Obama’nın kadife örtüsüne...

Obama'nın Türkiye ziyareti için alınan güvenlik önlemlerini abartılı bulup şikayet edenler, meselenin hiçbir zaman yalnızca güvenlik ile ilgili olmadığını unutuyorlar. Bütün detayları ile bilgilendirildiğimiz ya da yaşamak zorunda bırakıldığımız kapanmış yollar, karıştırılan sinyaller, dublörler, damızlık aynı kan grubu taşıyıcıları, haftalar öncesinden gelen sayısız dev zırhlı araç, keskin nişancılar, yeniden inşa edilen otel odaları... Tüm bu güvenlik aygıtı, kızdırsa bile kendine hayran bırakan bir güç ve meşruiyet gösterisi, ya da başkanın sempatik hareketlerinin ardına gizlenmiş bir tür sembolik şiddetin en saf hali değil midir?

Meclisteki konuşmasında Obama'nın dediği gibi: "bazıları [yurtdışı] ziyaretimi Ankara ve İstanbul'da devam ettirmeyi bir mesaj vermek için yapıp yapmadığını sordu. Buna cevabım çok kolay evet". Yalnızca kısa bir ziyaret için hayatı baştan aşağı felç edebilme yetisine sahip bir adamın siyasi ve sembolik kudreti, zaten kaçınılmaz olarak yapabileceği diğer şeylerin mesajıyla donanmamış mıdır? Sözlü olarak verdiği diğer mesajlar ancak bu temel mesajın çerçevesinde bir anlam taşıyabilir.

İşte tüm sihir, kadife örtünün altına saklanmış demir yumrukta, ve bu ikisinin arasındaki ilişkide gizlidir. Başkanın sıcak tavırları, ettiği Türkçe sözler, Türkiye'ye yağdırdığı övgüler gönülleri kadife bir örtünün yumuşaklığıyla fethederken aynı anda tüm bu güvenlik gösterisinde gözümüzün içine sokulan ABD'nin demir yumruğunu normalleştirip meşru hale getirir. Diğer bir deyişle söylenecek olursa, dün izlediğimiz tüm bu güvenlik gösterisi ile süslenen sıcak tavırlar, Obama hükümetinin genel Türkiye politikasının küçük bir özeti değil midir?

Tahakküm ve rızanın bu muhteşem bileşimi meyvalarını ne de çabuk vermeye başlamıştır -ancak kimse bu meyvenin hormonsuz olduğunu sanmasın. Tüm medya, akademisyen, büyükelçi ve siyasetçilerin ağız birliği etmişçesine hormonlayarak yarattığı bu Amerikancı zafer havası, sahibi tarafından başı okşanınca sevinçten ne yapacağını şaşırarak kuyruk sallamaya benzemez mi? Zafer çığlıkları içinde kuyruk sallayıp meyveye hormon katmayı 'bilimsel' bir zeminde üstlenmek işi ise, her zaman olduğu gibi 'Zaman'e akademisyenleri Mümtazer Türköne ve İhsan Dağı'ya düşmüş bugün:

"Amerika, dünya üzerinde artık astarı yüzünden pahalıya gelen hakimiyetini kendi istek ve arzusu ile sona erdiriyor. Obama ile birlikte Amerika stratejik bir geri çekilmeyi yönetiyor. Bu geri çekilme ile eşzamanlı olarak, hegemonik üstünlüğüne dünya kamuoyunda rıza ve destek arıyor. Bir sempati taarruzuna girişiyor (Türköne, Zaman, 7 Nisan 2009).

ABD bizi ve tüm dünyayı sempatisiyle dövmektedir artık Türköne'ye göre demek ki karşı durmaya gerek kalmamıştır! Peki, ABD'yi zamanında kazayla bir takım kötü emperyalist alışkanlıklar edinmiş ama şimdi tövbe etmiş bir mütedeyyin olarak göstererek asıl sempati taaruzuna girişen Türköne'nin kendisi değil midir? ABD'nin bu tövbekar sempatisinin adresi de bellidir ona göre: "Hedef ise İslâm dünyası. Dün, İspanya ve Türkiye'nin önayak olduğu bu projeye sıcak bakmayan ABD'nin bugün İstanbul'da başkanı ile temsil edilmesinin sebebi bu" (Türköne, 7 Nisan 2009). Yazısını dün Obama'nın Medeniyetler İttifakı saçmalığına katılmayacağını bildirmesinden önce yazarak erken ateş etmiş görünen Türköne'ye, olayın demokrasi boyutuna zorlama bir bağlantı kurmak için ise destek uluslararası ilişkiler camiasının yıldızı Dağı'dan gelir:

"ABD Başkanı Obama, öncelikle nasıl bir Türkiye ile muhatap olmak istediğine karar vermek zorunda demokratik veya otoriter bir Türkiye. Birincisi, iç barışını kurmuş, bölgesiyle işbirliği yapan, etrafına istikrarsızlık ve gerilim değil barış ve güvenlik ihraç eden Türkiye'dir. İkincisi ise sadece kendi halkıyla değil, bölge ve tüm dünya ile kavga eden herkesin baş belası bir Türkiye olur (...) Askerî bir darbenin sonunda bile ilişkilerin 'ortak çıkarlar' zemininde devam edeceği öngörüsünde bulunmak Amerikan yönetimini fena halde yanıltmak anlamına gelir" (Dağı, 7 Nisan 2009).

Türkiye'de hangi askeri darbe ABD'nin bilgisi, desteği ve yönetimi olmadan, ona karşı ve çıkarlarını tehlikeye sokacak biçimde yapılmıştır ki Dağı Türkiye'nin demokratlığı ile ABD'yi bu kadar kolay eşleştirebilmektedir? Böyle bir varsayım ancak ve ancak Türköne'nin tövbekarlık tezi ile desteklenince anlamlı olabilir. Sanki ortada iki eşit devletin kurduğu bir karşılıklı bağımlılık tiyatrosu oynanmaktadır, sahiplik ilişkisi ve emperyalizm hiç yokmuş gibi davranarak. Böylece liberal Amerikancı akademisyenlerimiz birbirlerini tamamlamışlardır işte. Peki sorun Türköne ve Dağı'nın cahilliğinden mi kaynaklanmaktadır? Haşa!

"Söz konusu cenahtan, okuyup bu söylenenlere kızanlar, "bilgisizlik" tespitini ağır ve hakaretamiz bulanlar çıkarsa, tercihin kendilerine ait olduğunu söylemek gerekir" diye yazıyordu Metin Çulhaoğlu geçen seneki "Bilgi ve Ahlak" (soL, 30 Ağustos 2008) başlıklı yazısında: "Karar verin: Sizi ya "bilgili" ama "ahlaksız" ya da "ahlaklı" ama "bilgisiz" sayalım".

Mümtazer Türköne ve İhsan Dağı, Obama için alınan bütün bu güvenlik önlemlerini andırmazlar mı? İkisinin de tüm düşünce yolları kapanmıştır, birbirlerinin dublörüdürler ve aynı kan grubunu taşırlar, sinyalleri karışmıştır, ve yalakalıklarını zırhların ardında korumaya çalışırlar.

Evet, Barack Obama ayrılıyor bugün ülkenin semalarından, ardında dev bir kadife örtü, ve bu örtüyü her gün tehlikelere karşı yeniden dokumak için türlü türlü ahlaksızlığı yapabilecek onlarcasını bırakarak...

Emre Zeybek