Hadi Uluengin’e

"Türkiye'de bürokratik vesayet rejimi var."

"Jüritokrasi darbesi demokrasiyi felç etti."

"Bürokratik oligarşi son kozunu oynuyor."

Bu ve benzeri yorumları hemen bütün boyalı basında bulmak mümkün. Hep bir ağızdan bunu söylüyorlar. Nasıl söylemesinler ki? Darbe olmak üzere... Hem öyle bildiğiniz gibi bir darbe değil. Nereden nasıl geleceği belli değil!.. Bürokrasi kılıçlarını çekmiş hazır bekliyor.

Bir sabah bir uyanmışız ki ne görelim: Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik ile Bağ-Kur genel müdürlüklerinin genel müdür ve genel müdür yardımcıları televizyonda filanca sebepten ötürü yönetime el koyduklarını açıklıyorlar.

Olmaz demeyin. Bürokrasi bu!.. İçlerindeki darbeci öz en beklenmedik zamanda ortaya çıkıverir alimallah.

Çözüm mü? Basit canım... Bu bürokratik vesayet rejiminin hakkından gelse gelse Avrupalı ağabeyler gelir.

Bu çözüm önerisine "neden" diye sorduğunuzda ise verilecek yanıtlar "demokrasinin beşiği" edebiyatından öteye gitmiyor.

Bu genel geçer argümanı yanıttan saymayacaksak başka bir yanıt bulmak zorundayız.

Bize kalırsa açıkça dillendirmeseler de neden sorusunun yanıtı esasen şudur:

Bizim bu Büyükanıt/Başbuğ ile yatıp Yalçınkaya/Paksüt/Birden ile kalkan ultra-demokratlarımız aslında o kadar da bürofobik değiller. Onlar esasen bizim bürokrasiyi ancak AB bürokrasisi döver diye düşündüklerinden AB kapısında her türlü aşağılanmaya razı oluyorlar.

Yoksa dünyanın en büyük ve karmaşık bürokratik ağına sahip AB'nin kendisine karşı her türlü demokratik tepkiyi bürokratik mekanizmalarla etkisiz kılmaya çalışması artık bir klasik haline geldi.

Yoksa dünyanın en anti-demokratik ve bürokratik yapılanmasından bürokrasiyi "millet iradesi" lehine dize getirmesini beklemek en hafif deyimle saflıktır.

Avrupa halkları nezdinde hiçbir meşruiyeti kalmamış AB bürokratlarından bir tanesi kalkıp "AKP kapandığı takdirde havada bulut sen AB'yi unut" diye bir açıklama yaptığında bunu demokrasi geliyor diye el ovuşturarak izlemek düpedüz salaklıktır!

Eğer bu zeka kusuru konusunda anlaşıyorsak, devam edelim ve söz konusu kusuru bir örnek üzerinde inceleyelim.

"Nitekim, dün ben bu satırları yazarken Brüksel'de konuyu tartışan AB zirvesi henüz noktalanmamıştı ama, bir çuval inciri berbat eden bu gelişmeye kolay çare bulunamayacak."

Çare aranan mesele İrlanda tarafından Lizbon Anlaşması'nın reddi...

Malumunuz, 2005 yılında Avrupa Anayasası Avrupa halklarının büyük çoğunluğu tarafından reddedildi. AB bürokrasisi durur mu hemen Lizbon Sözleşmesi Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edildi kabul edilmesine ama şimdi de Anayasa yerine hazırlanan Lizbon Anlaşması daha ilk durakta İrlanda'da reddedilmiş durumda. Şimdi yeni bir çözüm aranıyor. Avrupa halkları bezene kadar!..

Lizbon Anlaşması olmadı Malta Protokolü verelim, o da mı olmadı Roma Konvansiyonu alır mısınız?

Hadi Uluengin'in yazısı bu eksende olsa aslında bugünlük kendisine dokunmayabilirdik ama ne mümkün. Hadi elbette bu kadarla durmamış duramamış.

Yazısının başlığı "Nankörler ve Halklar"... Hadi'nin yazısı şu şekilde başlıyor: "Sonucu işittiğim an bütün cinlerim başıma toplandı. Hiddetten köpürdüm. İlk tepkim, televizyon önünde avazım çıktığı kadar "nankörler" diye bağırmak oldu. Ekranın kırılacağından korkmasam, elimdeki meşrubat şişesini fırlattığımın resmidir."

Bir ruh halini yansıtması açısından ibretlik olan bu satırlara konu olan enstantane, yukarıda bahsettiğimiz gibi İrlanda halkının Lizbon Anlaşması'nı reddetmesi üzerine gerçekleşiyor. Cinli Hadi, çok kızıyor İrlanda halkına bağırıyor ve muhtemel ki küfrediyor.

İrlanda büyük nankörlük ediyor Hadi'ye göre. Zira Yunanistan ve Portekiz dahil olmak üzere AB'den kimse bu kadar nemalanmamış, hiçbir ülke İrlanda kadar, yine Hadi'nin değişiyle, "mangır götürmemişti".

Uluengin Dublin'e yaptığı ziyaretlerinde bu şehri hep üçüncü dünya şehirlerine benzetirmiş. Ülke, AB öncesinde bir "molozluk müzesi"ymiş.

Sonra ne olmuş?

