AKP’nin balyozu (Fırat Birkan)

Balyoz davasının sonuçlanmasıyla birlikte “Balyoz Planı Davası ve darbe” meselesi bir kez daha Türkiye’nin gündemine girmiş oldu. Bir kesim Balyoz Davası’nın bir demokrasi zaferi olduğunu iddia edebilecek kadar ileri giderken, bir başka kesim de “ordu millet elele” dövizleriyle Balyoz Davası’nın toplumsal avukatlığına soyunuyordu. Ve her iki kesimin içinde de kendini solda görenler yer bulmaya devam ediyor.

Peki tüm bu hengame içerisinde Balyoz sınıfsal bir analize tabi tutulabilir mi? Ya da soruyu şöyle sormak mümkün, Balyoz Davası’na, dava sürecine vs. her itiraz eden orducu, asker sevdalısı, Kemalist, ulusalcı mıdır? Liberaller ve İslamcılara soracak olursak kesinlikle öyle! Zira her iki kesim de kendilerinden olmayanları tek ve bütünmüş gibi göstermeye bayılıyorlar. Kendilerini solda görüp de kimsenin kendilerini solda kabul etmediği “AKP solu” için de üç aşağı beş yukarı aynı şeyler geçerli.

Peki, Balyoz Darbe Planı işçi sınıfı için, emekçiler için ne ifade etmeli? Böyle bir planın olduğu ve fakat bunun aslında bir seminer için “sunum” olarak hazırlandığını TSK’nın kendisi söylemişti. Burada çok önemli bir “detay” ise, Balyoz Darbe Planı’nın AKP’ye karşı hazırlandığı iddiasının gerçekçilikten uzak olması. Türkiye’deki askeri darbelere bakıldığında, emir-komuta zinciri dışındaki, daha çok askeri itaatsizlik biçiminde gerçekleşen 27 Mayıs’ın haricindeki tüm darbeler, emperyalizmin desteği ya da doğrudan müdahalesiyle, sola, sosyalizme, yükselen işçi hareketine ve toplumsal muhalefete karşı yapıldı.

Gene planın kendisine de bakıldığında görülen, halkın milli ve dini hassasiyetlerine oynayarak bir kaos yaratmaktır. Tıpkı 12 Mart ve 12 Eylül öncesinde dinci ve ülkücü grupların silahlandırılarak solcuların, emekçilerin, halkın üzerine salınması ve darbeden sonra bu saldırıların adeta “bıçak gibi” kesilmesi benzeri. İktidarda “milliyetçi ve muhafazakâr” bir parti varken bu plan ne kadar tutacaktı bu da tartışmalıdır. Ve ortada bir gerçek var ki, Türk burjuvazisinin ve devletinin, askerinin sola, toplumsal muhalefete olan düşmanlığı sağa büyük alanlar açsa ve bu sermaye sınıfı ve devlet içinde birtakım rahatsızlıklara (daha doğrusu hazımsızlıklara) sebep olsa da, AKP iktidara geldiğinde patronlar için bir can simidi gibiydi ve ondan vazgeçmesi mümkün olamazdı. İrili ufaklı, yerli yabancı patronların istemediği bir askeri darbeyi ise Amerikancı, NATO’cu, kapitalizmle barışık ve kendisi de şirketleşen (bkz. OYAK Holding) bir TSK’nın yapamayacağı, dahası yapmayacağı gün gibi ortada.

İşin diğer bir boyutu da dava sürecidir. AKP iktidarı kendi döneminde yükselen toplumsal muhalefeti sindirebilmek için darbelerin tarafı (mağduru değil!) olan solcuların ve Kürtlerin darbe ve ordu hassasiyetini iyi kullanmıştır. Bunun için kendisine “müttefik” bulmakta da zorlanmadı. Dava sürecinde yaşananları kabaca hatırlarsak savcıların davranışlarının Özel Yetkili Savcı terörü olarak adlandırılması, davaya saatler kala hâkimlerin görevden alınması, kanıt olarak sunulan belgelerin üzerinde oynamalar yapıldığı ya da kimi belgelerin 2003 yılında değil en erken 2007’de hazırlandığını söyleyen bilirkişi raporları, cep telefonlarına emniyette yapılan rehber yüklemeleri… Dahası büyük resme de bakarsak, siyasi iktidarın yargıya olan yasal ve anayasal müdahaleleri, HSYK’nın yapısının değiştirilmesi, TCK’nın yeniden yazılması, özel yetkili savcılar oluşturulması ya da devlet güvenlik mahkemelerinin (DGM) “özel yetkili mahkeme” adıyla devam etmeleri vb.

