Hoplatılan bebeklere

İstisnalar kaideyi bozmaz sözü, aslen yanlıştır, hem de acayip bozar, ama, alışıldık anlamıyla kullanırsak, medyanın, köşe yazarlarının etekleri zil çalıyor diyebiliriz bugünlerde. Bir alkış, bir tezahürat. Hillary Clinton gelmiş, Obama da gelecekmiş! Hani, Clinton'ların Bill olanı ABD Başkanı'yken gelip de, bir bebeği kucağında hoplattığında herkesin yağı erimiş, sevindirik olunmuştu ya, öyle bir haleti ruhiye hakim. Nitekim, Ahmet Altan da, tam bu örneği vererek, Obama için de parmağını burnuna sokacak bir bebek bulunarak, Türkiye-ABD ilişkilerine yeni bir başlangıç yapılacağı kanısında. Bill'in yakışıklılığı, Barack'ın karizması gibi faktörlerin toplum üzerindeki olumlu etkilerinden de söz ediliyor bolca.

Garip bir şekilde, iki nokta üzerinde duruluyor. Hillary Hanım'ın, şu kendini bilmezlerin dillerine doladıkları Türkiye'nin ılımlı İslam projesiyle şekillendirildiği tezlerine ağır bir darbe indirdiği ve Obama'nın Müslüman bir ülkeden İslam alemine seslenme kararını uygulayacağı ülke olarak Türkiye'yi seçmesinin önemi. Sanki bir basın bülteni dağıtılmış da, köşe yazarlarının tamamı buradan alıntıya ayırmışlar yazılarını. Karbon kopya gibi. Tabii, hepsi kendi mesnedince, bu genel söylemin bir noktasında, "özgün" çıkarımlarını da dahil ediyorlar meseleye. Mesela, yine Ahmet Altan, Türkiye'nin Müslümanlıkla yakaladığı bu fırsatı, demokrasiyle de pekiştirmesi gerektiğini, ABD'nin AKP nezdinde seçilmiş iktidarı ve sivil siyaseti desteklemesinden yararlanıp Ergenekon'un üzerine gitmek için kullanmasını filan öğütlüyor. Ardından giriştiği Erdoğan güzellemelerinin konuyla ilgisi yok.

Yazılıp çizilenlerin özeti: ABD'nin İslamla bir sorunu olmadığı, Müslüman bir ülkenin demokrasiyle de idare edilebileceğini düşündüğü, Erdoğan'ın, Ortadoğu'da, İslam dünyasında elde ettiği bir prestijin farkındalığı gibi mesajları vermesi, AKP'ye açık destektir. Aynı zamanda, laiklik ve demokrasi vurgusu, hiç de "yeşil kuşak"mış, "ılımlı İslam"mış gibi niyetleri olmadığının beyanıdır. ABD dış politikasında, sorunları tartışarak çözmek ve uzlaşma arayışı niyeti görülmektedir ve Türkiye ile bire bir örtüşmektedir.

Kucakta hoplatılan bebekler gibi gülücükler yapan kalemlerin çizdiği tablo böyle...

Bunun en veciz ifadesini, Milliyet'teki köşesinde Taha Akyol'da gördük. Yazısına, "Güzel Amerikalı" başlığını kondurmuş.

"ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, eminim, Amerika'nın Türkiye'de yerlerde sürünen imajına yukarıya doğru bir hareket vermiştir" diye giriyor söze. Sonra Prof. Ahmet Davutoğlu'dan aldığı bilgilerle, birikimini, tecrübesini, mizacını, iletişim becerisini övüyor.

"Bush, savaşçı ve dışlayıcı politikalarıyla 'Çirkin Amerikalı' kavramının simgesiydi. Obama ve Clinton ise barışçı ve diyalogcu politikalarıyla 'Güzel Amerikalı' resmini yansıtıyorlar."

