Kemal Okuyan, soL'da 2 Haziran 2009 tarihli yazısında Çukurova Grubu'nun hisselerin büyük bir bölümüne sahip olduğu Genel Enerji'nin Kuzey Irak petrollerini çıkarmak için katıldığı ihaleyi kazanmasını burjuvazinin iç dengeleri bakımından ne tür sonuçları olabileceğini irdeledi ve bir gerçeğe işaret etti:
"Türkiye burjuvazisinin, kendi içindeki dengelerede belli oynamalar yaratan AKP hükümetine dönük duyduğu kaygılar aynı hükümetin yarattığı açılımlarının yarattığı iklim ve iş olanakları nedeniyle azalıyor. İşin aslı AKP, TÜSİAD sermayesine 'diliminiz azalıyor ama pastayı büyütmekteyim' diyor."
Yazının devamında da: "Ama şunu bilelim ki, sermaye düzeni kendi içinde ne kadar süreceği belli olmayan bir 'barış'a ulaşmış durumdadır." saptamasının ardından, bundan sonra yaşanacak gerilimlerin egemen sınıf ve kurumlardan, toplumsal alana taşınacağı ve bunun da hayırlı olacağını belirtiyor.
Gerçekten sermaye grupları arasındaki denge hali bir süre böyle bir seyir izleyecek. Kısacası AKP'nin sermaye cephesinde başı daha az ağrıyacak. Sorunun ekonomide ve iç siyasetteki hali bu.
Sorunun bir diğer boyutu, "Kürt Sorunu" ve Bölge politikalarıyla ilişkili. Erbil'de açılan vanalardan yalnızca petrol akmayacak, petrolün ötesinde daha büyük ve yoğunluklu olarak siyaset akacak. Emperyalizmin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunu da kapsayan Bölge politikaları yeni bir ivme kazanacak. Daha açıkçası, Türkiye'yi, Türkiye Kürtlerini ilgilendiren ve bizim "ABD barışı" diye kodladığımız açılımın zemini her geçen gün örülüyor.
Belirtilen sürecin akış hızı şaşırtıcı. Şöyle bir geriye doğru gidildiğinde, iç ve dış politikada dillere pelesenk olan "kırmızı çizgiler" hatırlandığında şaşırmamak elde değil. Düne kadar "zinharrr" Talabani ve Barzanı ile görüşülemez, hatta yüzlerine bile bakılmaz diyerek konuşmaya başlayan ne genel kurmay yetkileri var ortalıkta ne de siyasetçi. Televizyonlarda "akıl satan" paşa eskileri de kuyruklarını kıstırıp kayboldu. Eee.. Bu durum kötü mü denilebilir? Elbette kötü değil ama el oğuşturup sevindirik olmadan yerine neyin yerleştiğine bakmak gerek. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'dan Cumhurbaşkanı Gül'e, R.T. Erdoğan'dan Davutoğlu'na kadar işbirlikçi koro, ABD'nin Türkiye'nin bölgedeki yumuşak güç politikasını kullanmasını talep ediyorsa başımız belada demektir. ABD-İsrail-Barzani-Türkiye dörtgenindeki temas noktalarından "kürt Sorunu" na çözüm çıkacağını düşünen ve savunan safdil liberaller, avuçlarını patlatırcasına alkışlarken, sürecin Ortadoğu halklarına, Kürtlere ne tür belalar getireceğinin hesabını da yapmak zorundalar.
Meselenin bir diğer boyutu da, Türkiye Kürtleri ve Kürt siyasi özneleri açısından önemli. Emperyalist-işbirlikçi kurgudan, AKP politikalarından ne Kürt kimliği ne de Kürtlerin ekonomik demokratik haklarına ilişkin olumluluk çıkmayacağı aşikar. "ABD barışı", Kürtleri daha da kimliksizliğe doğru sürkleyecek bir anafor olarak üzerlerine gelmekte. Olası gelişmeleri ve kurguları anlamak için AKP'nin ve işbirlikçiliğin sesi Zaman Gazetesi'nin gündem oluşturan yazarlarına bakmak yeterli. Mehmet Kamış bugünkü yazısında Kürt sorununa nasıl bakılması gerektiğini, saklamadan, gizlemeden açıkça söylüyor. İbretlik bir yazı:
"Kuzey Irak'ın bağımsız bir devlet olması Türkiye'ye bağlı! Türkiye bu bölgeyi ötelemeye ve yok saymaya devam ederse uzun vadede bağımsız bir devletin ortaya çıkması kaçınılmaz. Ancak Türkiye doğal coğrafyasıyla barışır onu himayesine alırsa bunun önüne geçebilir. Böylelikle bölgedeki bütün devletlerden dayak yiyen ve bir hamiye ihtiyaç duyan Kürtler de bölge dışı güçlere yaslanmak zorunda kalmaz."*
Söylenen gerçekten çok açık. Mehmet Kamış'ın ve akıl hocalığını yaptığı AKP'nin Kürtlere nasıl bir kamış atmayı tasarladığını anlamamak mümkün değil. Bu "kamış"tan bölge halklarına özgürlük mü çıkar, Kürtleri eşit özne gören ve Kürt kimliğini ve haklarını kabul eden açılım mı çıkar? Hiçbiri çıkmaz! Çıksa çıksa kimliksizleştirme çıkar. Felaket bu denli geliyorum derken, hala ABD-İsrail-Türkiye saçayağından lütuf bekleyen Kürt siyasetçilerine, liberallere ve liberal solculara şaşmamak elde değil. Gümbür gümbür gelmekte olanı görmeyip, "Yeni Osmanlıcılığı" birilerinin fantezisi olarak değerlendirmek ahmaklıktan öte bir şey olsa gerek.
Gerçekten Erbil'de açılan vanalardan yalnız petrol akmayacak, pis bir siyaset de akacak. Görünen o ki, Karamehmetlere petro-dolar akarken, bölge halklarının ve Kürtlerin geleceğini karartacak zehir de akacak!
Not: Roni Margulies, Radikal'de TKP için "sağcı-milliyetçi" yakıştırması yapmış, ne denir, Roni bağırsa da "kervan yürür", özel ilgi gerekmez. Roni'yi Mazlum-Der'li korumalarına emanet ediyoruz, o kadar...
Mehmet Kamış, 03 Haziran 2009, Zaman Gazetesi
Ali Önder Öndeş