Tereddüd ve Tekerrür BÜLENT TANJU

Tereddüd ve Tekerrür,

Mimarlık ve Kent Üzerine Metinler, 1873-1960

Akın Nalça Kitaplığı, 2007

Efe Duyan
"Tereddüd ve Tekerrür", bir "mimarlık ve kent üzerine metinler" derlemesi. Mimarlığın, yalnızca başarılı olduğu varsayılan yapılar etrafında tartışıldığı bir ortamda, mimarlık yazınının kültürel ve sosyolojik boyutlarına dikkat çekiliyor.

Bu anlamda, oldukça önemli bir çalışma olduğu söylenebilir. Bunun nedeni, mimarlık metinlerinin (ya da mimari söylemin) yapıların basit bir açıklaması olduğu şeklindeki ilişki biçimini reddetmesi olsa gerek. Tersi de geçerlidir yapılar, söylemin bir yansıması olarak da görülmediği söylenebilir. Bülent Tanju'nun, mimari metni, kendi başına tarihsel bir anlamlandırma aracı olarak nitelemesi, Türkiye'de modernleşme dönemine ait kimi düşünme biçimlerine eleştirel bir mercek ile bakılabilmesini sağlamış.

"Tereddüd ve Tekerrür", bir seçki olarak da yenilikler barındırıyor. Metinlerin yan yana getirildiği, nesnel olarak seçilmiş izlenimi veren bir metinler seçkisi değil. Eleştirel bir mimarlık söylemi tarihçesi oluşturulmaya çalışılmış ve yalnızca bu anlatının bir parçası olacak metinler ele alınmış.

Bu seçme kıstasının dışında, Bülent Tanju, biçimsel olarak özgün olduğu söylenebilecek bir yaklaşıma sahip. Her metin öncesinde, basit bir açıklama notu yerine, metne yönelik eleştirel bir yoruma yer verilmiş. Metinleri, tarihsel bağlama sıkı sıkıya oturtmaya çalışılmamış, ama bir dizi halinde, bugün için de düşündürücü boyutlarıyla gündeme getirmeyi denemiş.

Bu şekilde, tarihsel her bağlamın, taşıdığı sorunsallar itibariyle güncel içerikler de barındırdığı gösteriliyor. Bir tarihsel anlatı, olan biteni hikâyelemenin ötesinde, öznel bir bakışla tarihsel olanı güncelleştirebilir. Aynı şekilde, güncellik de geçmişe ait farklı varoluş biçimlerini ve gelişim süreçlerini içerecek bir kapsam zenginliğine ulaşabilir. "Tereddüd ve Tekerrür", tarihsel olan ile güncel olanı bir arada harmanlamayı denemiş.

Temel olarak, mimari üretimi belirleyen merkezi ve kutsal bir odağın, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak yavaş yavaş ortadan kalktığı söylenebilir. Toplumun her katmanı için geçerli, monolitik ve hiyerarşik bir değerler sistemi, kapitalizmin "her şeyi buharlaştırıcı" etkisi karşısında zayıflamaya başlar. Kültürel üretim süreçleri içinde ise, bu boşalan alanın nasıl doldurulacağı sorunu ile yüz yüze kalınır. Modernleşen toplumda, modern mimarlık söyleminin, verili aşkın değerlerin yitimi karşısında bir kararsızlık krizine girdiği belirtilir. Bu krizin ise mimarlık pratiklerini ve öznelerini her seferinde duraksattığı söylenmeli.

Tanju'nun tarihsel olana, belli bir eleştirel mesafede ve öznel bir bakış açısıyla yaklaşması, tarih yazımı açısından önemli bir ipucu olarak görünür. Öznel yaklaşım ile bilimsel ve sistematik yaklaşımlar arasında belli farklılıklar olduğu kadar, bir yakınlık olduğu da söylenmeli. Tarihe sistematik bir yöntem ile yaklaşmak zaten onu yoğurmaya başlamak anlamına gelecektir. Tarihsel verileri çarpıtmak veya bilinçli olarak görmezden gelmek değil, ama her farklı yöntemin geçmişe ait (olası) bulguları kendi özgül eleğinden geçirdiği belirtilmeli. Tanju, aynı zamanda bir metin derlemesi olan kitabında, kendi sistematik yaklaşımını öne çıkarmıyor. Hatta serbest ve ele alınan metnin içeriğine göre konumlanan yorumlar kaleme almış. Yine de, mimari söylemin bir dizi genetik özelliğinin, nasıl "tereddüd" ve "tekkerrür" ettiği ortaya konuyor.

