Fasulyelere…

Fasulye I

İlkokul zamanlarımızdan hatırladığımız fasulyeler vardı malumunuz. Sayı saymayı öğretmek için kullanırdı öğretmenler. Tam aklımda kalmamış nasıl kullandığımız fakat bu iş için kullanıldığına eminim. Renkli, yassı, plastik fasulyeler. Hâlâ milli eğitimimizin bir parçası mıdır bu fasulyeler onu bilemiyorum. Ancak birilerinin sayı saymak için, hesap yapmak için kasedi ta fasulye yahut abaküs kısmına kadar sarıp, oradan başlamalarında fayda var.

Daha açık olalım.

Dün Hürriyet'teki köşesinde Hürriyet'in "beyin takımının" Ergenekon'a ilişkin eğilimlerini yayınlayarak "hamdolsun abdestimiz sağlam" mesajı veren Ertuğrul Özkök'ten sonra Yenişafak isimli cahillerin cirit attığı Ebu Bevvap tekkesi de bir anket yayınladı gazeteden aldıkları 50 kişilik örneklem (dev kadro olarak okuyabilirsiniz) üzerinden.

Pek güzel sonuçlar çıkmış: %90 Ergenekon'a inanıyormuş.

Diyecek bir şeyimiz yok. Her anlamda imanları kuvvetli arkadaşların. Bravo!.. Zaten "Ergenekon Yeniden Yapılandırma" isimli ne olduğunu anlamadığımız Türk Magna Carta'sının orijinalinin Fehmi Koru'da olduğu artık açıklığa kavuşmuş durumda.

Neyse konumuz bu değil.

Ders: Matematik

Konu: Dört işlem

Ankette sorulan bir diğer soru ise dava sürecinde hukuk ihlali olup olmadığına ilişkin.

Kaşlarını kaldırarak "Zinhaaaar" diyenlerin oranı %55. "Var, var, tabii ondan da koy" diyenlerin oranı %45.

Her yanından yapaylık ve uydurukluk akan anketin kokusunun çıktığı nokta da burası sayın soL okuyucuları.

50 kişilik örneklemin %55'i yani sayıyla (50x55/100=) 27,5 yazıyla yirmi yedi buçuk kişi hukuk ihlali yok demiş. Dolayısıyla (50-27,5=) 22,5 kişisi de hukuk ihlali yapılıyor diye bozuk atmış. İsteyenler sağlamasını (50x45/100) işleminden de yapabilirler.

Şimdi Yenişafak yönetiminden bu yarım insanların (iki kişi olması gerekiyor) kim olduğunu açıklamasını talep ediyoruz.

Ha diyebilirler ki "demokrasiyi sindirip üzerine bir de Topbaş'ın muhallebicisinde tatlı yiyen" Fehmi Koru, yıllardır karnından konuşturduğu arkadaşı Taha Kıvanç ile oylarını hak geçmesin diye yarıya bölüp iki taraf için de kullandı.

Açıklayıcı oldu mu? Oldu tabii canım... Böyle gazeteye böyle açıklama!

Artık doğrudan psikolojik savaş aygıtı olarak işlev gören bu lunapark aynalarına ne diyebiliriz şimdi?

Otur sıfır!

Fasulye II

Malumunuz fasulye mutfağımızda önemli yeri olan bir bakliyat. Gel gelelim kimi istenmeyen yan tesirleri mevcut bu nimetin gaz yapıyor. Evrensel bir kaide ve yapılabilecek şey çok az. Ancak haşladığınız suyu atıp yemeğe katmazsanız bir nebze önleyebilirsiniz bu tatsızlığı.

Bir insandan gazlı diye bahsedilmesinin iki nedeni olabilir. O insan "gaza gelmiş" olabilir. Ya da...

Ya da kategorisi çoğalıyor basında. "Yandaş medya" kategorisinin dışında kalanlar kıvrım kıvrım kıvranıyor:

Tek seslilik.

Otoriterlik.

Totaliterlik.

Mesela Serdar Turgut'a "günaydın" diyelim... Zira kendisi bile tehlike çanlarını çalmış: gidişat otoriter bir yönetime doğru diye!

Geçenlerde Nuray Mert yeni köşesinde benzer görüşlere yer vermişti.

Haydi, Nuray Hanım'ın AKP ile olan gelgitli ilişkisini, türban denince titreyen gönül tellerini bir yana bırakalım da bu "Serdar Turgut'a ne oluyor" diye sormak gerekiyor.

Benzer bir durum tıpkı Turgut gibi genel yayın yönetmenliğinden mütekait Ergun Babahan'da da görülmüştü.

İsmi "Recebin Tavuğuna" çıkan bir genel yayın yönetmeni giderayak zehir zemberek göndermelerde bulunmuştu "tek sesliliğe" ilişkin...

Vatan Gazetesi'nin yazarları her gün bu türküyü söylüyor.

