Halil Berktay beyninin yarısını aldırmış

Halil Berktay’ın bugünkü Taraf gazetesinde yayınlanan röportajı, Türkiye solu üzerine çarpıtmalar ve yalanlarla dolu. Berktay’ın söyleşide söylediği tek doğru ise, beyninin yarısını aldırmış olması.

Halil Berktay, Taraf’ın mümtaz röportajcısı Neşe Düzel ile tek kale maça çıkmış. Neşe Düzel, neden Berktay ile röportaj yaptığını anlattığı girizgahta, niyetini önden belli ediyor: Sol hala entelektüel dünyayı belirliyor, ama bu sol çok milliyetçi, pek kemalist! Ulusalcısı da kendine solcuyum diyor, Kemalisti de, Kürt milliyetçisi de...

Peki ya liberaller?

Zurnanın zırt dediği yer de burası. Neşe Hanım açıktan söylemiyor, ama Halil Berktay konuşmaya başlayınca anlıyoruz. Aslında kılıçlar en baştan atılmış o halde biz de atalım: Halil Berktay, Marx (Marksistler değil!) liberalizme karşı sıkı bir polemik yürüttüğü için “suçludur” demeye getirmiyor, doğrudan böyle söylüyor. Buradan anti-emperyalizme atlıyor, zaten anti-emperyalizm dedin miydi, milliyetçilik yanı başında beliriverir. Sonuç: Marx liberalizme çok ayıp etti, zaten Türkiye solu milliyetçiliğe nikahı bastı, boşanması da zor oluyor.

Halil Berktay’ın ağzından çıkan baklalara geleceğiz fakat önden yazmak gerekiyor: Liberal olmanın kendisi matah mıdır, değil midir, tartışma konumuz bu değil ancak Marksistlere azıcık liberal olmayı salık vermek sadece arsızlıkla izah edilebilir. Berktay, on yıllardır denenen, yalnızca Türkiye solunu değil, tüm dünya solunu iğdiş etmeyi amaçlayan “liberalizasyon” teranelerini güya kendi üslubuna ve Türkiye’ye uyarlayarak üzerimize boca ediyor. Üstelik bunu hangi pozisyondan yapıyor, bu da belli değil. Yine de söylediklerinden bunu çıkarmak zor değil: Berktay, en azından liberalizmin “iyi bir şey” olduğunu düşünmektedir.

Konuyla ilgisi var mı, emin değiliz, fakat Neşe Düzel’in Halil Berktay’ı, “eski solun önde gelen isimlerinden Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi” olarak tanıtması nedendir? Kendi gazetesinin yazarını, en azından “...ve Taraf yazarı” diye tanıtmak gerekmez miydi? Neşe Düzel, akademik sıfat eklenince, Berktay’ın söyleyeceklerinin daha fazla ciddiye alınacağını düşünmüş olmalı. Üstelik, Berktay söylememiş ama, üzerine gidilse, “akademide liberalizme düşman Marksistlerin hegemonyası” üzerine tezler attırması da pek olasıydı.

Liberalizm düşmanlığı ne kötü şey
Halil Berktay uyduruyor. İşin kötü yanı, Halil Berktay ilk kez bugünkü röportajında uydurmuyor, uzun süredir uyduruyor. Türkiye’nin en azından son 10 yılında yaşanan gerilimleri, daha açık yazmak gerekirse, “milliyetçilik versus liberalizm” olarak geliştirilen karşıtlığı veri alıyor, bunu teorileştiriyor, bir bütün olarak dünyayı böyle açıklıyor, üstüne üstlük 150 yıl öncesine giderek, Marx’a uyguluyor. Eğer liberalizm, en kaba tanımıyla “görünürdekilerle yetinmek” olarak tarif edilebilirse, Halil Bey vasat bir liberal olarak karşımızda duruyor.

Neşe Düzel, malum olduğu üzere, “çanak soru” uzmanıdır. Soru şu: “Siz Marksizmle Kemalizmin mutsuz evliliğinden söz ediyorsunuz. Nedir Marksizmle Kemalizmin mutsuz evliliği?” Halil Berktay’ın cevabı çok güzel:

“Aslında ben daha genel bir şeyden, Marksizmin milliyetçilikle mutsuz evliliğinden söz ediyorum. Çünkü bu ilişki, Türkiye’ye özgü değil. Son 150 yıla baktığımda, Marksizmin milliyetçilikle ilişkisinde ilginç şeyler görüyorum. Marksizmin milliyetçilikle mutsuz evliliği ve bir türlü sonuçlanamamış boşanamama hali dünya çapında yaşanıyor. Hala ayrılamadılar bence.”

