“Po-po”lara

Bugünlerde büyük medyamızdaki köşe yazılarına takip ettiğinizde bugünlerde tuhaf bir huya şahit olacaksınız. Herkes ne kadar bilgili olduğunu gösterebilmek adına kullandıkları terimin, kitabın bir de İngilizcesini yazıyor. Mesela dün Sigmund Theodor Ranshoffer Jr., Mustafa Akyol, "The Naked Public Square" isimli bilmeyenin ümmi sayılması gereken kitabı tüm Türkiye'ye tanıttı. Babasından kalma bu huya ilişkin daha öncesinde yazdığımız için bu sefer bir şey demiyoruz. Hatta bazen bilgi seviyesi öyle yüksek yazarlar oluyor ki yalnızca İngilizcesini yazıyor. Emre Aköz'ün Sabah'ta bugün "Anti-Defamation League"i yazdığı gibi.

Nereden çıktı bu İngilizce merakı?

Bizce açıklama şudur:

Başbakanın "monşer yasalarını" bilmediğinden İngiliz Kraliçesi'ne "how are you?" ("nasılsınız" demiş olma ihtimali olmadığından bunu "nasılsın" diye çevirmek en makulü) diye sormasının ardından bir de kendisinin "van minüt" diyerek yeri göğü inletmesi geldi ki ekstra prestije ihtiyacı olmayan İngilizce iyice kıymete bindi.

Biz de o izden devam edeceğiz: Yandaş medyaya artık "politically polarized media" (siyaseten kutuplaşmış medya) diyeceğiz. Bunu da kısaca "po-po medya" olarak yazacağız. Gerçi, sayın okuyucularımız, burjuva medyasının tamamının po-po olduğunu söylememize gerek var mı bilmiyoruz. Herkes yandaş zira... Ne kadar yandaş olunması konusunda bir kavgadır sürüyor. O nedenle belki bir inceltmeye gidilebilir.

Taraf -Zaman-Yenişafak-Sabah-Star beşibiryerdesine "en po-po" diyebiliriz.

Hürriyet-Milliyet-Radikal-Posta dörtlüsünü "sade po-po" sayabiliriz. Ama hemen belirtmemiz gerekir ki Radikal bu noktada Doğan grubunun medarı iftiharı. Özellikle "bazıları ıslak sever" Akif Beki'ye koltuk vermesi ile po-po katsayısını artırdığı ve yılların politika kurdu Hasan Celal Güzel'in po-po katkısı düşünüldüğünde bunun nedeni hemen anlaşılacaktır.

Pekiyi en büyüğünden sadesine kadar po-po medya bugünlerde neler yapmış?

Hepimizin bildiği gibi üzerinde uzlaşılan "umde" liberal-demokrasi. Bunun üzerinde herkes hemfikir...

Son 6 senedir görüldüğü üzere ülkemize liberal-demokrasi yerleştikçe evrensel özgürlüklerimiz de artıyor.

Telefon görüşmelerimiz en ince ayrıntısına kadar sonradan bizim uğrayacağımız bir hak kaybını engellemek için kayıt altına alınıyor.

Sokaklarımızın her köşesi bizim güvenliğimiz için kameralarla donatılıyor.

Sabahın çok erken saatlerinde bile envai kolluk hizmetlerinden -üstelik evinizde, evet yanlış duymadınız&mdash faydalanabiliyorsunuz.

1 Mayıs gibi "belirli gün ve haftalarda" gözlere ve ciğerlere iyi geldiği İsviçreli bilim adamları tarafından kanıtlanmış olan beta-karoten katkılı ve ıhlamur aromalı buğu servisinden artık bir dünya şehri olan İstanbul'un göbeğinde faydalanabiliyorsunuz.

Dahası var...

