Zaman’dan Hüseyin Sümer’e…

Nasıl ki biriyle ilgili fikir edinmek için o kişinin kendiyle ilgili söylediklerinden fazlasına bakmak lazım geliyorsa herhangi bir toplumsal, kültürel pratiği incelemek için de o pratiğin kendini tanımlamak için kullandığı ifadelerin ötesine bir bakış atmamız gerekir.

Örneğin Ramazan ayının ve oruç tutma pratiğinin kendiyle ilgili söylediklerine bakarsak, 'irade, azla yetinme, sabır, nefsini kontrol etme, fakirin halini anlama, maneviyat' gibi değerler çıkar karşımıza.

Ancak orucun kültürel bir pratik olarak ortaya çıkması ve uygulanmasının maddi ve tarihsel altyapısına bakacak olursak, kuşkusuz ki kendi ile ilgili hep tekrarladığı bu değerlerin işaret ettiğinden çok daha somut ve karmaşık toplumsal ilişkilerin varlığını görebiliriz.

***

Peki, geçtiğimiz bir ay içinde ilk elden gördüklerimiz, bırakın bu son türden derinlikli bir toplumsal incelemeyi, Ramazan'ın kendine yakıştırdığı değerler çerçevesinde ele alındığında bile tam bir gariplik sergilememiş midir?

'Fakirin halini anlamak' dedikçe Amerikalarda verilen süper lüks siyasi iftar şölenleri

'Azla yetinmek' dedikçe trilyonların iftar saati beklenmeden yendiği, tekneyi kayalara çarptıran türden deniz fenerleri

'Sabır' dedikçe gözü dönmüş, 'şeker-ramazan-tatil' derken ağzından tükürükler saçan tahammülsüz bir başbakan

'Maneviyat' dedikçe Amerikan piyasalarına bir türlü giremeyen yedi yüz milyar dolar ile yatıp kalkan yatırımcılar

'İrade ve nefsini kontrol etmek' dedikçe daha da çok yemek, içmek, tüketmekten başka bir şey anlamayan sucuklu-yoğurtlu-kredi kartlı Ramazan reklâmları: bunca yıldır kafamıza kazındıktan sonra artık sofrada yeşil kapaklı Coca Cola yoksa tutulan oruç kabul olmayacakmış gibi gelmiyor mu size de zaman zaman?

***

Yanlış anlaşılmasın: 'aman nerede eski Ramazanlar' diyerek hayıflanma klişesini muhafazakâr tayfanın elinden almaya çalışacak kadar zalim değiliz -ellerinde ne kalırdı ki başka, değil mi?

Aksine Ramazan'ı başka hiçbir eleştirel çözümlemeye tabi tutmadan yalnızca kendi ölçütleriyle değerlendirdiğimizde bile karşımıza nasıl bir tablo çıktığını vurgulamaya çalışmak gerekir: dibine kadar Amerikancılığa, piyasacılığa ve tüketim kültürüne batıp sonra da utanmadan yozlaşma, kriz ve çürümeden şikâyet etmeye hiç hakları var mıdır o pek mütedeyyin olanların?

***

Zaman Gazetesi'nin siyasi iktisadi bilgi seviyesi cehalet seviyesinin altında ezilen genç Bediüzzaman'ı Hüseyin Sümer bugünkü 'Ekonomi soslu bayram' başlıklı yazısında işte tam da böyle bir hakkı olduğunu düşünenlerin kontenjandan programımıza katılıyor: "bu yıl Müslümanlar ecnebi memleketlerden gelen global krizin etkisi altında Ramazan Bayramı'na girmiş oldu".

Hani küreseldik, karşılıklı bağımlıydık, uluslararası piyasa artık ülkeler arasındaki sınırları önemsizleştirmişti kriz çıkınca mı ecnebi 'öteki' oluverdi bir anda söz konusu memleketler? Burada bir 'beraber savaştığımız Almanlar yenilince biz de yenik sayıldık' kolaycılığı yok mudur: savaşa Almanların yanında katılmanın hiç sorgulanmaması gibi, neoliberal projeyi kucaklamanın, koşulsuz Amerika yandaşlığının hiç mi ilgisi yoktur kriz karşısındaki bu çaresizlik durumu ile?

