Altan’ın muhtırasına

Ahmet Altan "muhtıra" vermiş köşesinde. Hoş aslında Altan'ın derdinin geçtiğimiz günlerdeki bir muhtıraya yer vermek olduğunu biliyoruz ama yazının başlığında tek başına duran bu kelimenin yazılanlara bakıldığında kendisine de yakıştığını söylemeliyiz.

Yazının, Başbakan'ın "biz haklıyız ve doğru yerdeyiz, gerisini yanlış yerde duranlar düşünsün" dedikten sonra yazılmış olması biraz jargonu etkilemişe benziyor. Düşünmeyi pek de bilmeyen ve olabildiğince bencil bir halk, onların bu birbirine çelme takmasıyla varlığını sürdüren "asıl efendiler" bir de onların tek gerçek rakibi özgürlük savaşçısı Avrupa Birliği...

Muhtıra yazılmış da, okuyanda "kime?" sorusunun cevabı oluşmuyor.

Yazı doğal olarak, ümitsizlikten başka bir şeye kaynaklık edemeyeceği anlaşılan bu köle ruhlu bencil halka seslenemeyeceğine, sitemle karışık bir öfkenin muhatabı asıl efendilere de uygun olmadığına göre geriye bir tek AB kalıyor. Herhalde tek rakibi AB olan bizim efendilere AB'nin birşeyler söylemesini istiyor Altan. Herkes "yerini" almışken Altan'ın telaşını biraz olsun anlamak gerekiyor.

Gerekiyor da, böyle bir AB'ciliğin şimdi ne yeri ne zamanı!

Yazı aslında herkesin bir diğerinin özgürlüğünü sınırlandırdığını ve köleleştirdiğini anlatarak başlıyor. Kürt sorunundan Türban tartışmalarına muhafazakarlıktan komünizme her şey aslında ötekinin özgürlüğünün konusu. Bunların kendi gerçekliklerinden ziyade birarada durmalarının bir anlam yaratması postmodernist düşüncenin bir deformasyonu sayılmalı. Her şeyin bir kimlik ve bir söylem olarak algılanması ve böyle savunulması... Buradan özgürlük değil bir yanılsamanın çıkacağı ise açık olmalı.

Toplumdaki özgürlükler alanının oyun teorisi ile anlaşılabileceğini ima etmenin bile, sınıfsal, siyasal ve ideolojik olarak birbiri ile çatışan pek çok düzlemin ya hiçbir anlam taşımadığı ya da taşımaması gerektiğini söylemek anlamına gelir.

"Düşünce özgürlüğü olmaması, insanların düşüncesini söyleyememesi değildir, düşünce özgürlüğünün olmaması insanların düşünemesidir." diyen Sartre'tan alıntı yapılması ise gerçekten ironik. Bu alıntı düşünce özgürlüğünün yokluğu kadar kendisi hakkında da bir fikir vermektedir.

Yazı boyunca burada yaşayan insanların görememesinden yakındığı şey ise gerçekten hoş.

Diyor ki "Hayat biraz alaycıdır. Hem kendi özgürlüklerini isteyen hem de özgürlüklere bizzat kendileri karşı çıkan bu insanlara özgürlüğü bir başka güç getiriyor. Bu ülkenin dışında bir güç. Avrupa Birliği."

Yer olsa da değinsek dedirten Baskın Oran'ın neden artık AKP'den sıtkını sıyırdığını açıkladığı yazıdan ödünç alarak söylersek hakkaten "bu literatüre girer."

Hayatın biraz, Altan'ın ise çok alaycı olduğuna şüphe yok.

"Herkes özgür olmalı, benim üyem olmak istiyorsan bütün insanları özgürce yaşayan bir ülke olmalısın" diyen AB, bu ülkenin asıl efendilerinin de gerçek rakibiymiş.

Asıl efendilerin asker olduğunu söylemeye tabii ki gerek yok. "Askeri vesayete Avrupa Freni" manşeti ile duyurdukları Ulusal Program Taslağı'na jandarmanın tepkisi bu yazıyı yazdırmış. İç güvenlik hizmetinin sivil iradenin denetimine girmesi önerisine ilişkin olarak "dikkat çekici" saptaması ile Jandarma Genel Komutanlığı'nın hükümete "muhtıra" verdiğini ve Avrupa'nın istediğinden daha fazla özgürlük isteyen hükümete sataştığını yazmış Altan. "Halbuki Avrupa denildiğinde askerin sivil hükümete itaat ettiği bir yapı akla gelir."

Yani?

"Burada yaşayanlar" yapamadığına göre oradakilere sesleniyor Altan.

"Paşasının başbakanı" dedikleri Erdoğan'dan ümidi kesen yalnızca Baskın Oran değilmiş anlaşılan. Ama paniğe de gerek yokmuş, halkın zincirlerini AB kıracakmış!

Herhalde şu krizi atlattıktan sonra gelecek AB zincir kırmaya diyelim, bir de kriz sohbetlerine değinelim.

Pazar günlerini krizi anlamaya ve anlatmaya adadığı anlaşılan Berkan, bu ısrarını sürdürdüğü sürece bize de konuk olacak gibi görünüyor. "Ayn Rand'i hatırlamak" başlıklı bugünkü yazısında Berkan daha önce yazdıklarını pek de hatirlamadığını ya da hatırlamak istemediğini hissettirmiş.

Neyin sonunun geldiğine bir türlü karar verilemeyen şu günlerde, kaptalizmin değilse de bir versiyonunun sonunun geldiğine ikna olmuş Berkan. Sonunda.

Yalnız, Berkan'da bile devlet müdahalesinin karşısında duranların bu tükenişteki paylarının sorgulandığı düşünüldüğünde bırakınız yapsınlarcı piyasacıların hiç de öyle kendi hallerine bırakılmayı istemedikleri anlaşılıyor. Bisiklete binmeyi yeni öğrenecek çocuklara verilen cinsinden, arka tekerleğin iki kenarında küçük destek tekerlekleri bulunan piyasa modelleri tavsiye edilmeye başlandı bile. Piyasa ile devlet arasında bir karşıtlık olduğu yanılsamasını yayanlar da onlardı zaten ama piyasanın içinde devletin de doğal bir aktör olduğunu ikna etmek için de hayli uğraşacakları görülüyor.