Mümtaz’er Türköne’ye

Şu anda Türkiye'de yaşanan siyasî itiş kakışın belli dönemeçleri belli sözcükler yahut ifadeler ile anılır hale geldi. "Velev ki" dönemeci, "ram olmak" dönemeci, "travma" dönemeci...

Açıktır ki AKP, bu siyasî itiş kakış içinde önüne çıkan dönemeçleri vites artırarak geçmek gibi bir tarzı benimsemiş görünmektedir. AKP'nin bunu ne denli kendi rızası ile ne denli Türkiye'deki siyasî yapının zoru ile yaptığının bir önemi bulunmamaktadır. Mühim olan AKP'nin travma dönemecinin ardından girdiği parkurda yine vites artıracak olmasıdır. Bu anlamda hem "travma" çıkışının kendisi hem de sonrasında gelecek çıkış düşündürücüdür.

Bir başka düşündürücü nokta kemalist cenahın yükselen tansiyonu taşıyabilecek bir düzlem yaratamamış olmasıdır. Bu cenahın bundan sonraki adımı ne olacaktır? Yani yapabilirlerse AKP kapatıldıktan sonra... Bu kez AKP kurmaylarına dönük "vatana ihanet" suçlaması mı gündeme gelecek? Bir olasılıktır... Zayıf olduğu ve Türkiye'yi sarsmayacağı söylenemez. Ancak bunun bir yerden sonra önemi bulunmuyor. Sarsıcı olmaktan ziyade AKP'ye karşı atılan adımların "etkin olma"sı önem kazanmıştır.

Adımlarının etkin olabilmesi için kemalistlerin AKP isimli koalisyonun yaratmış olduğu anafordan kurtulması gerekmektedir. Kemalizmde böyle bir takatin kalmadığı açıktır. Anafordan kurtulma, bağımsız siyaset yapabilmenin ön koşulu haline geldiyse, kendisini Türkiye'deki sürecin karşısında konumlandıranlar da söz konusu bu adımı atabilmek durumundadırlar.

Nedir bu anafor?

Sorunun cevabını, Yeni Şafak yazarlarından ve (bilmiyoruz söylemeye gerek var mı?) TRT'nin yeni dönem programcılarından olan "ezberbozan" Tamer Korkmaz veriyor. ABD seçimlerinden bahsettiği yazısının başlığı şöyle: "'Kurgulanmış Korku'dan daha iyisi yoktur!"

Cumhuriyetçi zevattan birisinin çenesini tutamayıp, "keşke terör saldırısı olsa ne işimize yarar" diyerek ABD'yi birbirine katmasına atıf yapan yazı siyasî konsolidasyon için korkunun etkin biçimde kullanıldığından, kullanılabildiğinden bahsediyor.

AKP'nin ve onun etrafında kümelenmiş yeni-mürtecilerin yaptıkları iş tam da budur: Kurgulanmış korku yaratmaktadırlar.

Türkiye'de "terör" söylemi çok içselleştirildiği ve projenin kendisine meşruiyet sağlayacak kimi öğelerden yoksun olduğu için yeni bir keşifte bulunuldu: Darbe... Bu kart 2007 seçimlerinde AKP lehine çalıştı. Sonraki adımlarda liberal koalisyonun tutkalı ve Türkiye'deki çözülüş sürecindeki dönemeçlerin bahanesi oldu.

Türbana özgürlük mü gündemde?
- Esasen bireysel özgürlükler genişletilip, olası darbeye karşı mücadele ediliyor.

AKP, bir sermaye faşizmine doğru mu gidiyor?
- Olur mu? Mesele 12 Eylül'ün anayasası ile hesaplaşıp, darbe olasılığını bertaraf etmektir.

AKP kurmayı Tıngır Mıngır, planlı çıkışları ile Cumhuriyet'in kurucu paradigmasını tartışmaya mı açıyor?
- "Cumhuriyet Devrimleri'ne kimsenin itirazı yok. Ama her günümüz askerî vesayet haberleri ile, bizi kilitleyen darbe korkularıyla geçmiyor mu? İçinde yol aldığımız darbe sürecine rağmen, bir toplumun, "ne zaman darbe olacak" endişesi ile yaşamasından daha büyük travma olabilir mi?"

Bu son yanıtı biz yazmadık... Yazan AKP'nin akıl hocalarından ve yeni-mürtecilerin öncülerinden Zaman yazarı, "Hatırla Sevgili" dizisinin "anlatsak roman olur" karakteri Mümtaz'er Türköne. (ekürisi Emre Aköz ile beraber TRT'de program yaptığını bilmiyoruz söylemeye gerek var mı?)

Bugünkü yazısının başlığı "Travma".