Aşkın değerlerin bulunmadığı bir ortamda, yiten merkezin yeniden tesis edilme çabası, gündeme getirilen mimarlık metinleri aracılığı ile ortaya konuyor. Bu anlamda, tutarlı bir yöntem uygulandığı söylenebilir. "Tereddüd ve Tekerrür", tarihe dair bir sistematik yaklaşımın, öznel formülasyonlar ile bir arada nasıl üretilebileceğine dair olanaklar barındırıyor.

"[B]u kültürel coğrafyadaki mimarlık metinleri dizisi farklı duraksar tereddür eder, sadece geri dönmek için duraksar Her duraksama süresi, kararsızlık krizinin yok olacağı başlangıca, merkeze geri dönmek için bir hareket fırsatı olarak kavranır. Kaçınılmaz olarak, duraksamanın tekrarıyla ortaya çıkan, çıkabilecek olan niteliksel ve niceliksel farklılıklar çokluğunu bu dizi üretmez, üretmek de istemez. Bu kitaptaki metinlerin üretildiği zamansal aralık (1873-1960) içinde farklı coğrafyalarda üretilen farklı diziler ile karşılaştırıldığında, tereddüd ve tekerrür dizisi kendini son derece sınırlı bir alana kapatmış ve azlıkla malûl bir üretim olarak betimlenebilir ve bu kapanma, bu dizinin diğerlerinden kolektif farklılığına işaret eder. Tereddüd sözcüğünün bir anlamının da nöbetli hastalıkların tekrarlanması olduğu akılda tutularak şöyle de ifade edilebilir bu metinlerde özel bir tür aynılık arzusu tereddüd eder".

Tanju'nun yaklaşımı, bu cümlelerde olduğu kadar, yaptığı seçimlerle de belirginleşir. Montani Efendi ve Sakızlı Ohannes'in 19. yüzyılda yazılmış metinlerinde, Osmanlı kimliğinin mimari ifadesindeki krizler, "yeni aşkın düzen kurma/bulma girişim"leriyle aşılmaya çalışılır. Bu eğilimlerin, kitaptaki dizinin de leitmotifleri olduğu belirtilebilir. Ve böylelikle, güncel bir terminoloji taşımadığı için neredeyse hiç önemsenmeyen ama kuramsal bir boyut taşıyan ilk mimarlık yazılarından olan bu metinlerin, mimarlık tarihinde taşıdığı ağırlık da belirginleşir.

Mimâr Kemâlettin, Sedat Hakkı Eldem, Burhan Arif gibi Cumhuriyet'in ilk yıllarında etkili olmuş mimarların dışında, İsmail Hakkı, Celâl Esat, Vedim Nedim, Suut Kemal Yetkin gibi Cumhuriyet'in ilk dönem entelektüellerinin yazdıkları metinler, Türkiye entelijansiyasının ideolojik beklenti ufkunu çizer. Aynı zamanda, mimarlığın bir özerk bilgi üretim alanı olarak içsel dinamikler geliştirmeye ne kadar geç başlamış olduğuna işaret eder. Başka deyişle, iktidar mekanizmalarının, kültürel alanda '50'lerle birlikte sonra yerini piyasa mekanizmlarına bırakacak "yönlendirici" tavrı ve mimarların yönlendirilmeyi bekleyen yapıları bu satırlarda belirginleşir. Özellikle, mimarlığın Türk kimliğinin bir parçası olma çabası ile Genç Cumhuriyet'in Batı'ya eklemlenen genel yönelimleri arasındaki çelişkiler, dönemin tartışmalarının en önemli sorunsallardan birini oluşturmuşa benzer. Ancak bu kimlik krizinin kendisi değil, mimari olarak nasıl aşılacağı odak noktasıdır. Mimarlık tartışmaları, siyasi ve ideolojik dozu yüksek olsa da, eleştirellikten büyük oranda yoksundur.