"Sıcak kişilik" diyor Akyol. Doğru. Sürekli ateşlere, sıcak çatışmalara, savaşlara yakınlık, ısıtır insanı. "First Lady"lik dönemindeki başarısından söz edilmesi de doğrudur. "Onu bombalamaya teşvik ettim... NATO yaşam tarzımızı savunmak için değilse neden var?" sözleriyle Yugoslavya konusunda eşine katkısını dile getiren bir hanımdır. Irak'a uygulanan yaptırımların binlerce insanın ölümüne yol açmasını "hararetle" destekleyecek sıcaklıkta, işgale onay vererek, "yakın temas"la iletişim kanallarını açıcı yaratıcılıktadır. Bonkördür, Afganistan ve Irak işgallerinde, kelimenin tam anlamıyla gönlünden kopmuş, bütçeye epeyce katkıda bulunmuştur. Barışsever ve demokrattır, İran'da "terörizmi"n yok edilebilmesi için kelle koltukta savaşmaya can atmaktadır. Güzel kadındır, güzel... Gazze'ye saldıran İsrail'e, en açık desteği verip, "zafer" fotoğrafında yer alacak kadar ehli namus bir barışçı kişiliktir.

Obama? Elbet, bu erdemleri haiz bir hanımı, Dışişleri Bakanı yapmakta tereddüt etmemiştir.

Amerika'nın mümkün olan en güzel yüzü bu işte, ne yaparsınız...

Sonra, diyor ki Akyol, "Clinton'un konuşmalarına baktığımızda, terörle mücadele, KKTC üzerindeki izolasyonun kalkması, enerji sorunları, AB süreci ve Ortadoğu sorunlarının çözümü konusunda iki ülkenin görüşleri büyük ölçüde örtüşüyor." E, başka türlü, "en güvenilir müttefik" olunmuyor tabii. Yalnız, bu "örtüşülen" görüşler ne cihettedir, pek değinmemiş. Mesela, Nisan ayında "soykırım" kelimesinin telaffuz edilmemesi olasılığının doğmasıyla ağzı kulaklarına varanlardan bir teki, bunun karşılığının ne olacağı üzerine tek kelamda bulunmamış, aşkolsun. Mesela, Kuzey Kore niye ilgi alanımıza giriverdi, merak eden olmamış.

"Bush yönetiminin de Türkiye'yi 'şeriatı ılımlı uygulayan ülke' yapmak gibi bir siyaseti yoktu ama terminoloji hataları böyle bir paranoyaya yol açmıştı.

"Çok iyi oldu, Clinton buna son verdi. 'Demokrasi, laik anayasa, dini özgürlük, piyasa ekonomisi, sorumluluk hissi gibi değerler'i vurguladı 'Hiçbir ülkeyi dini aidiyetine göre kategorize etmiyoruz' dedi."

Enteresan. Taha Akyol, ya ılımlı İslam projesinden habersiz, ya da "piyasa ekonomisi" lafzı, her şeyi unutturmuş. Türkiye'nin iç sosyolojik dinamiklerini, artık bu paranoyadan uzak değerlendirebiliriz derken ve buna ABD-Türkiye ilişkilerini de dahil ederken, Müslüman ülke tanımının, halkın dini aidiyetinin çoğunluğundan ibaret bir tanım olduğunu mu düşünüyor, kim bilir. ABD Hıristiyan bir ülkedir gibi yani. Obama'nın İslam dünyasına, onların içinden bir ülkeden seslenmeyi içeren "ilk 100 gün" yol haritasından Türkiye'yi uğrak seçmesinin keyfiyle, idrak de mi zayıflamış ne?

"Müslüman Ortadoğu'da barışın ilk adımları, paranoyaları bir kenara atıp, İran'ı masaya çekerek, İsrail'i sağduyuya yönelterek, radikalleri diyaloğa açarak atılabilecektir. Bunda Türkiye ile Amerika'nın ortak gayretlerinin büyük rol oynayacağı kesindir." Yaşasın!

Zil çalıyor etekleri medyanın. ABD bizi seviyor. Bizi attalara gönderecek, ciciler giydirecek.

"Çirkin Amerikalı"nın nasıl güzelleştiğini anlayamayanlardan Can Dündar'a da bir göz atın isterseniz, aynı gazetede.

Kabaramazsın onur, ABD güzel, sen çirkin!

Asaf Güven Aksel