Taraf'tan Yıldıray Oğur'a

Yeni solculuk biraz da belagattir.

Yalnız Türkiye'de değil, yeni sol, retorik ile analizin birbirine karıştığı, bizzat retoriğin bir teorik çözümleme olarak kendini sunduğu bir teorik sunum yöntemini benimsemiştir. Sunum diyoruz. Aslında yeni solun teorik katkısında (!) sunum, içeriğin, teorik yapının ta kendisidir.

Somutlayalım.

Olanak, olasılık, imkan, "siyaset dili" gibi siyasi çözümlemenin ve strateji üretiminin vazgeçilmez kavramsal araçları olabilecek "kelimeler" yeni solun elinde "hehey de hey" bir siyasal edebiyatın havai fişekleri haline geliverir.

Bu tayfanın (bir kısmı kendine artık liberal demekte bir sakınca görmüyor) "çözümlemeye" oturup, halayla sahayı terkettiğine de çok tanık oluruz. Burada "yeni sol"dan çıkartabiliriz işi, bir süredir, ülkenin liberal yazını bu ayardadır.

Bir örnek Taraf'ta Yıldıray Oğur imzalı bir "pazar yazısı" olarak yayınlandı.

"Yeni Genelkurmay Başkanımız görev teslim töreninde "hükümet programını" okurken şöyle şöyle de demiş:

"Toplumun bir kesiminde yaşam tarzının oluşumunda dinî düşüncelere büyük ağırlık verildiği düşüncesi hâkim ve bundan büyük endişe duyuluyor. Hükümetin bu endişeyi ciddiye alması toplumsal huzur için zorunluluktur."

"Güçlenen bazı cemaatler ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimlikleri ortaya koymaya çalışmakta."

Şimdi bu konuşmanın altına imza atmayacak kaç tane başörtüsü tartışmasında 3. yolcu liberal-solcu aydın, Ergenekon'da 3. yolcu sosyalist solcu, laiklik kaygıları olan liberal- demokrat, AB'yi savunan ama Atatürkçü sosyal demokrat aydın yazarçizer tanıyorsanız bana isimlerini yazın lütfen."

Ucuz ve pek etkili olmayacak bir "analitik şantaj" yöntemi gibi... "Bakın apoletliler sizin ağzınızla konuşuyor. Onlarla aynı çizgidesiniz. 3. yol falan diyorsunuz, düpedüz militaristsiniz."

Ama öyle değil ve orada kalmıyor.

"Uzun süre yazdınız. Yaşam tarzı kaygılarına saygı diye kulak çektiniz. "Cemaatleşme sosyal devlete engel" diye yalancıktan teorize bile ettiniz. Ama bakın bunca emek boşa gitmemiş. Paşalar oturup sizi okumuşlar, arada sizden Habermas'ı bile kapmışlar."

Evet Melih Pekdemir. Fena yakalandın. Ergenekon'un manevi lideri olduğun ortaya çıktı. Birgün'ün subay lojmanlarındaki tirajı sen yokken 1'e düşmüştü. (Onu da istihbarat görevlisi alıyordur zaten) Yoksa 1 Numara sen misin?

"Bu kez Türkiye muhafazakârlaşıyor tespiti "etrafta başörtülü cip sürücüsü kadınlar arttı", "plajlardaki haşemalı kadınlar dehşet saçtı" gibi kötü niyetli gözlemlerden daha güvenilir bir kaynaktan geliyor: Memleketin en ciddi sosyolojik araştırmalarını yapan, yıllardır vatandaşlarını köşe bucak izleyip dinleyen kurumun başkanından.

Manşetler atılsın, makaleler yazılsın Ordu ile modernist sol-liberal aydınlar uzlaştı."

Neyse bu kadar yeter. Yazının politik şantaj boyutunu geçelim.

Yıldıray Oğur, 3. yolcuları yeterince "ordu çizgisindesiniz" cinliği ile yıldırdıktan sonra "kültürel araştırmalarda son nokta" bir başka analiz patlatıyor. Bu gerçekten üzerinde durmaya değer.

Paşanın bu mesajları kime?

Ne zaman yapıldı bu konuşma? Ramazan'a günler kala.

Ramazan ne? "Yaşam tarzında dinî düşüncelere büyük ağırlık verileceği günler."

Yani ey normal zamanda bir ekmek almak için bin bir naz edip, Ramazan'da bir saat iftar pidesi kuyruğunda bekleyen Ahmet Bey.

Ve ey Ramazan geldiği için çorba-makarna üzerine kurduğun ucuz mutfak tezgâhını kökünden değiştirip, toprak kaplarda, kısık ateşlerde saatlerce güveç pişiren Ayşe Hanım.

Öyle hiçbir şeyden haberiniz yokmuş gibi, masum masum bakmayın yüzümüze. Neler karıştırdığınızın gayet iyi farkındayız?

Farkında mısınız? Yaşam tarzınızda Ramazan bahanesiyle aniden dinî düşüncelere büyük ağırlık vererek endişe yaratmaktasınız."

İşte! "Aldım gazımı gidiyorum." Bu yazıyı yazarken içerden birileri "baba çayı demledik, sana da koyalım mı" falan dediyse, Yıldıray Oğur'un yanıtı şu olmuş olmalı: "dur baba, dur. İstimi aldım, imanıma dinime gidiyorum. Fena çizmeye başladım, bana dokunmayın."

