Deniz Feneri soruşturmasını yöneten savcılar bir oldubittiye getirilerek görevlerinden alınması henüz yeniyken, Star gazetesi yazarı Mehmet Altan, muhafazakarların Deniz Feneri davasını “gözlediklerini” yazarak yüreklere su serpti.
Işık Koşaner’in ses kayıtlarının kendisine ait olduğunu kabul ettiği günün akşamı “muhafazakarlar”la iftarda buluşan Altan, yemekte 27 Nisan e-muhtırasının Genelkurmay’ın internet sitesinden kaldırılmasından Koşaner’in ses kayıtlarına kadar birçok konunun konuşulduğunu yazdı. İftarda Deniz Feneri davasının da gündeme geldiğini yazan Altan’a göre, “Artık sohbetlerin konusu sadece askeri vesayetten ibaret değil, konuşmalar siyaseti de denetleyen, zaaf noktalarına dikkat çeken bir noktaya doğru hızla kayıyor...”
‘Vicdan sahibi muhafazakarlar’
Yazısı boyunca muhafazakarların ne kadar faziletli insanlar olduğunu anlatıp onları öven Altan, “çıkara dayalı bir gönüllü körlük nedeni olan siyasal partizanlık”ın, “vicdan sahibi gerçek muhafazakârları esir alamadığını” iddia etti. Muhafazakarlar, “vicdanlarının rehberliğinde”, “anormal gelişmelerden anında tedirgin olan” insanlar olarak değerlendiriliyor.
Deniz Feneri davasından tutuklanan kişilerin, iftardaki muhafazakarlar tarafından yakınen tanındığını söyleyen Altan, buna rağmen bu kişilerin, “olup bitenin adil bir yargılamayla açıklığa kavuşmasını istediklerini” ve “sürecin baskı sonucu kapatılma ihtimaline de şiddetle karşı çıktıklarını” iddia etti.
Altan şöyle devam etti:
“Askeriye konusunda ısrarlı olanların Deniz Feneri Davası’na asla ve kata değinmedikleri, Deniz Feneri Davası’nın ısrarlı takipçisi olanların da askeriyedeki çürümüşlüğü görmezden geldiği şizofrenik bir kamplaşmanın mağduru olan Türkiye, bu hastalıklı iklimden galiba çıkabilecek diye düşünerek hem umutlandım, hem sevindim...
Çünkü Türkiye, kısaca adalet duygusu olarak nitelediğim vicdanını siyasal kamplaşmanın önüne koymadan içinde bulunduğu anormal ruh halinden kolayca çıkamaz...
Siyasal rant vicdanın önünde seyrettikçe de ilkeli ve tutarlı bir devlete ve topluma dönüşemez...”
Deniz Feneri davasını yürüten savcıların görevden alınmasının muhafazakarlar arasında gündem olduğunu söyleyen Altan, davanın “‘muhafazakâr-laikçi’ çekişmesinin dışına çıkarak, siyasal kamplaşmanın değil, vicdanlı dindarların da projektörleri altına girmesine” sevinerek övgüsünü bitiriyor.
‘Vicdan sahibi muhafazakarlar’ nerede?
Mehmet Altan’ın çizdiği “muhafazakar” portresinin aksine, yandaş medyada yapılan Deniz Feneri yayınları ve yazarların köşe yazıları bir hayli taraflı.
Örneğin, Ergenekon, KCK, Balyoz gibi davalarda tutuklu bulunan kişilerin “masumiyet karinesi”ni aklına hiç getirmeyen ve medya yoluyla bu tutuklamalara arka çıkan Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 8 Ağustos günü yazdığı yazısında biden masumiyet karinesini hatırlıyor. Sunucu Uğur Arslan’ın gözaltına alınmasının ardından bazı kesimlerin “zafer çığlıkları” attığını iddia eden Dumanlı, Arslan’ın serbest bırakıldığını ve “suçsuz” olduğunu belirtti.
Daha sonra Dumanlı, savcıların “resmi evrakta tahrifat” suçu işlediklerini “sabit” görerek, müfettişleri göreve çağırıyor:
“Deniz Feneri soruşturmasında korkunç bir gelişme yaşandı. İddialara göre soruşturmayı yürüten savcı devletin bir birimine soruşturma ile ilgili faks çekerken resmî evrakın bir bölümünün üstünü kapatıyor hatta ilgili birimin konuya dair sorusuna da yanlış cevap veriyor. Belgede tahrifat yapmak ağır bir suç değil mi? Şayet iddialar doğruysa bu soruşturmayı yürüten savcı korkunç bir şüpheye neden olmuştur. Bakanlık müfettişleri olaya el koymuş iddia doğruysa hesabı da ağır olmalı. Peki, bu önemli gelişmenin bir kısım medyada haber değeri taşıması gerekmez mi? Deniz Feneri şüphelilerini suçlarken aslan kesilenler adalet üzerine gölge düşerken de aynı celadetle kükreyebilmeli. Yoksa yandı gazetecilik...”
Bir diğer Zaman gazetesi yazarı ve Fethullah Gülen’in Türkiye sözcüsü Hüseyin Gülerce ise, daha 18 Eylül 2008 tarihinde yazdığı bir yazıda, Deniz Feneri davasının AKP’yi yıpratmak için kullanılmaya başlandığını, halkın AKP’ye umut bağladığını ve bu umudun kırılmaması için davanın Türkiye’deki uzantılarının üzerine gidilmesi gerektiğini belirtiyor. Seçimlerden sonra yazdığı yazıda da, Deniz Feneri soruşturması kapsamında gözaltılar olmasının, AKP’nin “kendine demokrat” görüntüsünü tamir etmesi açısından olumlamıştı.
Zaman’da yazan bir başka yazar Abdülhamit Bilici de, 20 Mayıs 2009 tarihinde yazdığı bir yazıda, Deniz Feneri davasının Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi nedeniyle Alman devleti tarafından Türkiye’nin başına bela edildiğini ve Almanya’nın Erdoğan’ı istemediğini iddia etmişti.
Yenişafak gazetesi yazarlarından “afili filinta” Hakan Albayrak ise, 15 Eylül 2008 tarihinde yazdığı yazıda, Türkiye’deki Deniz Feneri Derneği ile Almanya’daki Deniz Feneri e.V. arasında hiçbir bağlantı bulunmadığını, “özkonusu davayı kullanarak Türkiye'nin yüz akı olan bir yardım teşkilatını itibarsızlaştırmaya çalışanların oyununa gelinmemesi gerektiğini” yazmıştı.
Öte yandan, Deniz Feneri savcılarının görevden alınmasının ardından İslami kesimden kalemler meseleyi “suskunlukla” karşılarken, ilk gözaltılardan sonra bu kalemlerin en ileri tepkisi, “suçlu olan cezasını çeksin” oldu. Kısacası, Mehmet Altan’ın iddia ettiği gibi, ortada Deniz Feneri davasının “sonuna kadar gitmesini” isteyen ve bunun için mücadele etmeyi göze alan “muhafazakarlar” bulunmuyor.
(soL - Haber Merkezi)