Liberal-Muhafazakâr Entelijansiya’ya

Ergenekon Operasyonu'nu kontrgerillanın tasfiyesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesi olarak sunan liberal-muhafazakâr entelijansiyaya en baştan beri hep şu soruyu sorduk: faşist harekete ve taşeronluğunu yaptığı ABD'ye uzanmayan bir operasyonla kontrgerillanın tasfiyesi mümkün olabilir mi, buradan demokratik bir Türkiye çıkar mı?

Bu soru her seferinde yanıtsız bırakıldı. Birkaç generalin ve birkaç faşist artığının yargılanması üzerinden siyasal stratejiler geliştirildi, derin analizler yapıldı, sevinç çığlıkları atıldı.

Bununla da yetinilmedi, Türk sağının katliam listesinin altına Ergenekon isimli bir örgütün imzası atılarak dincisinden milliyetçisine Türk sağının bütün bileşenleri aklandı.

Ve bununla da yetinilmedi. Türkiye solu ve Kürt hareketi derin devletin bir taşeronu ve büyük oyunun kullanılıp atılan bir piyonu olarak gösterildi, mahkûm edildi.

Radikal 2'den Zaman'a, Yeni Şafak'tan Taraf'a Goebbels'inkini aratmayacak bir propaganda aygıtı, bu süreçte büyük rol oynadı. Türkiye toplumu, siyaseti ve tarihi bu liberal-muhafazakâr projeye uygun bir şekilde yeniden yazıldı ve yeniden analiz edildi.

Hedeflenen açısından bakıldığında plan mükemmeldi: Türkiye'nin dönüştürülmesine cevaz vermeyecek olan sol, darbeci, militarist ve komplocu olarak damgalanıp tamamen itibarsızlaştırılacak, sağ ise devletin zulmüne uğramış, mağdur, mazlum, sivil ve demokrat bir akım olarak gösterilip liberal-muhafazakâr bir diktatörlük kurulacaktı.

Halen bir kuruluş aşamasındayız, ancak büyük yol alındı, bunu görebiliyoruz.

Bunu, faşist bir katilden bir gönül adamı, bir barış güvercini, bir demokrat yaratılmasında görebiliyoruz.

Bunu, faşist bir katilin cenaze töreninin devlet televizyonundan canlı olarak yayınlanmasında görebiliyoruz.

Bunu, Doğan matbuatından cemaat matbuatına uzanan mutabakatta, körden badem gözlü yaratma mutabakatında görebiliyoruz.

Ve bunu, Cumhurbaşkanından Korkut Eken ve Mehmet Ağar'ına, Genelkurmay Başkanı'nından Süleyman Demirel ve Rahşan Ecevit'ine, cenazedeki haziruna bakarak görebiliyoruz.

Susurluk'ta ölen reise sahip çıkamayanlar, Maraş'ta ölen reise sahip çıkmakta tereddüt göstermiyorlar ve medyanın bir araya gelmesinden her daim hastalıklı bir haz duyduğu devletin zirvesi, Kocatepe Camii'nin avlusunda eşine az rastlanır bir şekilde bir araya geliyor.

Zirve, vefa borcunu ödüyor bir bakıma, "memleketin Bolşevikleştirilmesine canını siper edenlere", reisin şahsında minnettarlığını dile getiriyor.

Türkiye tarihini bizler gibi Soğuk Savaş perspektifinden okuyanlar için bunda şaşılacak bir durum bulunmuyor.

Devletin milliyetçi-muhafazakâr kanatla daha 40'ların ortalarından itibaren flört etmeye başladığını, NATO üyeliği ile birlikte anti-komünizm adına milliyetçi-muhafazakâr kadroların bürokrasi içerisinde örgütlendiğini, Komünizmle Mücadele Dernekleri'yle, İlim Yayma Cemaatleri'yle, İmam Hatip'lerle ve Komando Kampları'yla anti-komünist militan kadrolar yetiştirildiğini bilenler için cenaze töreni bu perspektifin bir kez daha doğrulanması anlamına geliyor.

Geçmişleri sol düşmanlığıyla geçmiş tetikçilerin şimdilerde demokratçılık oynadıkları köşelerinde reislerine güzellemeler yazmaları da bizi şaşırtmıyor. Kutsal Topraklar'daki Kâinat İmamı'nın elini eteğini öpüp memlekette demokrat rolü yapanların, "Mülkiye'nin bahçesinde solcu döverdik" minvalinde nostaljik satırlar döşenmesi, aslına ricat etmekten başka bir anlam taşımıyor.

Biliyor ve anlıyoruz, kan çekiyor.

Liberal sefalet karşısında hissettiklerimizi ifade etmek için ise şaşırmak sözcüğü yetersiz kalıyor.

Hrant'ın katilleri alperen Samast ve alperen Hayal her mahkeme giriş çıkışında büyük birlik sloganları atarken ve suikast eninde sonunda oraya bağlanırken, Baskın Oran televizyonlara çıkıp reis güzellemesi yapan koroya iştirak edebiliyor.

Neymiş, reis liberal-muhafazakâr entelijansiyanın güzide isimleriyle bir toplantı yapmak istemiş. Murat Belge, Ali Bayramoğlu, Rıza Türmen, Nuray Mert, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Etyen Mahçupyan, Fuat Keyman, Elçin Macar, Ali Bulaç, Şahin Alpay, Nazlı Ilıcak reisle bir araya gelecek ve Türkiye'yi nasıl demokratikleştirebiliriz diye fikir teatisinde bulunacaklarmış.

Baskın Oran, böylesi bir diyalogdan çok umutluymuş.

Sormak gerekiyor: Diyelim ki 80 öncesini, Maraş'ı, Çorum'u, Bedreddin Cömert'i, Cavit Orhan Tütengil'i unuttunuz, diyelim ki o sayfayı kapadınız, peki Hrant'ı, peki bir bebekten katil yaratan karanlığı nasıl ve ne çabuk unuttunuz?

Diyelim ki, Trabzon'daki Emniyet istihbaratının F tipi örgütlenmeye dâhil olduğu iddialarını bir kez bile dile getirmediniz, Ramazan Akyürek ismi köşelerinizde bir kez bile geçmedi, peki büyük ağabey ile reisin yan yana çekilmiş fotoğraflarını nasıl unuttunuz?

Bu kadar mı hafızasız, bu kadar mı korkak ve bu kadar mı vefasızsınız?

Hiç olmazsa Hrant'ın anısına ihanet olmasın diye yapabileceğiniz bir şeyi yapmadınız. Köşelerinizde tek satır dahi yazmadınız, bu milli mutabakat korosunun dışında kalabilecek tek cümle kurmadınız, ne faşist hareketin ne de reisin kişisel tarihine dair cesurca, onurluca, mertçe tek bir yazı bile kaleme almadınız, Hrant suikastının dönüp dolaşıp varacağı yerin neresi olduğunu bildiğiniz halde susmayı tercih ettiniz, sustunuz.

Yetmedi, Fethullah'ın sabotaj iddialarına denk düşecek ve liberal-muhafazakâr projeye hizmet edecek şekilde kazayı "ETÖ"nün hanesine yazdınız.

Hrant'a ve anısına ihanet ettiniz, vefasızlık yaptınız.

Bir Kocatepe Camii'nin avlusundaki devletlûların reise gösterdiği vefaya bakın, bir de kendi vefasızlığınıza, utanın.

Fatih YAŞLI