Mustafa Hoş: Büyük bir linç ve tecrit yaşadım

İlhan Cihaner'in Erzincan'da evi ve işyeri basıldığında NTV'de "Başsavcıya abluka" altyazısı geçen Mustafa Hoş, bu başlığa müdahale edilince kanaldan ayrılmıştı. Hoş'la yaşadığı iki seneyi ve Türkiye'nin ve medyanın durumunu konuştuk. İlginç şeyler anlattı.

16 Şubat 2010'da Erzincan'da Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in evi ve makamı polis tarafından basılmış ve arama başlatılmıştı. Gelişme, herkes için beklenmedikti. Tüm medyada haber merkezlerinin gözleri Erzincan'a dönmüştü.

NTV, canlı yayında haberi verdiği sırada ekranda altyazı olarak "Başsavcıya abluka" başlığını tercih etti. Ve bu başlık, sonunda Haber Koordinatörü Mustafa Hoş'un kanaldan ayrılmasıyla sonuçlanacak bir krizi doğurdu.

İki sene önce NTV'nin başında olan Mustafa Hoş'la konuştuk. Hoş, iki senedir büyük bir tecrit yaşadığını belirtiyor.

"Tam o dönemde İlhan Cihaner adlı bir savcıya baskın yapıldı. Ben o sırada pek tanımıyorum, ama yürekli bir savcı diye biliyorum. Nereden çıkarıyorum bunu da, çünkü Jitem'e dava açan ilk savcıydı. Üstelik de Jitem'in adından bahsetmenin bile büyük tehlikeler getirdiği bir dönemde. Sonrasındaki sürece ilişkin çok şey bilmiyordum. O süreçte Saldıray Berk'in gözaltına alınma ihtimali vardı. Bu ihtimal nedeniyle ben Erzurum'a bir ekip gönderdim. Ertesi gün bir haber geldi, 'Erzincan'da İlhan Cihaner'e baskın' diye, ekibi oraya yönlendirdik tabii.

"Ben meslek hayatım boyunca bir başsavcının evi ve işyerinin basıldığını hiç hatırlamıyorum. Büyük bir olaydı bu. Ve orada görünen şey, çıplak, net olarak bir ablukaydı. Arkasında başka bir argüman yoktu bunun, bir durum tespitiydi. Ama bunun sorun yaratacağını da biliyordum. Bile bile ısrar ettim. Başlıktan vazgeçmem istendi. Vazgeçmeyeceğimi söyledim. Sonra doktora gitmek üzere ayrıldım haber merkezinden. Ardından başlığa müdahale edildiği söylendi, ben de bir daha hiç gitmedim. Yerleşmediğim için eşyam falan da olmaz zaten benim, gitmedim bir daha hiç."

"Herkes aman başıma bir şey gelmesin derdinde"
Otosansür uygulamadığı için bunların yaşandığını düşünüyor Hoş. Ve otosansürün, medyadaki en büyük problemlerden biri olduğunu.

"Bir patronaj filtresi her zaman vardır medyada. Patrona rağmen bir şey yapamazsınız. O bir sermaye grubu, ve o sermaye grubunun kendine ait bir bakışı, duruşu var. Hep böyleydi zaten. Holdingleşen medyayla birlikte habere bakışta bir yozlaşma vardı ama, sen de zorlarsın. Sonuna kadar zorlarsın. Patrona karşı da zorlarsın. Sonuçta medyanın omurgasını patronlar oluşturmaz, gazeteciler oluşturur. Sorun şurada: bugün medyanın omurgasını patronlar ya da siyaset oluşturuyor. Gazeteci yok o omurgada. Artık zorlayan da yok. Baştan 'Bu haber zarar verir' denilerek en alttan en üste kadar otosansür çalışıyor."

"Sorun NTV olsa, çok kolay çözülür"
Mustafa Hoş, aradan geçen iki senenin de etkisiyle, dönüp medyanın durumuna baktığında ve yaşananları anlattığında ısrarla NTV'yi değerlendirmekten uzak duruyor. "Sadece NTV olsa problem, bu çok kolay çözülür. Her şeyi söylerim. Ama NTV üzerinden gitmek doğru değil, çünkü hepsi aynı. Tamam NTV bunun merkezidir, şöyle oldu böyle oldu, evrildi çevrildi, ama genel medyanın sorunu bu. Onu konuşmak doğru olan" diyor, artık "dışarıda" olmasının da sağladığı avantajla bütüne bakıyor ve medyayı yargılıyor.