Bunun dışında, Ahmet Haşim, Abdülhak Şinasi Hisar ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçıların, mimarlık tartışmalarındaki konumları da dikkat çekicidir. Mimarlıkla kurdukları ilişkiler, hem edebi açıdan hem de mimarlık yazını açısından çok önemli görünür.

Ahmet Haşim'in kısa ama özgün bir yaklaşımı barındıran yazıları, şairin farklı bir yönünü de göz önüne serer. Abdülhak Şinasi Hisar'ın, "Boğaziçi Yalıları"nın mazisini anlattığı çok sayıdaki yazısı, mimari tasvir ile öykü dilinde biyografik anlatıyı iç içe geçirir. Tanpınar'ın tarih, edebiyat ve kentleri bir arada anlattığı "Beş Şehir" başlıklı kitabı, benzer şekilde Türk edebiyatı içinde istisnai bir yere sahiptir. İstanbul'da "alaca bir kalabalığın", "içtimaî manzumesi"nin gündeme geldiği çeşitli pasajlara da, "tereddüd" ve "tekerrür" dizisinde rastlanıyor.

Kitabın eksikli bir yanı ise, mimari söylemin üretildiği evrene dair ipuçlarına seyrek rastlanıyor olması. Mimarlığın söylemsel tarihçesi, modernleşme dinamiklerinin bir parçası olarak dönüşür. Bu ilişki verimli bir biçimde kurulmuş olmakla birlikte, modernleşmenin belli bir genellik düzeyinde kaldığı ve yoğunlaştığı değer yitimi krizinin ekseninden çok uzaklaşamadığı görülür. Tarihsel olarak, mimari söylemi saran ve onunla etkileşen farklı görüntülerin ortaya serilmediğine ve siyasi, ekonomik, toplumsal bağlama ilişkin göndermelerin zayıf kaldığına değinilebilir. Bu metinlerin yazıldığı dönemlerde, Türkiye toplumunun gündelik hayatının geçirdiği kapsamlı dönüşümler, siyasi krizler, savaşlar gibi süreçlerin izlerine rastlamak oldukça zor. Bu durum ise, metinlerin aynı dizi içine farklılaşan yönlerinin anlamlandırılmasını güçleştiriyor.

Kuşkusuz, bir "tereddüd" ve "tekerrür" dizisine eklemlenen mimarlık metinleri ile oluşturulmuş bir seçkinin, analizini toplumsal koşullarla ilişkilendirmesinin kısıtları olacaktır. Yine de dönemlerin Zeitgeist'ı ve yazarların tarihsel kimliklerine ilişkin ek çerçevelerle, dizinin daha bütünlüklü bir hal alması mümkün olabilirdi. Bir örnek verilebilir: '30'ların sonunda Sovyetler Birliği'ni ziyaret etmiş ve dönüşünde sosyalizme sempati ile bakmaya başlamış az sayıdaki avant-garde Türk mimarından biri olan "Ürbanist Mimar" Burhan Arif, bu ziyaretin ardından on yıllarca mimarlık yazını ile hiçbir ilişki kurmayacak veya kuramayacaktır. Eski TKP yöneticilerinden olan ve sonrasında Kemalizm önemli kadrolarından biri haline gelmiş Vedat Nedim Tör'ün kimlik yapısı da, benzer bir şekilde Türkiye siyasetinin çalkantılarının izlerini taşır. Dolayısıyla bu iki figürün, yaklaşımlarındaki benzerlik ve farklılıklar, siyasi kimlik yapıları ile bağlantılı okunmayı gerektirir. Kitapta, siyasi boyutu ön planda analizlere rastlanmasa da, bu tarz okumalar için verimli bir zemin sunulduğu söylenebilir.

Sonuç olarak, Bülent Tanju'nun kitabı, bir tarihsel anlatının belli kavramlar etrafına örülerek yaratıcı bir boyut taşıyabileceğine ilişkin bir kanıt sunuyor. Ayrıca, tarihsel belge ve bilgilerin, tarihçiyi hazır olarak beklemediği, her tür dokümanın belge olarak keşfedilip, üretilmesi gerektiğine dair de ipuçları barındırıyor.

Tarihin, yalnızca geçmişte olup bitenlere dair değil, bugüne ilişkin de bir düşünme pratiği olduğunu anımsatan "Tereddüd ve Tekerrür"ün üzerinde daha fazla durulmayı hak ettiği söylenebilir.