Örneğin bu gelişmelere mukabil hukuk sistemimizde dev adımlar atıldı. Davalar kendiliğinden çözülüyor. Örneğin küçük çocukların güzel ahlak eğitimi aldıkları ve topluma yararlı, zehir gibi birer "kritik" düşünce ustası haline gelebilmeleri için inşa edilmiş eğitim kurumu bir dizi kötü tesadüf sonucunda çöktü -olabilir, milli eğitim ve bayındırlık bakanlıklarımız ile belediyelerin takdiri&mdash dava açmanıza gerek kalmıyor. Sorun kendiliğinden çözülmüş sayılıyor.

Ekonomimiz deseniz hafazanallah, pardon, hamdolsun. Piyasanın dişlileri tıkır tıkır işliyor. Evlere ücretsiz ak eşya ve kara kömür dağıtımları yapılıyor. Zamanında biz, Sayın Erdoğan'ı, Taraf yazarı Elif Çakır Hanımefendi için yazdığımız yazıda uyarmıştık. Herhalde aynı dilekçeyi buradan bir kere daha yollamamızda sakınca yok:

Sayın Başbakan,

Bırak bu Aydın Doğan'ı falan ve memleketin haline bak. Çocukların yanaklarından kan damlıyor. Musluklarından çikolata aktığından suya hasret kaldık. Evlerde tereyağı dağları oluştu. Evlerde para konacak yer kalmadı. Paralarımızı ne yapacağımızı bilmediğimizden her gün on adet Taraf gazetesi alıyoruz. Öyle bir zenginlik tebelleş oldu ki memleketin başına: Komünist Partisi bile zengin. Lütfen Başbakan, artık bu zenginliği ne yapacağımızı söyle. Artık zengin olmayalım. Hacca gidelim. Zekat verelim. Oruç tutalım. Başbakanım, ne olur bizi daha fazla zengin etme.

Saygılarımızla.

Dış politika zaten "one minüt", onu söylemiştik.

Bütün bu tabloda kimi pürüzler çıkabiliyor. Nasıl mı? Mesela geçtiğimiz günlerde Yargıtay denen kurum, kurum kurum kurularak aldığı bir kararla, devleti-i âlimizin hepimizin sıhhatinden emin olmak, emniyetini had safhada sağlayabilmek için verdiği en önemli hizmet olan "dinleme" hizmetinin önünü kesti. Daha doğrusu onun hukuki sonuçlarını kısıtladı.

Durum böyle olunca insan eski günleri anmadan edemiyor. Eski günlerde böyle miydi? Padişahım çok yaşa II. Abdülhamid Han döneminde öyle bir jurnal ağı vardı ki... Devletimiz, yiyeceğimizden içeceğimizden artırdıklarımızı toplamış memleketi bir ucundan diğerine telgraf ağları ile donatmıştı. Düşün bir kere yüz sene evvelden bahsediyoruz. Devlet-i Âli Osmaniyye'de, mesela, Arap vilayetlerinde bir Dürzü hapşırsa, Sultan sakalını sıvazlar, Makedonya'daki Arnavutlar işitir, yardıma koşardı hemencecik. Velhasılıkelam çok güzel günlerdi ancak bugüne dönmemiz lazım.

Zaten ismi ile müsemma Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da söyledi "yanlışınız yoksa dinlenmekten korkmayın."

Üstelik Anayasa profesörü Burhan Kuzu da buyurmuştu: "Dinleme işkenceyi önlüyor."

Po-po basınımız bu dinleme meselesi karşısında hemen en doğru tavrı liberal akide ve onun umdeleri doğrultusunda takındı...

Örneğin NTV, hemen Star'ın "İspatlamazsan Şerefsizsin" ve "Bu Ayaklar Koktu" gibi eserleri ile tanıdığımız Ergenekonoloğu Şamil Tayyar'a sormuş: Yoksa artık dinlenemeyecek miyiz?

Tayyar yanıtı yapıştırmış: "Ergenekon lobisi çalışıyor" (herhalde Yargıtay'ı kastediyor) ama biz havada karada dinleriz... pardon dinleniriz merak etme. (*)

Zaman hemen bu mülakatı alıvermiş internet sitesine.