"Bu iktidara ilk önce medya teslim oldu"
Mustafa Hoş, herkesin başına bir şey gelebileceği kaygısıyla otosansüre yönelmesinin arkasında, Türkiye'de siyasi iktidarın dengelerinin değişmesini görüyor. Eskiden iktidarın parçalı olduğu dönemde farklı odaklar arasındaki rekabet sayesinde gazeteciye alan açıldığını düşünen Hoş'a göre artık bu ortadan kalktı.

"Ben merkez medyada çalışmış birisiyim. Eskiden kendini ifade edebileceğin bir yer mutlaka vardı. Çünkü rekabet vardı. O rekabette fırsat buluyordunuz, yer buluyordunuz. Şimdi rekabet ortadan kalktı. Haber yarışı yok. Tek ihtiyaç, siyaseti, güç dengelerini mutlu etmek üzerine kurulu. Böyle olunca da bir mutluluk bahçesine çevrildi ortam, bambaşka bir dünya var orada. Sosyal medya bu kadar zorlamasa, daha da kör olacaklar.

"Zaten ilk medya teslim oldu. Daha önce de teslim olmuştu, teslim olmayı iyi biliyor medya. Ama önceden rekabet ortamında kendini ifade edebileceğin yerler vardı. Bu sefer o ortadan kalktı."

Öcüler cumhuriyetinde vasatın tahakkümü
Hoş, medyada yaşananları, ülkede yaşanan dönüşümle birlikte ele alıyor ve "Öcüler cumhuriyetinde yaşıyoruz şimdi" diyor.

"Öcüler yaratılıyor sürekli. O öcülerin olduğu bir de perde var önümüzde, ve bir de asıl onun arkasında olan şeyler var. Medya sadece o öcülerin o perdede görünmesini sağladı. Bugünkü medyanın tek işlevi bu. Oysa o perdeyi yırtmak olması lazım. Çünkü o perdeyi yırttığın zaman gerçeğe ulaşabilirsin. Ancak şimdi bu gibi işler yapamazsınız. Bir çeşit vasatın tahakkümü var. Medya yaratıcılık üzerine kuruludur. Biatla yaratıcılık uymaz birbirine."

"Gülen cemaati eliyle bir dezenformasyon ağı örüldü"
Hoş'a göre bu "öcüler cumhuriyeti"nde haberin bütün değerleri yok edildi. Hoş, karşı görüşün haberin namusu olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: "Son dönemde bu ideoloji tüccarlarının yaptığı haberlere bakın, bir tane namuslu haberlerini gösterin. Yok. Namusu olmayan haberleri yaptılar ve bunlarla, medya eliyle insanları mahkûm ettiler. Bir manipülasyon ve dezenformasyon ağı örüldü. Ve bunu da en çok kullanan, Fethullah Gülen cemaati. Açıkçası Türkiye'deki en büyük korku da bunlar tarafından yaratıldı."

Zaman'ın Uludere başlıklarına bakın, bunun adı medya değil
Mustafa Hoş, bugün AKP ile cemaat arasında bir gerilimin açığa çıkmasıyla beraber, daha ilginç bir noktaya gelindiğini belirtiyor. Hoş'a göre Uludere'nin ardından yaşanan, bu gerilimin tezahürlerinden biri. Zaman gazetesinin katliamdan sonra haberine attığı başlıklara dikkat çekiyor Hoş:

"Bakıyorsun cemaatin gazetesine, 'Maraş katliamı'. Güzel. 'Dersim katliamı'. Güzel. E bu ne? İlk gün 'Sınıra operasyon, 35 ölü'. Sonra, 'Sınırda olay', 'Sınırda facia'. Şimdi? 'Sınırda öldürülen insanların hesabını verin'. Bu evrelerde, bu geçişlerde insani, mesleki bir refleks yok. Siyasi bir hesap ve pazarlık var. O her bir pazarlığın tezahürüdür bunlar. O zaman bunlar genel medya işlevini yerine getirmiyor, başka bir şey yapıyor."

Önce suçla, sonra delil uydur
Hoş, AKP Türkiyesi için "Artık bu ülke, 'önce suçla, sonra delil uydur' Türkiyesi" tespiti yapıyor. Ve bu yargısız infazlar, ülkenin tarihinin yeniden yazılmasıyla da bağlantılı.