İslamcılık ve piyasacılığın mükemmel karışımında vücut bulan haftalık yazarımızın dindarlığının da insancıl bir kaynaktan beslendiği zannedilmesin. Zira, 'ecnebi memleketlerde kriz oldu da bizim altsınıflarımız, yoksulumuz zarar gördü' diye bir kaygı söz konusu değildir yazısında. Aksine, Sümer Türkiye'nin krize karşı aldığı kemer sıkma önlemlerinden bahsederken hiç de hümanist kaygılar taşımadığını da gözler önüne seriyor:

"artık global kriz kesenin ağzını kapatmış oldu iyi de oldu. Bu konuda öncelikle kamuda hızlı bir tasarruf politikası uygulamasına geçildi. Başta sağlık harcamalarında açılan kesenin ağzı artık bundan sonra eskisi gibi geniş olmayacak". İyi ki kriz oldu da sağlık harcamalarından kısabildik -yoksa Allah muhafaza ya hastalar müşteri olmayı bırakıp vatandaş olarak sağlık hizmetlerinden yararlansaydı bir gün kazayla? Teşekkürler Amerika!

***

Sümer'in yazısının en önemli bölümünü ise ABD'deki krizin sebepleri ile ilgili yaptığı tespitler oluşturuyor. Bu aşamada artık dünya sosyal bilimler camiası ve uluslararası basında eşine rastlanmamış bir çözümleme ile karşı karşıyayız -hem de buz gibi bir soğukkanlılık ve kendine güvenle!

Soru: Amerika nerede hata yaptı -Amerika'daki mali krizin sebebi nedir?
Cevap: "Orada tüm aksilikler ikiz kulelerin yok olmasıyla başladı. Artık o tarihten sonra Ortadoğulu vatandaşlar suçlu ilan edildi. İsminin herhangi bir yerinde 'Ladin' geçen herkes terörist damgası yedi. Yetmedi, Usame'nin doğduğu memleketten üç göbek yakını beş göbek uzağından olan insanların Amerikan bankalarındaki hesapları takip altına alındı. McCarthy dönemindeki 'komünist avı' gibi neredeyse Müslüman olanların bütün servetleri takip edilirken borsadaki işlemleri gözlem altına alındı (...)Bir taraftan küresel diyeceksiniz öte yandan global oyunu mahalle maçına çevireceksiniz. İşte ABD bu tokadı mali piyasalarda yedi. (...) Kapitalizmin kalesinde yapılan en küçük sermaye düşmanlığı, onlarda yüzyılda bir görülecek tsunami etkisi yarattı.".

Diğer bir deyişle, Amerika'daki mali krizin sebebi, Amerika'nın 11 Eylül'den beri Müslümanlara ve İslami sermayeye karşı ayrımcı politikalar izlemesidir Sümer'e göre: 'sermaye düşmanlığı', ya da başbakanın bir dönem dediği gibi 'sermaye ırkçılığının' sonu budur işte!

Bu argümanı hangi akademik derginin kuruluna gönderirseniz gönderin, istisnasız hepsi yol paranızı karşılamak suretiyle sizi özellikle davet edip bizzat kendileri döverler, 'sen bizimle dalga mı geçiyorsun' diye: ancak Zaman gazetesinde yazmanın temel koşullardan biri değil midir zaten böyle yüksek bir soyutlama seviyesine sahip olmak?

'Sermaye ırkçılığı' illetinin Türkiye'deki yansımalarına dikkat çekmek için mali kriz ile ilgili böylesine zorlama bir argümana başvurulduğu ancak yazının sonlarına doğru anlaşılıyor: "Peki böylesine dünyanın kendi içine gömüldüğü bir ortamda bizde neler oluyor? Neler olmuyor ki! Dünkü hatalardan ve ABD'den pek fazla bir ders alınmışa benzemiyor. Öncelikle 'Ramazan' olan bayramın adına ısrarla 'şeker' demeye çalışanlardan tutun da Körfez'den, Ortadoğu'dan kısacası Arap'tan gelecek parayı, 'hiç gelmesin daha iyi olur' diyenlere kadar".
(...)
Şimdi bizler böylesine bayramların etrafında buluşmuşken bırakalım isim tartışmalarını. Hem sermayenin nimetlerinden hem de şu bayramın bereketinden yararlanmaya devam edelim. Ramazan Bayramı'nız kutlu olsun".

"Hem sermayenin nimetlerinden hem de şu bayramın bereketinden yararlanmaya devam edelim": yazının başında bir insan ile ilgili fikir edinmek için o kişinin kendiyle ilgili söylediklerinden fazlasına bakmak lazım gerektiğini söylemiştik. Peki, bir insan kendini ve içinde bulunduğu siyasi akımı böylesine kusursuz bir şekilde tek cümlede özetliyorsa, bir şey söylemek düşer mi orada bizlere?

E.Z.

Sümer, Hüseyin. "Ekonomi soslu bayram". Zaman, 30.09.2008.