İsmail Kılıçarslan’a: Okurlarınız okumadığı için utanmıyorsunuz

Srebrenitsa’da bir dolaşıp, eski Yugoslavya topraklarına yayılmış mezar taşlarına göz gezdirip yaşanmış acıları bir düşünüp utanması gereken gerçekleri yazan soL yazarları değildir. 'Biz ne yaptık, nasıl bir alçaklığın parçası olduk' diye düşünmelerini beklemiyoruz ama soL’a ucuz 'duygu sömürüsü' ile sataşanlar okurlarının okumazlığına bu kadar güveniyorsa yazmayı da…

soL

Srebrenitsa katliamının yıldönümünde bir portre yazısı yayımladık. Daha doğrusu bir portre yazısını kısa bir güncel sunum bölümü ekleyerek tekrar yayımladık. Aliya İzzetbegoviç hakkındaki bu portre yazısı 2010 tarihinde Ali Örnek tarafından kaleme alınmıştı.

Portre yazısı diyoruz ama genişçe bir tarihsel dönemden noktasal kesitleri Aliya İzzetbegoviç üzerinden alan bir yazıydı.

Yazıya çok saldıran oldu. 

İyidir. Zayıf tarafları olduğu için herkesin üzerine çullandığı bir eksik üretimle, can yaktığı için hedef alınan bir “entelektüel şiddet” unsurunu ayırd edebiliyoruz çok şükür. 

Çok saldırdılar, çünkü canlarını yaktı yazı.

Saldıranların ortak yanı ise şuydu: Ya yazıyı okumamışlardı, ya da yazıyı can havliyle okuduktan sonra çıkarttıkları vaveylaya kulak veren okurlarının yazıyı okumayacağını varsayıyorlardı.

Dün Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan eklendi bu “tatavacı” düşünce teröristlerine. 

Yazdıklarına bakınca soL’daki yazıyı okumamış olması lazım diyebiliyoruz. Öte yandan bu ihtimal zayıf. “Bazı yazarlarını ‘ekstra dikkatle’ takip ettiğini” söylediği soL’a saldırırken malzemesini iyice bir gözden geçirmeden buna kalkışması, bir gerici yazara bile yakışmayacak bir amatörlük olurdu.

Geriye tek bir ihtimal kalıyor.

Kılıçarslan, “Balkanlarda etnik milliyetçiliği, Suriye’de mezhepçiliği savunmak solun bütün değerlerine ihanet etmek manasına gelir” diyerek karaladığı soL’da yer alan yazıyı kendi okurlarının okumayacağını varsaymış olmalıdır.

Uzatmayacağız. Hızlıca Kılıçarslan’ın acıklı çırpınışlarını yanıtlayalım.

Srebrenitsa katliamının yıldönümünde soL portal sayfalarında yer açtığımız haber yazısı Sırpçı filan değildir. Bu utanmazca bir yalandır.

Sadece ilk paragraf, bunu ortaya koymaya yeter:

Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde aralarında en kanlısının Srebrenitsa olduğu çok sayıda katliam yaşandı. ABD ve Almanya başta olmak üzere emperyalist ülkelerin de kışkırtmasıyla milliyetçiliğin tırmandığı Yugoslavya’da 1990’lı yılların başında çıkan iç savaş, Batılı güçlerin farklı grupları silahlandırmasıyla hızla tırmanmıştı. Bu süreçte gerçekleşen katliamların birçoğu birbirine düşmanlık besleyen Sırp, Boşnak, Hırvat ve Arnavut milliyetçiler tarafından gerçekleşirken, bazı katliamlar tarihe karanlık yönleriyle geçti. Bunlardan biri de Srebrenitsa katliamıydı. 

soL’un Srebrenitsa katliamının yıldönümünde bu yazıyı yayımlamasının katliamın kurbanlarını hedef aldığı iması da bir başka yalandır. Üstelik kendi yazısında Srebrenitsa katliamında İzzetbegoviç’in NATO güçlerine güvenerek büyük bir hata yaptığını söyleyen, böylece soL yazısında yer alan katliamdaki kayıpların sorumluluğuna İzzetbegoviç’in ortak olduğu önermesini destekleyen Kılıçarslan’ın tavrı ayrıca utanmazcadır. Kılıçarslan’ın soL yazısını karalamak için uydurduğu cümleler dışında yazıyı destekleyen çokça itirafı vardır.

soL’un Titoculuğu konusu Kılıçarslan’ın bir başka yalanıdır. Siyasal hattımız ve birikimimiz “Titoculukla” yaftalanabilir gibi değildir. Fakat bunun ötesinde hedef aldığı yazıda Tito ve Tito Yugoslavyası (belki de gereğinden fazla) soğukkanlılıkla anılmaktadır.

O da şu cümlelerde:

Ustaşe ve Çetnik destekçisi olan İzzetbegoviç bu suçlarının cezasını Tito önderliğindeki Yugoslavya'da 3 yıl hapis cezasıyla atlattı. Zira Tito yönetimi, II. Dünya Savaşı sırasında özellikle Boşnaklar ve Hırvatların Nazilerle işbirliğine gittiği gerçeğini unutturmak, yeni bir kardeşlik ve birlik dönemi başlatmak istiyordu. Bu nedenle İzzetbegoviç gibiler üstünkörü yapılmış soruşturmalarla göstermelik cezalar aldılar.

Son olarak anlamazdan gelenlere, “okurlarımız zaten okumaz” diyerek garip özetlemeler yapanlara, gözü dincilik ve milliyetçilikle körleşmişlere tekrar anlatalım: 

Yugoslavya’yı önce bir yangın yerine sonra da paramparça edilerek sömürgeleştirilen bir ülke kalıntısına dönüştüren provokasyonlar, Arnavut, Hırvat, Sırp ve Boşnak milliyetçiliklerinin kışkırtılması ile gerçekleştirilmiştir.

Yugoslavya’da Sırp unsurunun başlarda kendisini oldukça deforme olmuş bir sosyalist birliğin koruyucusu olarak görmesi de bu provokasyonda çok sınırlı bir yarar sağlamıştır. Tersine sosyalizmin meşruiyetini istismar eden Sırp milliyetçileri provokasyona güç vermiştir.

Anti komünist islamcıların NATO köpekliği karşısında kefil olacağımız sosyalizmle karışmış bir Sırp milliyetçiliği olsaydı, böyle bir şey görseydik, en azından şu kuşkucu soruyu ortaya atardık: Halkların birliğini ve sosyalizmi savunanların aynı zamanda milliyetçi olması mümkün mü?

Bu soruya olumlu bir yanıt verebilseydik, Kılıçarslan’ın bize yakıştırdığı şey doğru olurdu ve biz de itiraz etmezdik.

Ama karşıtı doğrudur: NATO köpekliğini meziyet bellemiş islamcıların, halkların acılarını başkalarına hatırlatmaya hiç hakkı yoktur. Srebrenitsa’da bir dolaşıp, eski Yugoslavya topraklarına yayılmış mezar taşlarına göz gezdirip yaşanmış acıları bir düşünüp utanması gereken gerçekleri yazan soL yazarları değildir.

"Biz ne yaptık, nasıl bir alçaklığın parçası olduk” diye düşünmelerini beklemiyoruz ama soL’a ucuz “duygu sömürüsü” ile sataşanlar okurlarının okumazlığına bu kadar güveniyorsa yazmayı da bırakmalıdır.

Onların okurlarına da biz okuturuz.