Tayyip'in ikinci boykot çağrısından sonra Milliyet gazetesi yine AB'nin eteklerine sarılarak "otoriter" yönelimi AB bürokratlarının ağzından kınamış. Aynı zamanda Sedat Ergin de III. Doğan Meydan Harbi'nde cengâverce savaşırken şu satırları yazmış: "Karşımızda bir kez daha, öfke kontrolü olmayan, hoşuna gitmeyen haber, yazı ve fotoğraflar üzerine gazetecileri azarlama hakkını kendinde gören, otokrat eğilimleri ağır basan tipik bir üçüncü dünya lideri var."

Sedat Bey'e de "günaydın" diyelim ve bir ufak parantez ile devam edelim.

(Bu totaliterlik ya da otoriter yönelim konusunda açık ve net tanımlara kavuşmamız gerekiyor. Zira şu anda "korku imparatorluğu", "neo-faşizm" gibi gündelik dile yerleşmeye başlayan tanımlamaların taşıdıkları bir "öz" var. Hayır, pek kıymetli savcımız Zekeriya Öz değil. O öz şu: Söz konusu tanımlar "has liberalizm"in diğer ideolojilere üstünlüğünü verili kabul ediyor. Büyük oranda AB'de cisimleşen bu "öz"den sapmaya, daha doğrusu "has liberallerin" çıkarlarını tarumar ederek o hedefe yürümeye karşı edilen feverandan bu haliyle sola "ekmek" çıkmaz. Dolayısıyla son süreçte tuzaklar bir değil ikidir. "Ergenekon söylemi" çok özel bir biçimde toplumu ve siyasetin ibresini sağa çekerken, "Ergenekon söylemi"nden kaçarken "doluya tutulmak" ve "has liberaller"in kucağında soluklanmak pek mümkün.)

Şimdi şu fasulye ve gaz meselesine dönelim...

Sedat Bey'e sormak lazım: Sayın Ergin, köşenizden, yönetiminde söz sahibi olduğunuz gazete ve holdinginizden Erdoğan'a gaz verirken, bir gün bu durumun sizde gaz yapabileceğini hiç mi düşünmediniz?

Şimdi kusura bakmayın ama avcıyı caydırmak için her kuyruğunuza basıldığında çıkardığınız koku yıllardır yaydığınız kire, memlekete ettiklerinize pek denk düşüyor. O nedenle yadırgayamıyoruz, ayırt edemiyoruz.

Şimdi bu Sedat Ergin'e başka ne denir?

Çık dışarı!

Fasulye III

Bir de, hepimizin bildiği gibi, kendisini fasulye gibi nimetten sanmak diye bir söz vardır dilimizde. Uzun uzadıya açıklamaya gerek yok.

Alçak dağları ben yarattım sendromu...

Konversçi Genç Şiviller, hem genç hem de şivil olmanın verdiği avantajını kullanarak "nüktedan" açıklamalarına bir yenisini eklemişler.

Hayır hayır... Sözümüz onlara değil! Onların kendilerini nimetten sanmaları için gerekçeleri var.

İlki şu: Ünlü Türk Büyüğü Melih Gökçek'in kısmetse bir dahaki belediye seçimlerinde Çankaya'dan aday yaptıracağı oğlu Osman Gökçek'in tanımını burada es geçemeyiz. Onlar elbette nimetten... Çünkü:

"Gençlik yedi harfin bir araya gelip de oluşturabileceği belki de en anlamlı kelimedir."

(http://www.osmangokcek.com/default.asp)

İkincisi: Yeterince fonlanıyorlar, gazlanıyorlar, semiriyorlar vs...

Ergenekon soruşturmasının savcı atanması yolu ile sulandırılacağını düşünen genç şiviller (daha ne kadar su kaldırır onu bilmiyoruz ama savcı atamanın bir sulandırma yöntemi olduğunu kendilerinden öğreniyoruz.) yine nüktedan tonları ile gerek Kanadoğlu'nu olsun, gerek Başbuğ'u olsun yerden yere vurmuşlar, ülkemizin geleceği, gözbebeğimiz gençler olarak mangalda kül bırakmamışlar.

Bir de temaşa düzenlemişler bu genç şiviller. Toplantı'da hem devrimci hem sosyalist hem işçi partisinin başkanı Doğan Tarkan önemli açıklamalarda bulunmuş. Hem karşı-devrimci, hem anti-komünist, hem işçi düşmanı Zaman gazetesi buna çarşaf çarşaf yer vermiş. Tarkan (aman yanlış anlaşılmasın Doğan Tarkan) demiş ki (daha doğrusu çıkışta bulunmuş):

"Ergenekon'a hesap sorulması vicdani bir görevdir. Bir general, 'İntikam alınıyor.' diyor. İntikam almıyoruz, hesap soruyoruz. Tabii ki soracağız. Bu, toplumun hakkıdır."

Hah işte üçüncü fasulye ödülümüz de bu lafa gidiyor. Kendisini nimetten sanan Tarkan'a...

Şimdi hem devrimci hem sosyalist hem işçi partisinin başkanı Tarkan'a ne denir?

Yok ona bir şey denilmez bu saatten sonra.

Ama Ergenekon ve Tarkan hep yan yana gelmez. O nedenle biz bu şansı iyi kullanıp başkasına seslenelim:

Atıl kurt!..

G.M.