"Hafızayı silmekten öte, yeni bir bellek yaratılıyor. Bu bellekte de mağdur edilmiş sadece bir kesim yaratılıyor. Ve kendi zalimliklerini de ancak bu mağduriyetle örtebiliyorlar. Bu bizim çok alışık olduğumuz bir yöntem değil. Bu biraz psikolojik savaş yöntemleri gibi. Son dönemde ortaya çıkan adamların kullandığı kelimelere bir baksanıza… Ben anlamıyorum çoğunu. Bana diyor ki, 'sen halka karşı operasyon yaptın'. Ne demek yahu bu? Ben 25 senedir bu piyasada açık seçik işini yapan, kendini ifade eden bir insanım. Ne demek halka karşı operasyon? Böylelikle Ergenekon'la bağlantı kuruluyor. Bu abluka olayında da böyle bir şey yaşandı. Benim Ergenekoncu olduğum ilan edildi. Benim hayat mantığım anti-militarist."

"Büyük bir linç ve tecrit yaşadım"
Mahkûm edilenlerden biri de, Hoş'un kendisi oldu bu süreçte. "Ben bu sürecin vicdan ve ahlak duvarıyım" diyen Hoş, 28 Şubat'a da, 27 Nisan'a da karşı koyduğunu vurguluyor kendisine yöneltilen "Ergenekoncu" suçlamasına söz tekrar geldiğinde. Ancak geçmişi, onu bu yaftadan kurtarmaya yetmemiş.

"En somut şeyde bile büyük bir şüphe yaratılıyor. Arkasında başka bir şey varmış gibi. En yakınlarında bile soru işaretleri oluşturuluyor. Benim olaydan sonra ben ölmüşüm gibi davranılıyor. Bazen, sosyal medya dışında zar zor kendimi ifade edebileceğim bir yerler buluyorum, o zaman da hortlamışım muamelesi yapılıyor. Büyük bir linç ve tecrit yaşıyorsun. Bir yere mahkum ediliyorsun, bu mahkumiyetin hiçbir karşılığı yok, ve bunu bilen bir sürü insan varken herkes susuyor, ve gerçekten sen sanki böyle bir meselenin içindeymişsin gibi davranılıyor.

"Büyük bir fitne fesat şebekesi çalışıyor. Unutuluyorsun, yok oluyorsun. Sanki ben müebbet ev hapsine mahkum edilmişim gibi. Haberler uçuruluyor 'bir daha medyanın kapısına uğrayamayacak o' gibi. Bir süre sonra en yakınların bile çekiniyor. Başım belaya girer onunla görüşürsem diye. Bakıyorsun telefonda konuşuyor, twitter'da konuşmuyor. Orada görünüyor ya."

"Hapse atılmadığına şükret diyenler başka şeyleri meşrulaştırıyor"
Konu haliyle tutuklu gazetecilere de geliyor. Zaten Mustafa Hoş da röportaj için buluştuğumuzda, Odatv davasında yargılananların tutukluluk hallerinin devamına karar verileceği o uğursuz Perşembe günü öğleden sonra duruşmadan çıkıp gelmişti. "25 senedir aynı işi, aynı şeyi yapıyorum. Kızılır, tehdit edilirsin, bunlar olur. Ama hapse, zindana atılmak nedir? Bu nasıl olur? İşte Türkiye'nin geldiği noktayla ilgili bu. Dışarıda olmak sanki bir lütufmuş gibi gösteriliyor. Bu ülkenin karanlığını gösterir. Bunu dile getiren herkese öfke besliyorum. 'Hapse atılmadığına şükret' sözünü bu kadar kolay söylemek, başka bir sürü şeyi meşrulaştırıyor."

"NTV'den helikopter düşüren çete"nin de üyesi
Medyada dezenformasyon ve manipülasyon yoluyla bir algı yaratıldığını belirten Hoş, önce suçlu yaratıldığının altını ısrarla çiziyor. "Ondan sonra sen karar versen ne olur? Bu yöntemin kendisi, sorun zaten" diyor.

Suçlu yaratmak denilince ise, aklına ister istemez Taraf gazetesinde Mehmet Baransu imzalı haberde, Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin, NTV haber merkezinden yapılan yüzlerce telefon araması sonucu oluşan manyetik dalga nedeniyle düştüğü iddiası geliyor.

"Ben aynı zamanda telefonla helikopter düşürmekle suçlanan örgütün de üyesiyim. Ki ben o tarihte NTV'de bile çalışmıyordum." Kendileri hakkında açılan davanın durumunu soruyoruz, takip etmiyor, bilmiyormuş. "Ben olmadığım bir yerde telefonla helikopter düşürmekle, ve bunu bir örgütle yapmakla suçlanıyorum. Televizyonda çalışacağım, helikopter düşecek, ve sen orayı aramayacaksın. Ben aramayanı amiyane tabirle döverim. Ama bunlar gazeteci geni taşımadığı, gazetecilik işi yürütmedikleri için bunları bilmiyorlar."

