Adab-ı İslamiyeye Mugayir Bir Yazı (Uğur Kayrak)

Türkiye’ de dinci gericilikle mücadele ne demektir, devrimciler için ne anlama gelmektedir, işçi sınıfı mücadelesi için ne kadar önemsenmelidir? Bu soruların artık hiçbir anlamı kalmamıştır. Türkiye solu dinci gericilikle mücadele alanında, aydınlanma kavgasını “Kemalist paranoya” içine yerleştirerek sınıfta kalmıştır. Bu koşularda sınıfı geçmesi de mümkün değildir.

Tophane’de yaşananlardan sonra sol portalda bir çok değerlendirme yapıldı. Bıkkınlık vermiş olabilir. Ama yetmez. Söz konusu aydınlanma kavgasıysa ve bu bayrağı taşımaya bir türlü cesaret edemeyen “devrimciler” varsa bu topraklarda, acil sorunlara acil çözümler arayan devrimcilerimizin daha fazla cesarete ihtiyacı olduğu kanısındayım. Muhtaç olunan kuvvet ne damarlarda aktığı söylenen asil kanda aranmalıdır, ne de sınıfımızın hassas dini duygularına saygıda. Saygıda kusur etmemizin zamanı gelmiştir ve adab-ı islâmiyeye mugayir, muzur fikirlerimizden dolayı kimseye hesap sormak zorunda değiliz. Yeter ki bilimden uzaklaşmayalım.

En basit bilimsel ve toplumsal gerçeklerden başlayalım. Listeyi uzatmaya hiç gerek yok. Mesela bu dünya öküzün boynuzunda değil. Söylendiği gibi altı günde de yaratılmadı. Coğrafya kitaplarını açıp bakabilirsiniz. İnsanların Adem ile Havva’ dan geldiği tezi yıllar önce çürütüldü. Kadınlar da erkeklerin istedikleri gibi ekip sürebilecekleri bir tarla değil. Bu hakkı kendinde görenlerin Siirt’ de küçük Medine’nin bedeninde neler yapabildiklerini gördük. Yüzleşmeye cesareti olan varsa soL yazarı Fatih Yaşlı’nın “Diri diri gömülen kıza suçun neydi diye sorulduğunda…” isimli yazısını okuyabilir. Madımak oteli alevlere teslim olduğunda “İşte Allah’ın ateşi bu!” diye haykıranlarla, Medine’ nin küçük bedeninin üzerinden geçen kıblesi karalar aynı. Tophane’deki galeriye saldıran “hassas “ vatandaşlar da.

Yenide siyaset sahnesine geri dönelim. Bir tarafta inanç özgürlüğünü bayrak edinmiş, sermayeye beş vakit secde eden bir iktidar ve bu iktidarın yarattığı toplumsal yapı. Yanında bu topraklara kazandırdığı -ama sınıfsal karakteri yüzünden bir türlü içine sindiremediği- en büyük değer olan cumhuriyeti ve tarihsel kazanımlarının yok oluşuna alkış tutan sosyal demokrasimiz. Amerika’ya üstün hizmet madalyasını hak etmiş “Rehber kuran, hedef turan!” diyen eli kanlı, gözü kanlı bir o kadar da dinlerine bağlı faşistler. Gericiliği meşrulaştırmak için az uğraşmadılar, haklarını yemeyelim. Liberalleri söylemeye gerek bile duymuyorum. Bir de –söylemeye dilim varmıyor ama- Kürt sorunu söz konusu olduğunda gericiliğe her türlü primi veren Kürt ulusal hareketi. Ayrıştığı bir çok siyasal, ideolojik başlık var. Bir çok alanda birbirlerine düşman olabilir bu özneler. (Ortaklaştığı başka alanlar da olabilir, vardır da. Yazının konusu bu olmadığı için değinmek istemiyorum.) Ama söz konusu gericilik olduğunda Said-i Kürdi önermeleriyle veya Şeyh Said bayraktarlığıyla aynı taraftalar. Ayrıca gericilikle mücadele etmek zorunda da değiller. Dünyaya, Türkiye’ye, Kürdistan’a, buralarda yaşayan insanlara aynı pencereden bakmıyoruz. Gericikle mücadele devrimcilerin işidir.

Gelelim gericilikle mücadele edemeyen devrimcilere. Onlara kızmaya sonuna kadar hakkımız var. Çünkü dünyayı değiştirmeyi iddia eden insanlar, var olan tüm ilişkilere bu iddiayla yaklaşmak zorundadırlar. Aksi taktirde devrimciliklerini yitirirler. Burjuva devrimcileri bile toplumsal ilişkilere yaklaşımlarında tutarlıdırlar. Tabi ki yaslandığı sınıfın gözünden. Ama başka bir alemin peşinden koşan, yeni insanı yaratma görevini üstlenen sosyalistlerin meseleye inanç özgürlüğü kapsamında bakmasını anlamak mümkün değil. Dinin siyasal ve toplumsal alanda etkisini topyekûn ortadan kaldıracak olan işçi sınıfı iktidarını kuran öncü partinin işidir. Ancak bütün bir tarih boyunca sınıf çelişkilerini ve sömürü ilişkilerini örtmüş dinin siyasal alandaki etkisini kırmaya yeltenmezsek, işçi sınıfı iktidarını daha çok bekleriz.

Bence rahat olmakta fayda var. Bizim elimiz daha kuvvetli. Gericilik bugün insanlığın tüm ilerici birikimine, insan aklının özgürleşmesine savaş açmış durumda. Hatta insanın kendisine. Burjuvazi ortaçağ karanlığından devraldığı dünyamızı çok daha beter bir karanlığa hapsetmiştir. A.B.D eski başkanı George W. Bush’un ben tanrı tarafından dünyaya gönderildim demesi bunu en açık örneğidir. Tanıdık geliyor değil mi? Amerika’ da Kral Bush ve halefleri, Türkiye’ de Tayyip sultan. İşte bu yüzden inadına cumhuriyet diyoruz ya.

Son olarak eğer bir inanç insanın insanı sömürmesini gizleyip meşru hale getiriyorsa, bilime, sanata topyekûn savaş açmışsa, her türlü pisliğin, çürümüşlüğün üstünü örtüyorsa kimse kusura bakmasın ben inancın böylesine saldırırım. Yanarsam da bu dünyada yanarım.