Ah bir de YouTube açık olsa...

Wall Street Journal yazarı, Sıraselviler'deki otelin balkonundan hayranlıkla izlediği kente ve ülkeye, YouTube yasağını yakıştıramadı. İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti unvanının önündeki tek engelin kaldırılmasını istedi...

İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti unvanının geri alınması istendi. Wall Street Journal gazetesi yazarı David Keyes, bu talebinin gerekçesi olarak 2008’den bu yana YouTube video paylaşım sitesine girişin Türkiye’de yasaklanmış olmasını gösterdi.

“İstanbul’un kalbindeki Sıraselviler sokağında bulunan otelin balkonu”ndan dışarıya bakan Keyes, bu “modern metropolis”in Avrupa Birliği’ne alınması gerektiğine karar vermiş. Ekonomisi güçlü bir Türkiye görünüyormuş oradan. Ortadoğu’nun işlevsiz ve umutsuz geri kalan ülkelerine alternatif bir modelmiş Türkiye, gururlu ve ılımlı bir Müslüman demokrasisi. Laiklik ile geleneğin, Doğu ile Batı’nın, din ile hoşgörünün bir aradalığından öyle etkilenmiş ki, bunun bir videosunu hazırlayıp dünyayla paylaşmak istemiş, ama aklına gelmiş ki, bu ülkede YouTube yasaklı. İşte bu olmamış! Otelin balkonundan güllük gülistanlık olduğu görülen ülkeye bunu yakıştıramamış ve kültür başkenti olamayacağına karar vermiş.

YouTube yasağını, “derin güvensizlik ve insanın en temel haklarının baskı altına alınması” olarak tanımlayan ve despotluğun, birdenbire değil, insanların koşullandırıldığı, sessiz kalmaları için korkutulduğu yavaş bir süreç olduğunu söyleyen Wall Street Journal yazarı, bunun ne kültürel ne Avrupalı bir yönünün bulunmadığına hükmetmiş.

Ortadoğu’nun ılımlı İslam ülkesine duyduğu hayranlık, Avrupalı özgürlüğünün göstergesi YouTube konusunda biraz sarsılmış niyeyse. Ülkesinin Türkiye’ye biçtiği rol modeline gayet uygun bir manzarayı seyre dalmışken, bir site konusunda despotluğa canı sıkılmış.

Bunun da dile getirilmesi iyi tabii, hiçbir eksiğimiz kalmasın istediğinden bu yaklaşım. Nitekim, demokrasi ve özgürlüklerin amansız savunucusu Genç Siviller’in, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a bu yasağın kaldırılması istenen bir pankart tutturma eylemi de bu amaca yönelikti. Ve belli ki, yazarın da dikkatini çekmiş bu biricik problem.

Altyapı sorunu olmayan, trafiği akıcı, ulaşımı ucuz ve kolay, varoşları müreffeh metropolisin, insan haklarına saygılı, hukuku adil, iş barışı üst düzeyde, kültürel mozaiği nakış gibi işlenmiş, polisi yaşlıları caddeden kaldırıma taşımakla yükümlü, iktidarı onurlu, toprağı bağımsız, yoksulluğun izine rastlanmayan ülkesinde, sırf bu küçücük nedenle, yaptığına bakın hazretin!

Otelin balkonundan gerçeği tam görememiş, oysa biri ona anlatmalıydı, böyle bir sorunumuz da olmadığını. Demokrasi karşıtlarının, darbecilerin bir tezgâhı olan 3 bin küsur sitenin yasaklı oluşunu ve bunların arasında özgürlük bayrağı YouTube’un da yer almasını, bizzat o hayranı olduğu Ortadoğu’nun Müslüman demokrasisini yaratanlardan Başbakan’ın boşa çıkardığını. “Ben giriyorum, siz de girin” diye seslenmişti vatandaşlarına. Türkiye, teknoloji ve bilişim konusunda da her ferdi birer uzman statüsünde bir ülkedir ve DNS ayarları konusunda mahirdir. Hal böyle olunca, fiilen böyle bir yasak yoktur zaten. David Keyes, böyle büyüleyici bir ülkeyi yönetenlerin, herkesin izlemeye devam ettiği Atatürk’le ilgili birkaç görüntüyü sadece Türkiye’ye yasaklamakla, devekuşu politikası uyguladığını nasıl düşünür? Sadece bazı teamüller gereği konulan, uygulanmayacağı bilinen bir yasağı nasıl ciddiye alabilir?

İçi rahat olsun, o tek kusur olarak gördüğü şey de mahsuscuktandır ve hiçbir eksiğimiz yoktur kültür başkenti olmak konusunda da, dünyaya kendine has bir modern demokrasi örneği sunmakta da…