Yenişafak Zaman'dan geri kalır mı? O da almış aynı mülakatı. Başlığa daha sert bir cümle çıkartmış: "Ergenekon'da mevzi kaybediliyor." Bırakın bariyeri aşmayı, bariyer öncesi mevziler de kaybediliyor. 1 numarayı alacak irade görünmüyor."(**)

Tabii po-po katsayısı en yüksek isimlerden biri olan Emre Aköz durur mu? Döşenmiş zehir zemberek yazısını vatandaşımızın uğradığı bu haksızlık karşısında. Meselenin hukuki detaylarını anlatıp bir de çatmış:

"Yani dinleme haricindeki deliller daha baştan sürecin içinde yer alıyor. Dolayısıyla, örneğin Cumhuriyet gazetesinin yaptığı gibi ' Dinleme Delil Değil' diye manşet atmak insanları kandırmaktan başka bir şey değil. Dinleme elbette delildir. Ama sadece dinleme ile karar vermeye kalkışmak hataya yol açabilir." (***)

Emre Aköz'ün çalıştığı gazetenin manşetleri konusunda çok hassas olduğunu, "bilmem kaç Temmuz'da darbe olacak" diye ülkemizin demokrasisine kastetmiş hainleri açık ettiği günden bu yana çok iyi biliyoruz. Darbe olmamıştı o gün ama olsa daha mı iyiydi?

Sonra Zaman gazetesi kararı alan Yargıtay 8. Dairesi hâkimlerinden Hamdi Yaver Aktan'ın YARSAV isimli suç örgütüne üye olduğunun öğrenildiği bilgisini ekonomi sayfalarından bizlere ulaştırarak ne büyük bir kumpas olduğunu hemen açığa çıkardı. (****)

Ama en po-po Taraf'tan Yıldıray Oğur en doğru teşhisi yaptı:

"Evrensel demokrasi ilkelerine göre bu amaçla yapılan gizli telefon ve ortam dinlemeleri de mubahtır, caizdir hatta sevaptır. Keşke 12 Eylül 1980'den önce de şerefli polisler, askerler, istihbaratçılar durumdan vazife çıkarıp Kenan Evren'in telefonlarını dinletseydi." (*****)

Keşke, keşke... İşte hesabını bilmeyen çavuşlar...

İşte ülkemize demokrasi gelmesinin önündeki şer odakları işkenceye, darbeye karşı, üstelik kendi halinde zararsız olan ve hatta faydası bulunan dinleme faaliyetine taş koymaya çalışıyorlar. Üstelik bu hizmet bu derece yaygınlaşmış, evlerimizin odalarında, doktor muayenehanelerinde, parti bürolarında telefonla konuşmaya hacet olmadan sağlandığı halde. Bunun adı olsa olsa hukuk darbesidir.

Neyse ki hukukun iç ve dış kısmını başbakanımız, Uğur Dündar ile yapmış olduğu bir mülakat esnasında çözmüştü. O nedenle bu hukuk müsveddesi kararın çok önemli olacağını zannetmiyoruz. Ülkemizdeki hakim ve savcılar, Özde olanlar bir de sözde olanlar biçiminde yerli yerinde ikiye ayrılmış durumdalar.

Evet...

Dinleniyoruz. Dinlenmemizin önündeki engellere karşı ise po-po katsayısı yüksek liberal-demokrat, özgürlükçü basınımız "yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım" hissiyatıyla kahramanca mücadele veriyor.

Helal olsun diyoruz! Vatandaşın her türlü hakkını gözetiyorlar.

Dinlendikçe kasetler artıyor.

Kasetler patladıkça tirajlar artıyor, po-po büyüyor.

Ne diyelim po-posu ile dinleyenlere, bu po-po demokrasisine helâl olsun.

Galip Munzam

- - -

(*)http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=813788&ampkeyfield=64696E6C656D65

(**)http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=10.02.2009&ampi=168426

(***)http://www.sabah.com.tr/2009/02/11/haber,CAFEE538866F4200A94973BEF2068E5...

(****)http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=813971&ampkeyfield=64696E6C656D65

(*****)http://www.taraf.com.tr/makale/4001.htm