Sonra Düzel, büyük ihtimalle çok şaşırarak ve gözlerini ayırarak soruyor: “İdeolojisi evrensellik üzerine kurulmuş olan Marksizm milliyetçiliği içerebilir mi? Bir Marksist milliyetçi olabilir mi?” Aman yarabbi! Neşe Düzel’in imanı şaşıyor sanki. Berktay cevabı yapıştırıyor:

“Olmamaları gerekir diye düşünürsünüz ama olmuşlar. Belki Marx’ın, Engels’in veya Lenin’in kendileri milliyetçi değil ama Marksizmle milliyetçilik arasında hep çok büyük örtüşmeler, iç içe geçmeler, yanaşmalar var. Bakın... Marksizm’in çıkış döneminde, işçilerin vatanı yok. “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”, daha sonra da, “bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz “ önermeleriyle, ilkesel düzeyde milliyetçiliği tamamen reddediyor gibi gözüküyor Marksizm ama... Daha Marksizm’in ortaya çıkışından itibaren problemler var. Marksizm kendisine en büyük düşman olarak liberalizmi belirliyor!”

İşte bu! Milliyetçi olmaması gerektiği halde, milliyetçi olmuş olan Marksistler kim, bilmiyoruz. Çok şükür, Marx, Engels ve Lenin milliyetçi değilmiş. Neşe Düzel rahatlıyor. Ama su uyur, düşman uyumaz: Marksizmle milliyetçilik arasında hep çok büyük örtüşmeler var. Sebep? Tabii ki kendisine en büyük düşman olarak liberalizmi belirlemesi.

Aynen böyle. Mantık şu: 20. yüzyılı belirleyen dört temel ideoloji var. Bunlar, milliyetçilik, muhafazakarlık, liberalizm ve sosyalizm. Hepsi 19. yüzyıldan köken alıyor. Marx ne? Sosyalist. Marksizm ne yapmış? Bu üçünden en çok liberalizme düşmanlık etmiş. Öyleyse? Marksizmle milliyetçilik birbirine yakınsar.

Absürde indirgediğimiz düşünülebilir. Oysa Berktay’ın kurduğu mantık bundan ibaret. Marx ve Lenin’in liberalizme olan düşmanlıkları, Halil Bey’in deyişiyle, “korkunç”. Berktay ile şu şartlarda Marksizm tartışacak değiliz, fakat “Marx’ın aşağılayıcı, düşmanca on lafı varsa, 8- 9’u liberalizmle, bir, ikisi de milliyetçilikle ilgiliydi” ne demektir? Bu meselenin bir çetelesi tutulmuş mudur?

Sonra devam ediyor öğretim üyemiz ve eski solcumuz. Marksistlerin milliyetçiliğe karşı söylemleri, yalnızca “politik sloganlar” düzeyindeymiş. “İşçilerin vatanı yoktur”, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin”, “Bu savaş, emperyalist savaştır. İki tarafın işçileri bu savaşta (Birinci Dünya Savaşı) savaşmamalıdır [Bu hususta farklı tartışmalar mevcut, Bolşeviklerle Menşevikler arasında, Spartakistlerle Kautskiciler arasında, Bolşeviklerle Spartakistler arasında vs, Berktay atlamış]” gibi. Ve nihayetinde, Marksistlerin dili böyle söylese de, gönlü ulusal ölçekteki devrimlerden yanaymış.

Bütün bunlar zaten birbirlerinden ayrı şeyler desek, Halil Bey ne tepki verir bilemiyoruz. Yukarıda bahsedilen sloganlar/formülasyonlar, Marksizmde “ölçek sorunu” olarak bilinen meseleyle ilgili değil. Berktay, ölçek sorununa bakmak istiyorsa, “İşçilerin vatanı yoktur”a değil, onun devamında gelen cümleye göz atmalıdır.

Milliyetçilerle akraba Markistler
Şimdi de, Lord Byron ile başlayıp Mustafa Kemal’e, oradan da Türkiye sosyalist hareketine uzanan bir el çabukluğuna tanıklık edeceğiz. Halil Berktay, cehaletini yalanlarla süsleyince “Çok doğru düşünmüşsün” deneceği zannediyor olsa gerek, yoksa Marksistlerle ulusal kurtuluş mücadeleleri arasındaki “zengin” sayılabilecek ilişkiyi “akrabalık” saymadan önce iki kez düşünürdü.

Lord Byron Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bağımsızlık mücadelesi veren Yunanlara destek veriyor. Avrupalı devrimciler de Yunan bağımsızlık mücadelesine, en azından sempatiyle bakıyorlar. Tek örnek Osmanlı değil, Polonya’nın Rusya’dan bağımsızlığını kazanmasını da istiyorlar. Ama aynı devrimciler, örneğin Engels, Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı’dan yana çıkıyor. Sebep? Osmanlı “daha milliyetçi” olduğundan mı? Osmanlı Devleti’nin toplumsal yapısı çok “ileri” olduğundan mı?

