Ali Rıza Aydın'ın “İki emekçi ve emeklilik” başlıklı yazısı 27 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
ODTÜ sesi, yankılandıkça yankılandı, yığınların çığlığı oldu öğrencinin, öğretim elemanının, demokratik kitle örgütlerinin, emekçilerin ve büsbütün halkın sesine dönüştü. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Ali Rıza Aydın'ın “AKP ve başkanlık sistemi” başlıklı köşe yazısı 20 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Ali Rıza Aydın'ın “AKP ve başkanlık sistemi” başlıklı köşe yazısı 13 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
8 Aralık… Dost, can, yoldaş iki insan, Necdet Bulut ve Fikret Gülen bir kez daha anıldı. Anıları, emekleri, üretimleri anlatıldı. Sandalyeleri boştu, ama kadehleri doluydu. Biri “bilim”e, diğeri “kamu hizmeti”ne adanmış iki ömrün, “emeğe” ve “toplumsal savaşım”a adanmış ortak yanı, onların aramızdan ayrılış gününü de ortak kıldı.
Ali Rıza Aydın'ın “Kurucu iktidar Erdoğan” başlıklı köşe yazısı 6 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Ali Riza Aydın'ın “Demokrasi yanılsaması" başlıklı köşe yazısı 29 Kasım 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Burjuva demokrasisi, halkı birinci sıraya yerleştirir ve egemenliği ona teslim ederken, oluşturduğu kurum ve kurallarla, bu soyut teslimiyeti halktan alarak somutlaştırır. Egemenlik, Anayasa’da halkın, ama uygulamada burjuvanındır. Materyalist olmayan yönetim teorileri de hep bu somut üzerinde döner.
Ali Rıza Aydın'ın "Merkez-Yerel Girdabı" başlıklı köşe yazısı 22 Kasım 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
AKP’nin on yılı üzerine değerlendirmeler arasına, Anayasa ve hukuk serüvenini de eklemek, on yıla sığan on Anayasa değişikliğini de madde madde incelemek gerekiyor. Bunların arasında kriz yaratarak yapılan Anayasa değişiklikleri hayli ilginç. İki örneğe bakalım…
19 Ekim 2012 günlü soL gazetenin “Dünya anayasayı konuşuyor” başlıklı, Wall Street Journal (WSJ) gazetesi kaynaklı haberinde, demokratik yeni anayasa beklentileri ile bu beklentileri engelleyen iç ve dış koşullar anlatılıyordu.
Devletlerarası ilişkilerde “savaş” tarihi genellikle kıvılcımlarla başlatılır. Bir kıvılcım çakılmaya görsün… İşin aslı kıvılcım değildir. Güçlüler, kendi ekonomik-politik çıkarları için istediklerini elde etme amacıyla her türlü yola başvurur.
Bugün, “Balyoz” adı ile anılan güncel davadan hareketle, “emniyet-savcı-yargıç eşgüdüm üçgeni”, “yargıcın kendisine biçilen rolü oynaması”, “savunmanın devre dışı bırakılması”, “adil yargılama” ve “adalet için hukuk” gibi konular üzerine yazmayı düşündüm.
Seçim ve demokrasi sözcükleri, ayrılmaz bütün olarak anlatılırken, anayasa ya da yasalarla düzenlenen farklı seçim sistemleri de demokrasinin zenginliği olarak gösterilir. Bu zenginliğe, iktidar amaçlı seçim oyunlarını da eklemek gerekir. Seçim oyunları, “hukuklu” ve “hukuksuz” olarak ikiye ayrılır.
2010 Anayasa değişiklikleri ile iç hukukumuza giren, 23 Eylül 2012’de uygulanmaya başlayacak olan bireysel başvurunun, hem öğretisi ve hukuku hem de uygulaması üzerine çok yazılacak, söylenecek.
Musa Özdemir, Sayıştay Denetçileri Derneği’nin unutulmaz Başkanı, örgütlenme ustası bir emekçi, yaşamını emekçilere adayan bağımsızlık ve sosyalizm savaşçısı… 1947 doğumluydu, kanser aramızdan çok erken ayırdı.
Kimilerince 11 Eylül 2001 ve sonrasına bağlanan emperyalist hegemonyanın devamı için terör stratejisi, çok daha önceleri neoliberal politikalarla koşut olarak birçok ülkede hem devlet yönetim tarzına hem de hukuka monte edilmiş, bilinen hukuk devleti modellerini de değiştirmiştir.