Önce travmanın tıbbi bir terim olduğu "tespit"i ile başlayan Türköne. Travma üzerine bir süre mugalata yaptıktan sonra sözü Fırat'ın çıkışına getirmiş. Ama lafı oraya getirirken de okuyucuda Türköne'nin kendisinin dahi önüne geçemediği izlenimi uyandıran bir yağdanlık tavır takınmış: "Dengir Mir Mehmet Fırat, entelektüel birikimi yüksek, güven telkin eden saygın bir politikacı."

Sonra?

Sonrasında devam ediyor kesmeli Mümtaz'er:

"Belli ki Fırat, bugün yaşadıklarımızı açıklamak için bir tarih muhasebesi yapmış. Üstelik kuraldır: Her devrim "travma" yaratır. Soracağımız sadece şu sorudur: "Ödediğimiz bedele değdi mi?" Ben, bu "travma" sözünden ziyade, gösterilen "travmatik tepkiler"in üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum."

Bu paragrafın sonunda Mümtaz'er topu tartışmanın odağından uzaklaştırmak için açmakta, defansının pek zayıf olduğu defaten ortaya çıkmış, kademe anlayışını tümüyle kaybetmiş kemalistlere bir hücum daha başlatmaktadır. Üstelik şık "ayak oyunları" ile. Mesela, Tıngır Mıngır açık açık 1923 sürecinin yarattığı travmadan bahsederken, Mümtaz'er 1923'e çıkan yolu döşeyen toplumsal travmalardan bahsetmektedir. İkisi siyaseten varmak istedikleri nokta açısından birbirinden çok farklıdır. Burada kemalist kadroların şekilleniş sürecinden bahsedilebilir fakat bu bahis de Tıngır Mıngır'ın açmış tartışmanın odağında duramaz ancak unsurlarından biri olabilir. Mesela Nazlı Ilıcak nam gerici (sinir bozucu sıklıkta TRT'ye çıktığını bilmiyoruz söylemeye gerek var mı?) bile bugünkü yazısında bunun farkına varmış ve daha yumuşak bir tondan Fırat'ı aklamaya çalışmıştır.

Aslında Türköne de bunun bilincindedir. Bu nedenle bu boş bölgeye topu taşımadan evvel kritik bir soru sormaktadır:

"Ödediğimiz bedele değdi mi?"

Çift kesmeli Mümtaz'er'in yazısında bu sorunun yanıtı mevcut değildir.

Çünkü Bu sorunun yanıtından ziyade sorulması ve sordurulması önemlidir.

Çünkü bu soru tüm çözülüş süreçlerinin alamet-i farikasıdır.

Çünkü ihanet çağrıcısı, zayıf psikolojilerin avcısıdır bu soru.

Çünkü son kaleler teslim alınırken sordurulan soru işte budur.

Görülen odur ki Gülen'in yuvaya dönmeye hazırlandığı şu günlerde psikolojik savaşın dozu yükseltilecektir.

Yeni-mürteciler son kaleleri teslim almaya çalışmaktadırlar. Son kaleler arasında emin olunmalıdır ki sol da vardır. Solun çok önce bu soruyu sorarak başka denizlere yelken açan figürlerinin bu denli görünür kılınması, solun darbe anaforuna hapsedilmeye çalışılması, kimi unsurlarının parlatılması bu nedenledir.

Bu sorunun panzehiri karşımızdaki koalisyonun yenilebilirliğini ispat etmekten geçmektedir. Bunun için solun pelteleşmemiş, diri kalan unsurlarını büyük bir mücadele beklemektedir. Bu büyük mücadele TÜSİAD'ın, TOBB'un, AKP ve yeni-mürtecilerin belirlediği çerçevede değil, emekçi sınıfların çıkarları çerçevesinde şekillenecektir. Yazıldığı kadar kolay olmayacağı konusuna herkes kanidir ama yine de söylemekte fayda var, söz konusu süreç önemli tuzaklar ihtiva etmektedir. En önemli tuzak, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, demokratikleşme ve onun görece yeni uzantısı "darbe karşıtı mücadele" anaforudur.

Solun önemlice bir bölümü ise bu anafora çekilmeye teşne olduğunu bağırmaktadır. İşte bu da solun post-travmatik stres bozukluğudur. Çözüm mü? Kimsenin asap bozukluğuna doktorluk yapacak halimiz yok ama tersinden söyleyecek olursak mesele şudur: Türkiye'de solun piyasacılık, gericilik ve işbirlikçilikle hesaplaşmadan bu tuzaktan kurtulması ve bu kez kendisine "değer miydi?" diye sormaması mümkün değildir.
* * *
Madem "Hatırla Sevgili" Mümtaz'er'in bir cin sorusu hakkında bu kadar yazdık. Biz de bir soru ile bitirelim.

TSK, iç süreçleri bu kadar kurcalanarak ve siyaseten sıkıştırılarak acaba bir darbenin içine mi çekilmektedir?

Bir de bu soru yanıtlansın da görelim bakalım.
G.M.

Mümtaz'er Türköne, Travma, Zaman, 26 Haziran 2008
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=706718