Yazı 8 - 10 paragraf sıradan insanın ramazan pratiklerini paşalarla tokuşturarak devam ediyor.

Kesif iftar sofraları donatarak toplumsal bilinçaltına yolladığınız "işte şeriat gelirse her gün böyle yiyip içeceğiz" mesajlarınız Jandarma İstihbaratı'ndan kaçar mı sandınız?

Zaten 70 milyon birbirinden değişik karakterde insanın oruç tutanları ve tutmayanları arasında akla hayale gelmeyecek 70 milyon adet farklı gerilim ihtimali ortada durmakta. Her an sigara krizine girmiş biri, yüzüne sigara üfleyen başka birine cihadı bahane edip saldırabilir. Zaten gazeteler "oruç tutmadığı için birisinin başına bir şey gelse" diye pusuya yatmış beklemekteler.

Bari bu Ramazan iki kişiden kalabalık iftar yapıp "dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerinizi" ortaya koymayın. "Oruç tutuyorum" değil, "yemek yemek istemiyorum", "şok diyetteyim" diyin, toplumsal barışın bir ucundan da siz tutun. Yoksa...

Yürü be Yıldıray Oğur. Orhan Pamuk'tan sonra ikinci yüz Türk büyüğü seçilmen an meselesi bu gidişle.

Ama Yıldıray Oğur'un yıldıran paragrafları iki şeyi değiştirmiyor.

Bir, o istediği kadar ramazan sofralarının masum dinselliğine yaslanmaya çalışsın. Muhafazakarlaşma falan değil, dinselleşme, yalnızca ülkemizde de değil, tüm bir yerkürede, yeni dünyanın önemli siyasal - toplumsal gerçeği olarak duruyor.

Ramazan ayının "örgütlenişi" de dinselleştirme sürecinin önemli pratik araçlarından birisi.

Üstelik bu cümleden, "oruç tutmadığı için birisinin başına bir şey gelse" diye pusuya yatmış gazete falan da yok Türkiye'de. Oruç nedeniyle birilerinin başına her yıl bir şey geliyor ve bunların bir kısmı açıkça örtbas ediliyor. Namus kurtarma babında ve fazlasıyla kişiselleştirerek yapılan küçük haberler de herhalde, "ne oldu yoksa bu ramazanda çok ölü var da, o yüzden mi Hiçbir şey yazılmıyor" dedirtmemek için yapılıyor.

Haber yapmayı bilmem ama "olay çıkartmak" isteyen birilerinin de bu ülkede "nasıl olup da olay çıkartamadığı" (!) bir muamma. Erzurum'da belki 40 yıldır ramazanda sokakta sigara yakmak gaz kaçağına kibrit çakmakla bir sayılıyor.

İkincisi, İlker Başbuğ'un uyarısının gerçek yönü konusunda "metin yazarı" Yıldıray bey, bir "yanlış okuma"nın yanılgısı içindedir.

Başbuğ'un ramazan öncesinde, mütedeyyin vatandaşı tehdit edip, dinsel ritüelin bizzat kendisini hedef aldığı görüşüne sahip olmak için herhalde Türkiye'ye "turla gelmiş" olmak gerekir. Eski bir reklamcı olarak Oğur, (*) trilyonluk bir reklam pastasına sahip Ramazan'ın böyle 60 saniyelik cingıllarla diskalifiye edilemeyeceğini bilir. (Trilyonluk dedik ama herhalde Oğur daha iyi hesaplar, belki katrilyondur.)

Daha akla yakın (ve ne yazık, belki daha az romanesk) değerlendirme şu olabilir: Yeni Genelkurmay Başbakanı 30 Ağustos konuşmasında "yaşam tarzının oluşumunda dinî düşüncelere büyük ağırlık verildiği düşüncesine sahip olan" bir kesimin gazını almak zorundadır. Bu tür endişelere hükümetin de kulak vermesi gerektiğini söylerken de denge ipinin bir ucunu da hükümete bağlamaya çalışmaktadır.

Ramazan'da ortaya çıkabilecek ölçüsüzlüklerin, AB ipiyle hükümete bağlanmış "laiklik bekçisi" kurumumuzu zora sokacağını tahmin etmek de zor değil. Konunun ramazanla ilgisi de budur. Hükümet endişelere kulak verirse, "endişeli kesimlerin umudu kesmeye başladığı" laiklik bekçisinin de canı sıkılmayacaktır.

(*) Taraf dergisinin "kalemi kuvvetli" birkaç yazarı var. Kalemi kuvvetli diyorum, başka da bir hikmet sahibi olduklarını kimse söyleyemez. Gökhan Özgün, Yıldıray Oğur... Ve ne tesadüf hepsi de reklamcılıktan geliyor.

Belki de o yüzden Taraf gazetesi, dış cephe giydirmesi ile şekle sokulmuş Zaman tadında...

"İftar'da pide serbest mi, Paşam", Yıldıray Oğur, Taraf gazetesi - 31 Ağustos 2008

Yıldıray Oğur'un reklamcılığı hakkında

"Eski bir reklamcının itirafları", Yıldıray Oğur, Taraf gazetesi - 17 Ağustos 2008