Zamanın Ruh(suzluğ)una…

Hegel'in bir tarihsel dönemin kültürel, ahlaki ve siyasi düşünce iklimine işaret etmek için kullandığı 'zamanın ruhu' kavramını günümüz Türkiye'sinde ağırlığını her şeyden çok hissettiren liberal-muhafazakâr düşünce iklimine uygulayacak olursak, karşımıza çıkan olsa olsa 'zamanın ruhsuzluğu' değil midir?

Kültürel olarak, islamcılıkla yoğrulmuş kör bir faşizan gericilik ahlaki olarak, piyasacı bireycilik ve inanılmaz boyutlardaki çürümüşlük siyasi olarak, yalandan olmayı bile beceremeyen parlamenter demokrasicilik ve Amerikan güdümlü yeni Osmanlıcılık!

Düşünce iklimimizin derecesi bu kadar düşük, sıfırın bu kadar altındaysa eğer, yıllar önce hava raporunu sonlandırırken "donsuz günler, geceler diliyorum efendim" dediği için işinden edilen TRT baş spikeri rahmetli Ersin İmer'e geriye dönük toplu bir özür borçlu değil miyiz?

-ve belki de geç kalmış bir teşekkür kendisine: zamanımızın donmuş ruhsuzluğuna karşı daha o günlerden bizleri uyardığı için.

***

Bu ruhsuz zamanların son günlerde kendini iyice belli eden olmazsa olmaz bir özelliği de, söz konusu don iklimini temsil edenlerin, mutlak doğruya sahip olduklarına gözü dönmüş şekilde inanmış, artık kimseden çekinmeyen yüzsüzlere dönmüş olmalarıdır.

Artık herkes anlasın diye tanıdık bir dille söylemek gerekirse: "Cebren ve hile ile aziz devletin bütün yönetim kademeleri ve bürokrasisi zaptedilmiş, bütün medya organlarına girilmiş, bütün 'Ergenekoncuları' dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil gericileşmişken", çekinecek kim kalmıştır ki?

* Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in tehditkâr çıkışını işte bu yüzsüzlük çerçevesinde okumak gerekir: "Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler projelerini Ankara'dan geçiremiyor. (...) O nedenle halkıyla barışık, hükümetiyle barışık, devletiyle barışık mahalli yöneticiler işbaşında olursa bizim sorunlarımız daha çabuk çözülür". Demek ki, AKP'nin diğer partilere yerel seçime katılma izni vermesi bile bir lütuftur: açıkça "devlet benim" demekte değil midir çünkü XIV. Şahin diğer tüm garnitürlere?

* Yeni Osmanlıcılığın ideologluğuna soyunan Mümtazer Türköne'nin seçimden sonra tekrar gündeme getirilecek olan anayasa tartışmasında CHP ile 'uzlaşmak' gerektiğini belirttiği bugünkü Zamane yazısını işte bu yüzsüzlük çerçevesinde okumak gerekir: "O zaman CHP'nin [çekincesi] nasıl kaldırılır? Devlet içindeki iktidar alanını CHP'nin artık savunamayacağı biçimde fiilen dönüştürerek. Ergenekon soruşturması, bu işi tek başına zaten yapıyor. (...) Türkiye'de bastığı zemini bile kemirmeye başlayan sürdürülemez bir devlet iktidarı alanı var. Bu alan zaten çöküş halinde". Muhalefetin ayağının altındaki tüm siyaset zemini zaten iktidar tarafından yok ediliyorsa, burada nasıl bir uzlaşmadan söz edilmektedir? Türköne'nin cümlelerine göre uzlaşmamak, ya da ne olursa olsun yok olmamak zaten bir seçenek midir ki artık?

* AKP'nin yerel seçimlere bir ay kala Türkiye'nin en büyük kapitalistlerinden birinin (Aydın Doğan) en büyük yayın organına (Hürriyet) sekiz yüz milyon liralık ceza kesebilmesini işte bu yüzsüzlük çerçevesinde okumak gerekir. AKP'nin "benim sermayem senin sermayeni döver" diyebildiğinin ve Hürriyet'in herhangi bir şekilde kendi medyasının etkisiyle boy ölçüşemeyeceğini düşündüğünün daha iyi bir göstergesi var mıdır?

* Tayyip Erdoğan'ın bir türlü kurtulmayı başaramadığı sol korkusuna karşı sesini yüksek çıkararak kendini tedavi etmeye çalışmasını işte bu yüzsüzlük çerçevesinde okumak gerekir: "Bunlar hesap kitap da bilmiyor, sadece iftira at, tutmazsa iz bırakır. Çünkü bunlar komünist rejimin atık malları. Tahammül edemeyişleri bundan. Hani komünizmin vardı ya bu anlayışı iftira at, tutmazsa iz bırakır. Fakat dedim ya güneş balçıkla sıvanmaz istediğiniz kadar iftira atın, tutmayacak". Sahi, çocukluk travmasını ellisini aşıp bütün devlet aygıtlarını ele geçirdikten sonra yenmeye çalışan bir zavallıya bu kadar kızmaya gerek var mıdır?

***

Hükümet ve yandaşlarının bu tip sonradan görme sözlerine, hal ve tavırlarına bakarken Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe ve Kemal Sunal'ın tarlalarında bir testi altın bulup İstanbul'a taşınan Kayserili kardeşleri canlandırdığı o unutulmaz film aklımıza gelmez mi?

Tayyip Erdoğan, bakanlarıyla beraber yere bağdaş kurmuş, onların bakışları altında yerel seçimlerde alacakları oyları saymaktadır:

- Seğizbinüçyüz gıkrh beş seğizbinüç gırkhaldı seğibinüçy..

- Tayyip ağa, oyları alınca bütün AKP karşıtlarını da tamamen yok edeceğiz, devleti üzerimize yapacağız, değil mi?

Düşünce iklimimize ve zamana tekrar ruh katabilmek için: "donsuz günler, geceler diliyorum efendim".

Emre Zeybek