“Nevroz” Piroz Be!

Seçim-sonrası heyecanı devam ediyor. Ama ne heyecan...

Seçmenin sırtına sorulardan biri iniyor, biri biniyor.

Baykal'ın yerine Kılıçdaroğlu geçecek mi?

Tayyip, bakanları --kendi deyişi ile-- "kapının önüne koyacak" mı?

DTP, Iğdır'ı aldı diye "Büyük Ermenistan - Kürdistan" kurulacak mı?

Kürtler gerçeği görüp bir dahaki seçimde AKP'yi destekleyecek mi?

CHP, yosun misali toplandığı sahillerden kazınıp denize dökülebilecek mi?

Yoksa, CHP, cafcaflı ve çarşaflı hülle partisi olarak içerlere doğru genişleyebilecek mi?

MHP, bu kez de kendine biçilen sorumluluğu yerine getirebilecek mi?

Asker, bir daha siyasete karışabilecek mi?

Bu akla ziyan soruların yanıtlarını tek tek verecek değiliz. Ama Türkiye'de şu anda adına siyaset denen "itibâri alan"ın ne olduğunu anlatması açısından bu soruların sonsuz kıymeti bulunuyor. Siyaset denen sanallık AKP'den geriye kalandır. Bu soruların arkaplanında AKP'nin ve daha doğrusu temsil ettiği zihniyetin varlığı ve hâkimiyeti verili kabul edilmektedir.

Sorular arasında "AKP'siz bir Türkiye mümkün mü?" yoktur.

Altını koyu koyu çizmek lazım: Bugün Tayyip'e ve şürekâsına kâh parmak sallayanların kâh göz süzenlerin üzerinde durdukları platform AKP'nin varlığıdır. Bundan birkaç hafta evvel soL'da AKP yönetiminin belirginleşen neo-faşizan yönlerinin yancı-medyada da yer bulmaya başlaması üzerine meselenin bu eksende ele alınması durumunda sonucun "liberal-demokrasiye biat" olacağını yazmıştık. Bugün "törpülenen" AKP'nin (ve onun ekseninde yeniden şekillenen siyasi alanın) liberal-demokrasiyi Ergenekon'la "yeniden inşası" söylemin asli unsuru haline gelmiştir.

Seçim değerlendirmelerinde AKP~liberal-demokrasi bağlantısı ve vurgusu akıldışı bir düzeye ulaştı. Tartışma o kadar saçma sapan boyutlara varmıştır ki entelektüel rantiye Murat Belge mesela şöyle bir cümle yazmakta beis görmemiştir:

CHP'nin yeniden kıyılarda öne geçme başlaması bana anlamlı geliyor. Sanki şu aşamada, "hayat tarzı" kaygısı burada ön planda rol oynuyor ve "demokrasi" arkadan geliyor. Böyleyse kötü. (Murat Belge, "30 Mart Sabahı", Taraf, 31 Mart)

Kötü olan nedir? "Seçmen"in AKP'ye oy vermemesinin yanı sıra herhalde Murat Belge gibi demokrasi yiyip içmemesi, demokrasiye tapınmaması ve nihayet Murat Belge misali aşkın-demokrasi anlayışı bir çeşit demokrasi aşkına dönüşüp demokrasi ile halvet olmaması...

Ancak bu meseleye ilişkin en net yazı bugün Zaman'ın imamı Ekrem Dumanlı'dan geldi. Dumanlı'nın yazısının başlığı pek çok şeyi anlatmaya yeter nitelikte:

Yeniden yüzde 47 istemiyorsanız

Dumanlı Ekrem, bir anda medyada kabaran demokrasi aşkını kendince ve zekâ düzeyince ti'ye almış. Yazısını ise şöyle bitirmiş:

Siyasiler ders çıkarsın doğru! Ancak bu yetmez. TSK da ders çıkarmalı bu sonuçlardan, Anayasa Mahkemesi de, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya da, siyasi parti gibi davranan yargı mensupları da, darbe kışkırtıcılığı yapan gazeteciler de... Herkes son seçimlerden ders çıkarmaz, parti kapatma gibi utanç verici işler devam eder, muhtıra gibi askerimizi yıpratan siyasallaşma sürer, muhalefet demokrasi dışı oluşumlardan medet umar, medya muhalefet yapacağım diye halkın inançlarını aşağılarsa inanın bu sefer yüzde 47 bile yetmez... (Ekrem Dumanlı, "Yeniden yüzde 47 istemiyorsanız", Zaman, 2 Nisan)

Yani Dumanlı Ekrem demiş ki, "ordusu, savcısı, mahkemesi ve medyası başta olmak üzere otuz iki kısım tekmili birden muhalefet, neler olacağını, yapabileceğimizi gördünüz. Ayağınızı denk alın, %47'yi ararsınız."

