Ertuğrul Özkök'ün Pazar yazılarına

Pazar ya da bayram yazılarının "kitapta" net ve genel kabül görmüş bir tanımı var mı bilmiyorum. Ertuğrul Özkök'ün bir "pazar yazısı" formatı olduğu ise kesin.

İçtenlik ve açıklığı bir üslup haline getirmiş olan (ötesini bekliyor değiliz tabii) bu 100 ünlü Türk, Pazar yazılarında bu üslubu zincirlerinden boşaltıyor. "O mahrem anlarımızda kendimizle yüzleşirken, hep kaçtığımız şu soru bizi bir köşede sıkıştırıp sormuyor mu kendini" ya da "çocukluğumun yitik günlerindeki saflık, belki benden çok uzak şimdi. Ama ağaran sakallarımın ayaklarıma kadar indiğini ve ayak başparmağımı gıdıkladığını hayal ederken, diyorum... Neden olmasın?" ya da "Hep kırıp döktüğümüz, ihanet ettiğimiz, oyaladığımız ve harcadığımız bir şeyler yok mu? Benim var! Ve iyi ki var. Ve iyi ki bunu itiraf edebiliyorum" tadında yazıyor pazarları.

Pazar günü ağır yazı okumak istemeyen okura bir ferahlık, bir hafiflik sunmak işin bir tarafı olsa gerek. "Bunları pazar günü yazayım, daha az kişi okur nasılsa" ya da "çok uçarsam, ertesi gün, Cumartesi erken başladım içmeye derim" gibi gerekçeler de olabilir tabii. Bir de böyle bir formatı tutturmanın önemli yararı herhalde "yedek yazı"lara sağladığı kolaylık olmalı. Pazar yazıları, bir kenara 8 - 10 yedek atıp ihtiyaç duydukça "bugün benim yedeklerden birini koyun" talimatıyla durumu idare etmeye de güçlü bir zemin sunuyor. Aynı şeyi hafta içi yapsanız madara olursunuz.

Neyse efendim...

Pazar yazısı dediğimizde bu bayram yazılarını da kapsıyor tabii.

Bayramın 3. günü Özkök'lerin paşa olmayanı bir bayram yazısı yazmış.

Eh, Özkök'e bayram da bize fazla mesai mi?

Biz de bir bayram yazısına takılarak günü kurtaralım diyoruz. Sakın aklınıza ters bir şey gelmesin. Ertuğrul Özkök'ün "yedeklerine" önceden ulaşıp, önceden onlara birer "sabah sabah" hazır edip, sonra da yedekler çıktıkça ilgili "sabah sabah" yazısını koyuyor değiliz.

Yani aslında Özkök'e bayram da bize mesai...

Özkök'ün bayram yazısının başlığı "Neden dövme yaptırırız?"

Yazı vesilesiyle öğreniyoruz, Özkök'ün de sol kolunun içinde üç tane japon harfi var imiş. Yani biz fırsat kollarken, Özkök kendisi yaptırmış "dövme"sini.

Bayram yazısı, çok çevirmeye gelmez, Özkök'ün yanıtını söyleyelim:

Sabahları kalktığımda hep kolumdaki dövmeye bakıyorum.
İnsan, hayatının sonuna kadar terk edemeyeceği bir şeyi gövdesine neden kazıtır?
Bu sorunun cevabını bulamıyorum.
Ama bildiğim bir şey var.
Bu işaretler bana tuhaf ve güzel bir duygu veriyor.
Sadakat...
Başımdan hiçbir zaman atamayacağım, atmak istemeyeceğim bir şeyler.
Bu fani dünyaya ait, küçücük bir demirleme limanı.
Sandalı küçük olmayan insanların da sığınacak limanlara ihtiyacı vardır.
Dövme bana bunu hatırlatıyor...
Ve kendimi güvenli, huzurlu bir limana atmış hissediyorum.

Ona artık "sandalı küçük olmayan Ertuğrul" dememiz gerekiyor.

"Vay be adam ne atmış" demeyiyse ihmal edemiyoruz. Koluna yaptırdığı "capon harfli" dövmeden neler çıkarıyor sahi? "Ya da ebedi sevgilisi "capon" mu ki lan?" diyen muhayyel lümpen okura katılmadan edemiyoruz.

Öte yandan yazının amacının bu olduğunu hiç sanmayın. Yani Özkök bu yazıyı kolunda dövme olduğunu itiraf etmek ve bu itirafının üzerine bir de "dövme teorisi" kondurup bayramımızı şen etmek için yazmış değil bu yazıyı (kanımca).

Yazıda asıl "üslup" attırılmış paragrafları sona koyalım ve kaçalım.

"BİR gün "hedonizm" ve kendine hayranlık tarihi üzerine bir kitap yazsam, herhalde "Amerikan Sapığı" filminin o sahnesiyle başlardım.
Filmin kahramanını oynayan Christian Bale'in canlandırdığı Patrick Bateman, sabah sporunu yaptıktan sonra aynanın karşısına geçer ve hayranlıkla kendini seyreder.
O an, Tanrı'nın yarattığı en üst varlığın kendisi olduğu duygusuna ulaşır.
Hedonizmin en üst hali budur.
Kendine, sadece kendine aşık bir bilincin, yaratanla buluştuğu bu an, aynı zamanda insanın kendini en muktedir hissettiği andır.
O duygu, Patrick Bateman'ı, bıçaklara, hayali cinayetlere sürükler."

"Geçen cumartesi Herald Tribune Gazetesi'nde bir makale okurken o sahne aklıma geldi.
Aynanın karşısında çırılçıplak kendini seyreden o adamı ben de seyrettim.
Gövdesini baştan aşağı dikkatle taradım ve bir şey dikkatimi çekti.
Patrick Bateman'ın gövdesinde tek dövme yoktu.
Hiçbir takı da yoktu.
Sahneyi yeniden seyrederken düşündüm.
Acaba, Tanrı'nın yarattığı o mükemmel esere bir şey eklemek, tabiatın estetiğine ihanet midir?

Sonra bir şeyler oldu ve alt kültürün bu en hoyrat, en saldırgan ifade biçimi, üst kültürün mensuplarına doğru harekete geçti.
Üst kültürün insanları sanki yukarılardan ilahi bir emir aldı ve vücutlarına dövme vurdurmaya başladı.
Önceleri ürkek ve utangaç biçimde.
Vücutlarının çok mahrem, sadece kendilerince görülebilecek yerlerine.
Sonra başka bir şey daha oldu.
Dövme sadece kendimize ait bir şey olmaktan çıkıp başkalarıyla paylaştığımız bir parolaya, bir ortak dile dönüştü.
Birbirimizi dövmelerimizden tanır hale geldik.
Eminim "Amerikan Sapığı" bugün yeniden çevrilse, o gövdenin en tahrik edici bölgesinde agresif bir dövme olurdu.

N.K.

"Neden dövme yaptırırız", Ertuğrul Özkök, Hürriyet - 2 Ekim 2008