Neden DSİP'i severim?

Ben kimim? Ne diyordum? Maocuydum bir ara, onu mu anlatıyordum? Yok onu 27 Mart 2008, 30 Nisan 2008… çok yazmıştım (Nota Bene: Desakralizasyon –sakilleştirme- üzerine Yeditepe Üniversitesi’nde verdiğim konferansta sapere aude komplikasyonlarının coup d‘etat hallerinde imkânsızlığı üzerine interview talep eden öğrenciye de söylediğim gibi, ki sonradan Nabi Yağcı’ya da söyledim, bizzatihi post-intellect faraziyelerde Çaru Mazumdar’cılığın tezahürlerine de değinmeyi, önümüzdeki beş aylık yazı planıma post-it’ledim).

Nerede kalmıştım? Daha önceki yazılarımda birkaç kez değindiğim gibi, “şayet olsaydı” (what if, ya da counterfactual history), Roni ile siyaseten yakınlığımızın teorik arka planında da buluşma söz konusu olsa, çekinmeden açıklardım. Ama (a) yok, (b) ibidem. Şimdi geliyorum bunu açıklama faslına. (i) Teorik ayrılığa rağmen, siyaseten buluşma nasıl mümkün oluyor? (ii) Başka bir deyişle, siyaseten buluşuyoruz da teorik olarak ayrılığımız nerede? (iii) Eeee…

Aslında teorik açıdan farklılığımız, Roni’nin ve Türkiye’nin {Turkey} tek aklı başında sol hareketi DSİP’in, 31 Kasım’daki “Kemalizm ve Türkiye Solu” panelinde de söylemiştim sanırım, Troçkizminden kaynaklansa da, bu iktidarsızlık doktrininin, sürekli devrim isteyip hiç yapamayacak olmasının da etkisiyle, de facto yakınlaşmamıza da vesile olduğunu açıklamalıyım.

(Burada Troçkizmin, fevkalade entellektüel birikimi temsil etmekle birlikte [aslında doktriner açıdan (devrim sonrası topluma ilişkin öngörüleri) Stalin despotizmine fark atacağı görülür] + (nitekim köylülük meselesine bkz.) avantajının, iktidardan uzaklaştırılıp hunharca muhalefete mahkum edilmesiyle gerçekleştiğini görüyoruz.)

Troçki’nin iktidar dönemi önermelerini fiiliyatta Stalin uyguladı, ama bu arada Troçki sürgünde öldürülünce iyi adam oldu ve muhalif kimliğin yumuşatıcılığına patch edilen “dünya devrimi” ütopyasının mümkünsüzlüğü (eşitsiz gelişme yasası var!) nedeniyle de devlet pisliğine bulaşmaktan korundu. Burada Troçki teorisi ve pratiği farklılaştı. Bu farklılaşma, siyaseten, teorisinden kopmuş bir güncel (aktuel) eyleyişte, aklı selimle davranmayı getiriyor olsa gerek diye düşünüyorum, ki, bunu Sabahat’a da söyledim (15 Kasım 2007), ayrıca yazdım.

Dikta zulmüne uğramış Troçkistler, (bizdeki [Türkiye] gibi) yarı dikta rejimleri karşısında ahlaklı (püriten farklıdır) kalabildiler ve demokrasiyi savunabildiler. İşte bu etik değerleri geliştirebilmiş ve “Lenin’in asıl takipçisi biziz” tezleri, hayat karşısında anlam ifade etmez hale gelmiş yapıyla, (İslamiyete açılan kredi bir diğer subject) teorisinden uzak haliyle (cebrî kollektivizasyonu Stalin’e devrederek gelinen) demokrasiyi, dolayısıyla (a) AKP’yi, (b) Ergenekon’la mücadeleyi, (c) üçüncü dünyalılar fantezisi, Lenin’in bir olasılık olarak söylediği şeyi her daim geçerli sanarak, finans kapitalin emperyalizme yol açacağı yanılgısının (bunu da birine söylediydim) yanlışlığını savunmakta, benim yakın müttefikim olabildiler.

Bununla hiçbir ilgisi [ve zorunluluk bağı] olmamakla birlikte, paradoksal olarak tanımlanan bu noktaya açıklık getirmek istedim ve getirdim. Troçki’nin günümüz temsilcilerini, bu açıdan önemsiyorum, kutluyorum.