"Sonra, yukarıdaki AB tam anlamıyla bir Hızır Aleisselam olarak imdada yetişti".

Hızır'la yetinilmeyip "aleisselam"ın arkadan yetiştirilmesini bir kenara bırakırsak, AB'nin yukarıdan adeta deus ex machina, bir mekanize tanrı gibi inivermesi de esasen üzerine derinlemesine düşünülmesi gereken, Hadi'nin siyasal bilinçaltını açık eden bir söylem niteliğindedir. Tabii bu AB masalı burada bitmiyor.

Hızır aleisselam, öyle cömert davranmış ki İrlanda'ya, AB nimetlerini ekmeksiz götüren nankör İrlanda halkı semirmiş coşmuş. Avam işleri ile uğraşmaz olmuş. İrlanda'da muslukçular Leh, hizmetçiler Rumen, çöpçüler Paki imiş. Hadi de bunu düşünerek "darısı başımıza" demiş. [Sanıyoruz bu cümlenin pek anlaşılmadığını Hadi de kabul edecektir. Darısı başımıza olan Rumen hizmetçiler, Leh muslukçular mıdır?]

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine demekten başka bir şey gelmiyor elimizden ama Hadi'nin incileri de bitmiyor:

"Ama işte, "veli nimet" olarak öpüp başlarına koymaları gerekirken, devede kulak bir İrlandalı "çoğunluk" Topluluk Anayasa'sını reddetti ki, şimdi ayıkla pirincin taşını..."

Olacak iş değil...

Hadi'nin mantığı açık: AB İrlanda'ya eşek yükü ile para vermiş ya İrlanda halkının artık AB'ye, uygulamalarına, kendi geleceklerine ilişkin söz söyleme haklarını da satın almış oluyor.

AB'nin bürokratik dayatmasına karşı çıkan İrlanda halkı bir anda devede kulak çoğunluk oluveriyor.

Milli iradeye ram olmak böyle bir şey olsa gerek!

Hadi'nin mantığı aynen Türkiye için de geçerli...

Uluslararası sermayenin desteği ile ayakta duran AKP orada durduğu müddetçe birilerinin küpü doluyor, bu esnada insanlar önce aç bırakılıp sonra sadaka dağıtılarak satın alınıyor ya, işte böyle bir atmosferde "millet iradesi" denen şey Dengir Mir'in edepsizliğine, Cemil Çiçek'in küfürbazlığına çeşniden ibaret kalıyor.

İster Genelkurmay tarafından AKP'ye hediye edilen "yüzde 47"yi kabul edelim ister bu oranın gerilediğini varsayalım AKP'yi istemeyen büyük çoğunluk olsa olsa devede kulak çoğunluk oluyor.

Bu devede kulak çoğunluk ise içe kapanmacı, '30'lar sevdalısı, devletçi, laikçi, darbeci, anti-demokratik, çağdışı bir koalisyon oluşturuyor. Eee tabii Türkiye'de örgütlülükleri de mevcut: Ergenekon!

İrlanda'da da böyle olmuş olsa gerek:

İrlanda Ergenekonu'nun kışkırttığı "Leh muslukçuyu sepetlemek isteyen "sıradan proleter"ler, Dublin'in AB komiseri feragatini "onur"una yediremeyen "milli egemenci"ler, "havaiyatçı ekolojist"ler" AB'ye karşı büyük bir komplonun altına imza atmışlar anlaşılan...

Yazıyoruz yazıyoruz bitmiyor. Yazısının sonunda ise halk düşmanlığını bir kez daha açık ediyor Hadi:

"HALK... Ne mukaddes, ne dokunulmaz ve kulağa ne hoş gelen bir kelime değil mi? O halde, buyrun ve kutsaldır diye, halkın n-a-n-k-ö-r-l-ü-k'üne de ses çıkartmayın.

Haydi ama Hadi? Hiç oldu mu?

Siz değil miydiniz yıllarca senin bu cümleni yazanlara seçkinci, vesayetçi diyen...

Siz değil miydiniz böyle diyenleri darbecilikle, milli iradeye ram olmamakla suçlayan...

Siz değil miydiniz bunlar yazılınca tepeden inmecilik diye yaygarayı basan...

Yazısının başından ve içindeki bu muazzam tutarsızlıktan da anlaşılacağı gibi Hadi'nin bir hayli sinirleri bozulmuş. Sinirleri bozuldukça kalem sürçmüş, takke düşmüş, kel görünmüş.

Pekiyi neden bu kadar sinirlenmiş olabilir?

Hadi, sanırız, İrlanda'daki oylamanın sonuçları öncesinde konuya ilişkin yazısını hazır etmişti "Proletaryadan AB'ye Tam Destek" başlığıyla. Bu yazı boşa gitti.

Hadi kızmasın ama şimdi AKP için 22 Temmuz sonrası hazır ettiği yazılara geldi sıra...

Bürokrasi, darbe falan diye bir şeyler yazıp çiziyorsa şimdiden uyaralım da kendisini, boşa yorulmasın, yine bir yanlış hesap yapıp da AKP projesi yargı/ordu tarafından durdurulacak diye salakça şeyler karalamaya kalkmasın.

G.M.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9237004.asp?yazarid=22&ampgid=61&ampsz=63473
Hadi Uluengin, "Nankörler ve Halklar", Hürriyet, 21 Haziran 2008