Sebebi Rus Çarlığı ile bağlantılı ve Engels politik bir tutum alıyor. Bu durum, Halil Berktay’a göre “milliyetçilerle akrabalık” anlamına geliyor. Sosyalist hareket milliyetçileri kendilerine “potansiyel müttefik” olarak görüyorlar.

Ve emperyalizm çağına gelince, Marksizm ne hikmetse larvasından çıkıp Leninizme evriliyor. “Bütün dünya halklarının baş düşmanı emperyalizmdir” lafı da, Neşe Düzel’in muz ortasıyla birlikte, “sınıf hareketinden ulus hareketine geçişin tescili” oluyor.

“Ne ala memleket!” denmesin, devamı var:

“Emperyalizme... Daha genel söylersek, dünyaya, yedi düvele, dışarıdan gelene, yabancı olan her şeye karşı mücadele doğru ve meşru oluyor. Yani Türkiye, Afganistan, Cezayir, Fas, Afrika ülkeleri açısından tek tek baktığınızda kötü olan nedir? Kötü olan emperyalizmdir. Yani dışsal olandır. Yani Batıdır, Avrupa’dır. Dışarıdan gelen her şey kötüdür, düşmandır.”

Berktay yine uyduruyor. Anti-emperyalizm ile “yabancı düşmanlığı”nı bu kadar kolay eşitleyebilmek için insanın haddini bilmemesi gerekiyor. Afganistanlı devrimciler, Afrikalılar, o kadar yabancı düşmanı ve anti-emperyalist ülkelerdi ki, Sovyet ve Latin devrimcilerine ülkelerinin kapılarını açtılar!

Ve TKP... Neşe Düzel soruyor: TKP’yi kim kurdu? El cevap: Suphi, Nejat. Peki bunlar kimdi? Eski İttihatçılar. Öyleyse? Milliyetçiler.

Ve Nazım... Neşe Düzel soruyor: Nazım Hikmet de mi milliyetçi? El cevap: Evet. Pek çok akranı gibi paşa dedesinin evinde büyürken o da başlangıçta su katılmadık bir Türk milliyetçisi.

Ve Türkiye sosyalist hareketi... Neşe Düzel soruyor: Peki Kemalizmle Marksizm arasında bir benzerlik var mı? El cevap: modernite tutkunluğu, ihtilalcilik, yetişmecilik, ulusal kalkınmacılık Marksizm ile Kemalizm arasındaki benzerliklerdir. Öyleyse? Kemalizmle Marksizm evlenmiştir.

Halil Berktay, hızını alamayıp komünistlerin gözünde Kemalistlerin hangi özelliklerinin ehven olduğunu da sayıveriyor: İhtilalcılık iyi, Jakobenlik iyi, modernistlik yani inkılapçılık iyi. Antiemperyalizm iyi. Gericilik, irticaa karşı laiklik iyi. Devletçilik iyi. Neler kötü? Liberalizm, piyasa ekonomisi, özel teşebbüs düşmanlığı Kemalizm’de de baştan beri var. Onda da her şeyin özeli kötü. Piyasa kötü, özel sektör kötü. Siyasetin de özeli kötü. Siyasetçiler, özel partiler kötü. O halde? Kemalizmle Türkiye sosyalist hareketi akrabadır.

Ve daha bir sürüsü... Halil Bey, cin olmadan mebzul miktarda adam çarptığına pek inanmıyor ama. “Kemalizmden etkilenmeyen sol var mı” sorusuna, “Yok” cevabını veriyor ama “aydın” sayıyor: Kendisi var, Murat Belge var, Birikim dergisi var, patron sendikalarına seminer veren Zülfü Dicleli var, Haydar Kutlu var, Oral Çalışlar var. “Ne zaman ki ortada emekçilerin kurtuluşu, gelecekte sosyalizm ve sınıfsız toplum diye inanılabilir bir ideal kalmadı, herkes kendi milliyetçiliğine döndü” var.

Ha, bir de, Berktay'ın dediğine göre, solda iki tane lob var. Beyin gibi. Bir lobunda “demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, hakkaniyet, zulm ve zorbalık olmaması” var, diğer lobunda “antiemperyalizm” var. İkinci lob, “ihtilalciliği” de içeriyormuş, ki, Halil Berktay, beyninin sağ lobunu komple aldırarak ihtilalcilik virüsünden kurtulmuş.

En hayırlısını yapmış.