Üstünüze Afiyet Çok Pis Solcuyum

Solcuyum. Hatta gelenekselinden. Örfüme, adetime bağlıyım. Sosyalistim. Komünistim. Marksistim. Leninistim. Troçkistim. Öyle başıbozuk aydın değilim. Şahane bir partinin üyesiyim. Yetmedi cillop gibi bir tane daha kuruyoruz. İlkem azınlıkları korumak, diyalektiği saymak, sınıfı özümden çok sevmektir. Yarın bizimdir yoldaşlar. İş, ekmek, özgürlük. Fabrikalar, tarlalar, siyasi şeylerin hepsi bizim olacak. Tax the rich, stop the cuts.

Geçenlerde Genelkurmay’ın Boyoz Planı da açığa çıktı. Gördünüz mü a dostlar? Yasemin ve Ahmet anlattı bana da Kemalistler hepimizden sabun yapmayı düşünüyormuş.

Oysa sabun Marksist-Leninist literatürde çok önemli bir yere sahip. Suya sabuna dokunan bir toplum olmak, Marksizmin açıklayıcı gücüne güvenmemiz için daha kaç darbe olması lazım? Marx’ın, 1853’te halka sabun talebini yükseltmesinden tutun Mikoyan’ın 1935’te SBKP politbüro toplantısına tuvalet sabunlarını getirmesi neticesinde Stalin’in Hacı Şakir’in torunu olduğunun meydana çıkmasına kadar pek çok örnek bunu göstermiyor mu?

İşte bugün militarizme karşı mücadeleyi küçümseyenler yalnızca Marksizmden çıkmakla kalmıyorlar, Stalinizmin ve Kemalizmin de tuzağına düşüveriyorlar. Ben İngiltere’de yaptığım bir toplantıda da bunları açık açık söylemiştim de şaşırıp kalmışlardı.

İngiltere demişken samimiyetinize güvenerek bir şey söylemek istiyorum. Türkiye gibi kapitalizmin tam olarak gelişmediği, marksizme uygun olmayan bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamaktan hiç hazetmiyorum. Doğruya doğru... Şu demokratikleşme de olmasa, tut tutabilirsen beni. İşçi sınıfına bakıyorum, bakıyorum baktığım yerde İngiltere işçi sınıfının epik mücadelesini, Rus işçi sınıfının şahlanışını göremiyorum.

Türkiye’de bin kişinin çalıştığı yerde beş kişi greve çıkıyor. Kazanma şansı var mı bunların? Yok. Ben kötü demiyorum ama manasız buluyorum.

1 Mayıs oluyor, Taksim falan diyorlar. Doğulu inadı işte!.. Sonra da bunları Vali Bey haklı olarak oraya alamıyor. Allah’ın emri değil ya Taksim. Kazlıçeşme ne güne duruyor?

Kaz dedim de aklıma geldi. Troçki yoldaş kaz avlamaya gidip 1923’teki o politbüro toplantısını kaçırmasaydı. Ahh... Ahh...

Sonra TEKEL İşçileri... Ben TEKEL işçisi gördüm. Ben TEKEL işçisi ile konuştum. Hatta Melih de görmüş, pek beğenmemiş. Ben beğendim. Yerel bir dil kullanıyorlar. Tekelce olabilir. Tam bilemiyorum. Yemek pişiriyorlar yaşam alanlarında. Ama her gün yemiyorlar. Kimileri yemek yememişti bir kaç gündür. Aslında “çok aç kalıp birden yemek mideyi yorar” diyecektim ama sonuçta onların yüzyıllardan imbikleyip getirdikleri yaşam tarzına müdahale etmek istemedim. Belki de bizim bildiğimiz yanlıştır.

Özellikle soğuk yerlerde yaşıyorlar. İkramlarını kabul ederseniz sıcak davranıyorlar. Kendilerine özgü dansları ve kıyafetleri var. Birini ben de giydim. Pek yakışmadı. Küçüklerinden birini evlat edinmeyi planladım. Bakamam diye vazgeçtim. Onların da bir takım talepleri varmış Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan. Ama üretim yok, üretmeden para alıyorlar, işyeri de yok, satmışlar vaktiyle. İşgal desen olmaz, grev desen olmaz. Ne edeceksin? İşleri zor yani.

Ama ben Türk milletinin sağduyusunun göstergesi olan AKP’nin demokrat tavrından kuşku duymadığımdan tıpkı Avusturalya’nın demokrat Başbakanı Kevin Rudd’un aborjinlerden özür dilemesi gibi Başbakan’ın da TEKEL işçilerinden özür dileyeceğinden eminim.

Sonuç olarak, bir üçüncü dünyacı sözde "komünist" partinin kararlarına bakın bir de benim yazdıklarıma. Üstünüze afiyet çok pis solcuyum.