Burjuva/liberal hukuk devletinin evrensel ilkeleri, genel bir yaklaşımla, insan haklarına dayanma, hak ve özgürlükleri güvence altına alma, genellik ve eşitlik, adalet, belirlilik, güvenlik, öngörülebilirlik, ölçülülük, geriye yürümezlik, iyi niyet, kamu yararı, istikrar, kazanılmış haklara saygı, bağımsız yargı denetimi, yargı kararlarına uyma, lâiklik, demokratik toplum düzeni, toplumsal barı
Başta yasama süreci, yasa değişiklikleri ve yargılama olmak üzere hukukun altüst oluşu ve keyfine göre yönetim tarzının “hukuk örtüsü” altına gizlenmesi, siyasal iktidarın hukuku bir maske gibi kullanarak istediğini kurallaştırması ve yaşama geçirmesi, farklı bakışın, farklı tartışma ve değerlendirmelerin yaygınlaşmasının da yolunu açmaya başladı.
Görevdeki Cumhurbaşkanının süresinin 7 yıl olduğuna ilişkin yasa kuralını Anayasa’ya uygun gören, ikinci kez seçilme hakkının bulunmadığına ilişkin kuralı ise iptal eden (15.6.2012 günlü) Anayasa Mahkemesi kararından sonra, tartışma ve değerlendirmeler, hukuksal olarak, kararın anayasal yönden çelişkileri, siyasal olarak da AKP ve Gül-Erdoğan üzerine kurulmuştur.
Devlet, sanatın ve sanatçının korunmasında yükümlülük altındadır ve bu yükümlülük Anayasa ile verilmiştir. Devlet, Anayasa ile verilen yükümlülüğü yerine getirmekle hem görevli hem de sorumludur.
Hukuk yaşamın içine öyle sinmiş, öyle kutsallaşmış ki, toplumsal düzeni sağlayan bu araç, bütünsel olarak sorgulanmadan benimsenebiliyor etkilediği taraflarca saptanan olumsuzluklar da bu benimsenmişlik içinde çözümlenebilir olarak kabul ediliyor. Diğer deyişle, sorunun çözümü, sorunu yaratan güce bırakılıyor.
Başbakan Erdoğan’ın, “projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için "her türlü iş ve işlemlerin “ivedilikle sonuçlandırılması” talimatı vermesinden sonra, Akkuyu Nükleer Güç Santralinin yapılması planlanan bölgeye 15 km.
Çocukların neşelenerek oynadığı, dayanıklılığı ölçtüğü söylenen tıp oyunu, verilen “tıp” komutuyla, oyuna katılanların hareket etmemesi, konuşmaması, gülmemesi, bir çeşit donması üzerine kurulur. Kuralı bozanlar oyundan çıkarılarak cezalandırılır, sonuna kadar dayanıp kazanan ödüllendirilir.
Sözde, 12 Eylül’ün iki silahşoru yargılanırken, 12 Eylül’e ilişkin gerçekler ve yaşananlar da yeniden kamuoyunun önüne serilmeye başladı. Bu gerçekleri yıllardır beyinlerinden atamayan emekçiler ve mağdurlar, yaşadıklarını ve topluma aslında neyin yaşatıldığını bir bir anlatırken, başlayan yargılamanın devede kulak bile olmadığını da göstermiş oldular.
“Demokratik ve laik hukuk devleti” anlatımında hukuk, “irade” kullanımına, tanrı egemenliğinden insan egemenliğine geçişe ve “insan aklı”na bağlanır.
Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 günlü (E.1989/1, K.1989/12) kararında konu,
Öyle olaylar yaşanıyor ki, AKP ve hukuk sözcükleri yan yana geldiğinde, çok yönlü ve farklı yorumların yapılması kaçınılmaz hale geliyor. AKP iktidarında hukukla ve yargıyla öyle oynandı ki bununla da yetinilmedi, kimi kuralların uygulanması ihmal edilirken, aynı hukuk kuralı benzer olaylara öyle farklı uygulandı ki, yapılan her değerlendirme yerine oturuyor, ayrık kalmıyor.
İçinde yaşadığımız koşullarda, kafa karışıklığı da kafası karışanların çoğalması da olağan gösteriliyor. Güncel ve yüzeysel tartışmalar topluma sindirilmiş, kimileri de kolay yollardan bu sindirmeyi kabullenmiş gözüküyor. Polemik, “makbul” tartışma gibi benimsetiliyor.
12 Şubat Pazar günü, Mersin ve Adana’da yapılan Sosyalizm Konferanslarında, Erkan Baş ile birlikte, "yeni anayasa ne getiriyor, sosyalistler yeni anayasaya nasıl bakıyor”u anlattık ve genç arkadaşların da ilgi gösterdiği katılımcılarla konuyu tartıştık. Halkın gündeminde “yeni anayasa” olmadığı, Mersin ve Adana’da da bir kez daha görüldü.
Yaşama, nasıl üst yapı kurumu olan hukukla bakamazsak, doğal olarak anayasa ile de bakamayız. Anayasanın bağlayıcı ve üstün olması, ona özel bir işlev yüklemez. Görülüyor ki, anayasaya, hukuktan ayrı tutularak özel bir önem yükleniyor ona bir üst yapı kurumu olarak bakılmıyor. Yaşanılan sorunların kaynağı anayasa olarak gösteriliyor ve çözüm de “yeni anayasa”da aranıyor.