"Beni asıl korkutan, bunun doğru olabileceğine inanan ruh hali"
Söz konusu haberi yapan muhabirin şimdiye kadar sayısız haberinin yalan çıkmasını soruyoruz. "Sokağa çıkamazsın" diyor. "Bunlar ben bunu söylediğim için beni düşman belliyorlar. Daha vahimi, buna gazeteciler cemiyeti denilen o garabet de ödül verdi. Mesleğin en büyük suçu yalan haberdir, ötesi yoktur. İdamın nedir dersen, yalan haberdir. Yalan haberi tescillenmiş birine, bir başka meseleden ödül verildi."

Hoş şöyle devam ediyor: "Beni asıl korkutan bu ruh halidir. Haberin yalan olmasından vahim olan, buna inanmalarıdır. 'Ha, bu orada ne yaptı, onu telefonla aradı, e Erzincan'da da şöyle haber yaptı, tamam bir tarafın adamı.' Ne bu? Bir kuyruklu yalan zinciri, ve sonucunda sen mahkum oluyorsun."

"Ergenekon, Gladio'yu örtmek için kullanılıyor"
Mustafa Hoş, "Bir güç ve iktidar, bir kibre yol açtı. Ve kibrin yarattığı derin bir hasar oluştu vicdanlarda" diyor. Hoş'a göre bir doğrunun karşısına, bin yalan çıkarılıyor. Bu psikolojik savaş taktiğine Türkiye'nin alışık olmadığını, örneğin ABD'nin Vietnam Savaşı sürecinde uyguladığına benzer bir şeyin uygulandığını düşünüyor.

Ergenekon'u örnek veriyor. Ergenekon süreci başladığında heyecanlanmış Mustafa Hoş. Fakat sonradan, sürecin başka bir yere gittiğini görmüş. "Evet, ben Ergenekon'un var olduğuna inanıyorum. Ama Türkiye'de aslında Ergenekon'un, Gladio'yu örtmek için bir örtü olduğunu görüyorum şimdi. Gladio hala yaşıyor Türkiye'de. Zaten o yüzden bunları yaşıyoruz" diyor, "Askeri vesayet denilen şeyi, birazcık kendisine demokrat diyen kimse savunmaz. Ama askeri vesayetin yerine cemaat vesayetini koyarsan, bunun ondan farkı olmaz."

"Bunlar bir rant alanına hakim olma hamleleri"
Ergenekon, şike ve benzeri operasyonlar, Hoş'a göre belli bir rant alanına hakim olma hamleleri. Hoş, dini cemaatlere karşı değil, fakat Gülen cemaatinin bu hamlelerdeki payını görüyor.

"Allah yolunda koridor olması gereken bu cemaat, bugün bir rant zinciridir. Ben cemaatler yok olsun diye de düşünmem. Birer sosyal realitedir cemaatler. Ama her şeye hükmedeceksin, her şeyin içerisinde olacaksın, ama ortada yoksun. Böyle bir şey olmaz. Bir hayalet var ortada. Biz hayalet güçlerle yönetilemeyiz. Bunun en fazla olabileceği yer lobidir. Ama sen hükmediyorsun."

Rant olmasa 16 tane zarar eden haber kanalı olur mu?
Bu rant paylaşımında medyanın rolünü vurguluyor Hoş sürekli. "16 Haber kanalı var. İnanılmaz bir rakam. Ve 16 haber kanalının hiçbirisi kâr etmiyor. Hepsi sübvanse ediliyor. Bu kadar para oraya niye veriliyor? Haber değilse dert, ki öyle olmadığını biliyoruz, haber alamıyoruz çünkü, başka bir işlev yürütülüyor demek ki. Siyasetle ticaretin basamağı gibi kullanılıyor medya."

"Ben iş aramıyorum, mesleğimi arıyorum"
Cihaner olayıyla NTV'den ayrılmasının ardından karşılaştığı tecrit sonucu herhangi bir yerde işe girmemiş Mustafa Hoş. Daha önce büyük paralar kazanılan pozisyonlardayken hepsini bırakınca, hayat standartlarını da buna göre tekrar düzenlemeye çalışmış. Kendiyle çok hesaplaşma yaşadığını da itiraf ediyor, "Ama onurumu korumak zorundaydım" diyor.

Aslında iki senedir iş de aramıyormuş Hoş. "Mesleğimi arıyorum" diyor. "Bu halde yapsam ne olacak, iki gün sonra aynı şey olacak."

Kendisinin iyimser olduğunu belirtiyor. Hoş'a göre bu böyle gitmeyecek. Kendisi de, bir kez daha mesleğini, gazeteciliği yapabilecek. O günü bekliyor.

(soL - Haber Merkezi)