ve genel olarak bu yüzyılın düşünüş tarzını adlandırır. Öyle ki 18. yüzyılın düşünce tarzı ‘aydınlanma felsefesi’ diye nitelenir. Bunun temelinde ise 18. yüzyılda, insanı ve dünyayı Tanrı merkezli bir bakışla belirleyen Ortaçağ anlayışının yerini, bilimi ve felsefeyi insan dünyasında yeniden yol gösterici kılmak isteyen bir anlayışın almış olmasıdır. Böylece 18. yüzyıla özgü tarihselliğinde aydınlanma düşüncesi Macit Gökberk’in dile getirişiyle söylenirse, ‘insanın düşünme ve değerlemede dine ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup kendi aklı, kendi görgüleri ile hayatını aydınlatmağa girişmesidir.’ (Sevgi İyi, Cumhuriyet Döneminde Aydınlanma ve İnsan Felsefesi Çalışmaları)
İyi’nin atıfta bulunduğu ‘Felsefe Tarihi’ adlı dev eserin sahibi Macit Gökberk, 18. yüzyıl aydınlanmasının ana özelliği ise şöyle belirtir: ‘Laik bir dünya görüşünü kendisine tam bir bilinçle temel yapmak, bu laik görüşü hayatın her alanında tutarlı olarak gerçekleştirmeye çalışmak.’ (Gökberk, Felsefe Tarihi)
Gelin son olarak klasik bir tanıma, Kant’ın ‘Was ist Aufklaerung?’(Aydınlanma Nedir?) adlı makalesinde ortaya koyduğu ‘Aydınlanma’ tanımına değinmeden de geçmeyelim. Şöyle der Kant: ‘Aydınlanma Nedir? İnsanın sorumlusu olduğu küçüklüğünün dışına çıkmasıdır. Küçüklük başkasının yol göstericiliği olmadan anlığını kullanamama yetersizliğidir. Bu küçüklüğün sorumlusu insanın kendisidir, çünkü bundan yatan neden anlığın bir eksikliğinden gelmez, başkasının yol göstericiliği olmadan anlığını kullanabilme kararlılığının ve yürekliliğinin olmamasından gelir. Sapere aude! Kendi anlığını kullanma yürekliliğini göster. İşte aydınlanmanın formülü budur.’(Afşar Timuçin, Ali Timuçin, 50 Soruda Aydınlanma)

Aydınlanma kültürü, aklın egemenliği Avrupa’da uzun yıllara yayılan bir gelişme süreci gösterirken, Türkiye’de bir devrimle gerçekleştirildi. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinden başarıya ulaşan Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından girişilen devrimlerle egemenlik, Tanrı adına hüküm süren padişahtan alınarak halka, halkın özgür iradesine, özgür aklına verildi. Tebaa olmak son bulurken, vatandaşlık bilinci aşılandı. Kurtuluş Savaşı ile yalnızca Türk halkı değil o halkın ‘aklı’ da özgür ve egemen kılındı.
Cumhuriyet devriminin belki de en önemli özelliği ve en büyük kazancı budur. Cumhuriyet, bir Aydınlanma devrimidir. Ortaçağın din egemen yapısını yıkan Avrupa düşüncesinin geç olarak topraklarımıza ulaşmış versiyonudur.

Televizyondaki yorumcunun, yazının başında değindiğim sözleri, dünyada topyekun bir Ortaçağ’a dönüş süreci yaşandığı, Aydınlanma’nın öldüğü iddiası, Türkiye özelinde nasıl değerlendirilmelidir?

Cumhuriyet devrimi ve onun Aydınlanmacı idealleri bugün yaşamakta mıdır? Yoksa devrimcilerin olduğu yerde karşıdevrimciler de vardır tezi işlemiş hatta karşıdevrimciler galebe mi çalmıştır bu topraklarda?

Burada Demokrat Parti’den başlayan, Demirel’le, Erbakan’la Özal’la Erdoğan’la devam eden gerici süreci özetleyecek değilim son günlerde peş peşe gelen, ‘inanca dayalı hukuk sistemi isteği, türbanın topluma dayatılması, imamların sosyal yaşama müdahalesi, cemaat kültürünün bir örümcek ağı gibi yurdu sarmalaması, ders kitaplarında bilimin hurafelerle yer değiştirmesi’ örneklerini de uzun uzadıya sıralamayacağım. Çünkü bugünkü Türkiye’nin, o Aydınlanmacı Cumhuriyet olmadığı, aklın egemenliğini her şeyin üstünde tutan bir kültürün yerle bir edildiği, özgür düşünceli değil yönetilmeye-yönlendirilmeye razı kul zihniyetli vatandaşların ülkesi olduğu noktasında tartışmayı bile gereksiz sayarım.

Tıpkı dünyanın geri kalanı gibi, bugünkü Türkiye de ‘aydınlanma’ ile vedalaşmış, Ortaçağ’a dönmektedir. Ve dümende, ülkeyi bu yolculuğa sürükleyen anlayışın son ve en yetkin temsilcisi AKP iktidarı bulunmaktadır.

Güncel siyasi tartışmaların ötesinde bir an olsun göz önünden ayrılmaması gereken gerçek de budur. Çünkü o karanlığa gömüldüğünüzde artık ‘demokrasi’ de, ‘cumhuriyet’ de, ‘insan hakları’ da, ‘laiklik’ de, ‘eşitlik’ de hepsi ama hepsi anlamsız, boş laflar olarak kalacaktır. Dinin siyasete egemen olduğu bir ortamda bu egemenliği kullananların dilekleri dışındaki her şey anlamsız ve tehlikelidir çünkü.

İşte bu yüzden, eğer illa ki ikiye bölüneceksek, gelin önce topluma bu gerici zihniyeti dayatanları bir bir ortaya koyup, ardından bunlar karşısında, ülkenin tüm demokrat, Atatürkçü, solcu, sosyalist, komünist ve hatta liberalleri olarak bir araya gelelim.

Bugünün öncelikli meselesi, hiç olmadığı kadar ‘Aydınlanma’dır. Çünkü AKP iktidarında bir Türkiye’de ‘Aydınlanma’, hiç olmadığı kadar tehlike altındadır.

Gelin önce onu savunalım, bu tehlikeyi savuşturalım…
Ardından yine birbirimizi yeriz…

Düşüncelerimizi çarpıştırabilmek için, o düşüncelerin özgürlüğü, egemenliği uğrunda mücadele etmek zorundayız bugün…

Unutmayın…
Dümendeki AKP, son gaz yoluna devam etmekte…

Taylan ÖZBAY
Telgrafhane Yayın Yönetmeni