Freudyen ‘evetçi’ okumaları

Her türlü iktisadi-siyasi analiz kuramına yapılan ‘vesayet rejimi’ takviyesinin gururumuz olduğu daha önce söylendi. Bundan sonra bu kuramın adına, kuramcılarının baş harflerinden hareketle BORCAM (Baskın-Oral-Roni-Cengiz-Ahmet-Melih) diyeceğiz. Ama bizim aklımız hala eski tüfeklerde…

Marx yetmeyince Freud’a dönmek kuramın şanındandır. Malum, bütünün parçayı belirlemediğini tespit ettik miydi, bu sefer tümevaralım isteriz. Belki bizim ülkemiz, id’i, ego’su, süperego’su olan bir varlıktır, hatta oral dönemi, anal dönemi, genital dönemi de vardır, olamaz mı? Yahut bizim ‘evetçi’lerimizin?

Freudyen “savunma mekanizmaları”na geleceğiz, ama ondan önce Türkiye hangi gelişim evresine girmiş, onu görsek fena mı olur?

Vesayetçi rejimden neden bu kadar geç kurtuldu Türkiye? Çünkü Oral Dönem’i çok uzun yaşadık. Bu dönem uzun süre devam edince, ki 18 aylıkken bitmesi gerekiyor, bebeğimiz ilerleyen yaşlarda saldırgan kişilik özellikleri sergileyebiliyor: Ne yazık, vesayetten kurtulduk ama saldırganlık artarak devam ediyor. Cengiz Çandar ve Rasim Ozan Kütahyalı, Oral Dönem’de asılı kalanlardan.

Daha sonra ise 36 aylık döneme kadar bir Anal Dönem geliyor. Bu dönemde çocuğun zevk bölgesi anal bölge. Genellikle tuvalet eğitimleri ile ilişkilendiriliyor. Eğer katı bir tuvalet eğitimi aldıysa mükemmeliyetçilik takıntısı baş gösterebiliyor, yok eğitimimiz gevşekse çocuğumuz dağınık ve disiplinsiz bir kişilik sergileyebiliyor.

3-6 yaş arasında ise Fallik Dönem var. Bu dönemde Oedipus veya Elektra kompleksleri gelişiyor. Hikaye malum: Bizim Oedipus, babasını öldürüp annesiyle evleniyor. Minik bebeğimiz de annesini babasından kıskanıyor, babasının ölmesini istiyor. Ama annesine duyduğu gizli ilgi nedeniyle hadım edileceğinden korkuyor. İşte, aslında 12 Eylül çocuğu olan birisinin, 12 Eylül ile hesaplaşmak istemesi normal gözüküyor. Fakat hikayenin devamı da var: babasını ya da annesini öldürmeyen çocuk, büyüyünce babasını ya da annesini kendisine örnek almaya başlar, annesi ya da babası gibi bir kadını veya erkeği etkileyebileceğini kavrar. 12 Eylül’ün satın aldıkları, otoriter baba figürüne meyledenler, şimdi babasını öldürmüş olduğunu iddia eden birisi tarafından etkilenmekte, ama içten içe hadım edilme korkusuyla yaşamaktadırlar. HSYK seçimleri, bel altlarında simgesel titreşimlere neden olmuştur.

Bu durumda ise bastırma mekanizmaları devreye girecektir. Bunlar, dokuz tanedir, döndürüp döndürüp kullanılmaya da müsaittir:

1-) Bastırma: Bu, savunma mekanizmalarının en birincisi. Kişimiz, kendisini tehdit eden bir travmatik deneyimi unutma eğilimindedir. Bir fobiye sahiptir, ancak bunun kaynağını ve nedenini bilemez haldedir. HSYK seçimleri mi dediniz?

2-) Reddetme: Bu savunma mekanizmamız çok güzel. Kişi, bastırmanın aksine soruna dair gerçek bir bilince sahiptir, buna rağmen kaygı yaratan kaynak yok sayılır. Mezarlıkta ıslık çalmak da diyebiliriz. HSYK seçimleri dediğinizi duyar gibiyiz.

3-) Yöneltme: Buna sosyalistler aşina. Esas kaygı yaratan unsura yöneltilemeyen tepki, daha yakınlarda ve ulaşılabilecek olan bir şeye yöneltilir. Kaygı yaratan AKP’ye ses çıkartılamaz, çok çok “ama yetmez ki” denir yakınlarda olduğu varsayılan sosyalistlere sinkaf eylenir. Bu mekanizma daha çok Doğan Tarkan, Roni Margulies ve Birikim yazarları tarafından kullanılır.

4-) Entelektüelleştirme: İsmi bile bizimkilere yakışıyor. Kişi olayların duygusal yanını görmezden gelir, dış görünümle yetinir. “Mühim olan demokratikleşmektir, demokratikleşmeden de olur” bu mekanizmanın özetidir. HSYK’nın demokratikleşmesi çok önemlidir, ama AKP’liler seçilse de olur.

5-) Yansıtma: Aslında bunu geçtiğimiz günlerde Recep Tayyip Erdoğan, “laikçi”lerden araklayarak kullandı. Gerçeği bilmenin yarattığı kaygı görmezden gelinir, bu kaygı dışsal bir etmene mal edilir. Örnek, Erdoğan’ın “ben yüzde 58’i değil, yüzde 42’yi araştırın dedim” sözleriyle kamuoyuna sunulan “yüzde 42”nin politik-psikoloji raporudur. Buna göre yüzde 42, ezcümle, salak veya vesayetçi olduğu için “Hayır” demiştir.

6-) Mantıksal gerekçelendirme: Bu örnekte kişi, başaramadığı bir iş için rasyonel gerekçeler uydurur. En meşhur örneği, yemek yeme teklifi bir kadın tarafından reddedilen erkeğin, “zaten güzel değildi” tepkisidir. ‘Evetçi’lerin dünyası da, cilveleşip kendi tarafına çekmeye çalıştığı sol yola gelmeyince “zaten tipim değildi” diyen ergenin sivilceli mekanıdır.

7-) Tepki: Yedi’nin gelişi Altı’dan bellidir. Bu mekanizmada tepkiyi oluşturan kişi, istemediği düşünce ve davranışları reddeder, kendisini de bu düşünceleri ve davranışları sergileyen gruptan olmadığına inandırır. Bu savunma taktikleri, Ömer Laçiner’in şahsında bir disipline dönüşmüştür. Nefret ettiği gruplarla cilveleşirken, sonra vazgeçer, yollarını ayırır. Kiminle tokuşacağı ise meçhul değildir.

8-) Geri çekiliş: Bu halde kişimiz, kendini güvenli hissettiği bir dönemine geri döner. ‘Evetçi’lerimiz, kendilerini artık solun içerisinde güvende hissetmezler, bir ana kucağı, bir baba ocağı tahayyülü ile kopuş ilan ederek kendi yollarına dönerler.

9-) Süblimleşme: Bu mekanizma Lacan’a göre “ölüm dürtüsü”. Saldırganlığın itici kuvveti. Etrafa saldırmamak için kişi, karate yapıyor örneğin. Ya da Zaman ile Yeni Şafak’a röportaj verip Taraf’ta köşe kapıyor.