Bugün edilen ve sosyoloji kisvesi giydirilmiş koca koca lafların suniliğini başka bir zaman yazarı Hüseyin Gülerce'nin şu satırlarından okumak mümkündür:

CHP ve laik kesim, artık, meşru iktidara karşı, bir eziklik psikolojisiyle gözlerini ikide bir üst yargıya, silahlı kuvvetlere çevirmeyecektir. Hatta onların artık bu işe karışmasına tavır koyacaktır. Şimdi AK Parti için kapatma davası açmak çok zorlaşmıştır. (Hüseyin Gülerce, "Seçimin Kapı Açtığı Hayırlar", Zaman, 2 Nisan)

"Demokrasi şöleni"nin nihai olarak hizmet ettiği de kurumsal bir dönüşüm değil AKP'ye karşı olası bir kapatma davasının bertaraf edilmiş, gayrımeşru kılınmış olmasıdır.

Görülüyor ki, seçimler genel kanının aksine AKP'yi değil, düzen-içindeki AKP karşıtı cepheyi iyiden iyiye kuşatmanın, bu esnada halkı iyice yıldırmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Böyle bir atmosferde AKP, kaldığı yerden "durmak yok yola devam" diyecektir.

Saldırının devam etmesinin önkoşulu halkın nevroz halinin sürmesidir. Nevroz halini tetikleyen dış faktörler seçimler sonrasında yoğunlaşmıştır. Yukarıda anlattığımız gibi "daha kötüsü" korkusu geniş kitlelerin hareket yeteneğini büyük ölçüde kısıtlarken, bir yandan da seçim sonuçlarının çarpık yansıtılışıyla mevcut durum beslenmektedir. Gülerce'nin yazısına geri dönecek olursak:

Kendilerini laik kesim diye niteleyen insanlarda büyük bir rahatlama duygusu oluştu. Kuşatılmışlık evhamından bir anda sıyrıldılar.

Seçimlerden sonra %40'lık AKP'nin hiçbir derin siyasi analize yer bırakmayacak bir biçimde "gerilemiş, kırılmış, durdurulmuş" ilan edilmesinin arkasında bütünüyle böyle bir hesap yoksa bile sonuç olarak Akistler bu atmosferi lehlerine çevirmek konusunda başarılı olmuşlardır. AKP'nin kimi yerelliklerde gerilemiş olması esasen "genel seçim" havasında geçen seçimlerin yakın ve orta vadeli sonuçları için sınırlı öneme sahiptir.

Bir istisna ile...

Önceki yazımızda da belirtmiştik kendi içinde sabit olmayan DTP'nin AKP dışında memleketin tek sabiti olarak belirmesi dikkatle ele alınmalıdır. Söz konusu durum DTP için bir tehlike arz etmektedir. Bir Pirus Zaferi gündemdedir. Mevcut durum, DTP'nin düzen-içi rol kapma yönünde zaten var olan eğilimi güçlendirebilir. Seçim başarısı, DTP'nin seçimlerden önce özellikle Erdoğan'ın Kürt illerine sefer çağrısının ardından kendisine dayatılan alandan hızla ayrılması ile olmuştur. Bu dönemde belirginleşen seküler, direngen duruş ve geniş anlamı ile bölgedeki gücüne güvenerek "dış çözümlere" kapıların kapalı olduğu vurgusu ile elde edilen bu sonuç seçim sonrası hızla tarif ettiğimiz olumsuz bir noktaya doğru meyletmiştir.

Önümüzdeki dönem görevde olacak milliyetçi cephe hükümeti "vur-kaç" ve "kısmi empati" taktiği ile DTP'den rol çalmaya çalışacaktır. Sırtına seçim sonrası vurulan "bölge partisi," "kimlik siyaseti" damgası ile DTP'nin hızlı geri çekilişi bu anlamda AKP'ye geniş bir alan açmaktadır. Unutmamalıyız ki, arkaplanı bir süredir hazırlanan ABD planı, gerçek anlamı ile henüz harekete geçmiş durumdadır.

Toparlayacak olursak...

AKP'nin seçimlerden sonraki politikası halktaki nevrotik hali sürdürecek basıncın devamlı kılınması ve Kürt siyasetinin geriletilmesi üzerine kuruludur. Buradan çıkarak diyebiliriz ki AKP'nin önümüzdeki dönemki sloganı "'Nevroz' Piroz Be!" olacaktır.

Pekiyi sol ne yapmalıdır?

Sol, hareket yeteneğini travma-sonrası yitirmiş geniş halk kesimleri ile savrulmaya açık bir hareketlilik sergileyen Kürtler arasında kısa vadede bir iletişim kanalı, uzun vadede bir rezonans oluşturmak durumundadır. Sınıfsal duruşun eksen olacağı bu çalışmanın büyük yaratıcılık gerektirdiği açıktır. Bu noktada krizin denkleyici etkisi dikkatlerden kaçmamalıdır. Kriz, genel olarak kapitalizmin özel olarak da AKP'nin sorgulanabilirliğini artırmaktadır.

Önümüzdeki dönemin yumuşak karnı bize göre burasıdır.

Galip Munzam

[email protected]