AKP Ergenekon ve Balyoz tehdidi ile bir taşla birden fazla kuş vurmayı başarmıştır. Hem olup olmadığı muallâk olan “darbe tehdidi”ni kullanarak kendisine karşı devlet içindeki engelleri düzleyebilmiş, hem de toplumda, özellikle batı illerinde Cumhuriyet Mitingleri ile doruğuna ulaşan AKP karşıtlığını “darbeci” suçlamasıyla sindirmiş, aynı süreçte sosyalist sol ve Kürt hareketi içerisinde de kafa karışıklığı yaratabilmiştir. Bu sayede Türkiye’nin liberal kapitalizme tam boy angaje edilmesi gerçekleştirilirken, topluma Osmanlıcı ve İslamcı ideolojiler enjekte edilmiş, iktidarını sağlamlaştıran AKP iktidarı kendisine karşı ve mevcut düzenle derdi olan Kürtler ve sosyalistleri devlet terörüyle yüz yüze bırakmıştır.

Sonuç ise ortadadır. AKP Ergenekon, Balyoz, KCK ve Devrimci karargah davalarıyla ve emrindeki polis aygıtını pervasızca kullanarak karanlık bir hava yaratmıştır. Kemalistler, Aleviler ve işçi sınıfının diğer eğitimli kesimlerini Ergenekoncu, darbeci olmakla, eşit yurttaşlık talep eden Kürtleri KCK’lı, “Zerdüşt” olmakla, sosyalistleri, komünistleri ise kimi zaman “Devrimci Karargah” üyesi, genel olarak da elitist, jakoben, tepeden inmeci, din düşmanı, parasız eğitim isteyen gençleri terörist, hakkını arayan işçileri kafir, açgözlü olmakla suçlamaktadır.

“Balyoz Darbe Planı Davası”na karşı çıkmak işte bu yüzden önemlidir. Balyoz Davası işkenceci, darbeci askerlerin ve onların işbirlikçisi sivillerin halka karşı işledikleri gerçek suçları örterken, “dava kardeşleri” ile birlikte AKP’nin toplumsal muhalefeti ezmek, sindirmek için kullandığı bir balyozdan başka bir şey değildir. Kapanışı Lenin’le yaparsak

“Eğer işçiler, hangi sınıfları etkiliyor olursa olsun, zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve işçiler bunlara karşı, başka herhangi bir açıdan değil de, sosyalist açıdan tepki göstermede eğitilmemişlerse, işçi sınıfı bilinci, gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler, öteki toplumsal sınıfların her birini, entelektüel, manevi ve siyasal yaşamlarının bütün belirtilerinde gözleyebilmek için somut ve her şeyden önce güncel siyasal olgular ve olaylardan yararlanmasını öğrenmezlerse eğer materyalist tahlil ve ölçütleri, nüfusun bütün sınıflarının, tabakalarının ve gruplarının yaşam ve eylemlerinin bütün yönlerine pratik olarak uygulamayı öğrenmezlerse, çalışan yığınların bilinci, gerçek bir sınıf bilinci olamaz. Kim, işçi sınıfının dikkatini, gözlemini ve bilincini, tamamıyla ya da hatta esas olarak işçi sınıfı üzerinde yoğunlaştırıyorsa, böylesi, sosyalist değildir çünkü, kendini iyi tanıyabilmesi için, işçi sınıfının, modern toplumun bütün sınıfları arasında karşılıklı ilişkiler konusunda tam bir bilgi, sadece teorik bilgisi değil, hatta daha doğru olarak ifade edelim teorik olmaktan çok, siyasal yaşam deneyimine dayanan pratik bilgisi olması gerekir.”*

[email protected]

* Viladimir İliç Lenin, Ne Yapmalı, sf 88-89