İslamcılar'ın Suriye tartışmaları sürüyor

Suriye'de Batı'nın müdahaleyi çağrıştıran açıklamalarının geldiği şu günlerde, siyasal islam konu ile ilgili ikiye ayrılmış durumda. "ABD-İsrail oyununa" dikkat çekenlerin yanı sıra, müdahaleyi "tarihsel görev" addedenler de yeni gelişmelerden başka misyonlar çıkarıyorlar.

Tunus olaylarından beri, Müslüman ağırlıklı Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar islamcıların tartışma konusu haline gelmişti. Bölgede çeşitli aktörlerin (İran, Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler, Hizbullah) konumuna ve geleceğine göre konumlananlardan, Türkiye'nin oynaması gereken role kadar birçok konuda farklı görüşler ileri süren taraflar, kimi zamanda birbirlerine BAAS'çılık, Suudi-ABD'cilik gibi ithamlar ile seslenmekten de beis duymuyorlar.

"Allah göstermesin ama, NATO’nun Suriye’ye yönelik askeri bir saldırısı alttan alta hızlıca ısıtılmakta"
Camianın önemli kalemlerinden Nureddin Şahin yazılarında Suriye'de yaşananların, ana akım medyadaki yansımaları ve hükümetin soruna müdahale biçimi üzerinden Türkiye'nin de içine çekilmekte olduğu bir komplo olma ihtimalini sorguluyor ve müslümanların oyuna gelmemesi gerektiğini savunuyor.

Şirin yazılarında,

"Diğer yandan, özellikle güncel olarak, Sayın Başbakan, Sayın Davutoğlu, Sayın Arınç ve diğer bazı hükümet mensuplarının yüksek sesle tekrarladıkları “Ramazan’da bile katliam yapıyorlar halkın üzerine tankla, bombayla gidiyorlar” şeklindeki tepkisel beyanları bir gerçeği yansıtmanın ötesinde “politik ve pragmatik bir duruş”u ifade ediyor. Ayrıca İslami medyanın da salt bu şekilde fotoğraf sunması da, Suriye gerçeğini çarpıtarak aktarmaktan başka bir anlama gelmiyor.

Suriye rejim güçleri tarafından öldürülen muhaliflerin rakamı verilirken, bunun yanına öldürülen asker ve polislerin sayısını da koyduğumuzda, Suriye’deki hadiselerin "öteki yüz"ünü daha iyi görecek, aslında ülkede “sivil gösteriler”in ötesinde “kanlı hesaplaşmalar”ın sürüp gittiğini anlayacağız.

Türkiye hükümeti bu fotoğrafı görmüyor ve bilmiyor mu? Resmi ve gayri resmi bilgi kaynakları bu bilgileri başbakana ulaştırmıyor mu?"

"Eğer, Suriye’de böylesi bir fotoğraf yoksa ve bu sadece rejimin kendi saldırı ve katliamlarını meşrulaştırma amaçlı bir dez-enformasyonu olarak görülecekse, bu dez-enformasyonun şiddetli bir şekilde Suriye yönetiminin suratına çarpılması gerekir ve bu mümkündür.

Ancak, bunu yapmaya kalkarsanız, o zaman da Türkiye sınırına 15 km kadar uzaklıktaki Cisr Şuğur’daki 120 asker ve polisin öldürülmesi olayını üslenen Yarbay Hüseyin Hermuş’ların yanındaki askerlerle birlikte "mülteci görünümü" altında Türkiye sınırını geçtiklerinin hem görüntüleri hem de kendilerinin açıklamaları önünüze konulur ve o zaman siz de zor durumda kalırsınız.

Dolayısıyla Türkiye’nin samimane yaklaşımı, her ne surette olursa olsun, “kanın durdurulması”nı sağlamak olmalıdır Gerçek ve iyi niyetli bir çözüm, Suriye’de yönetim ile muhalifler arasında makul ve kabul edilebilir bir uzlaşma zeminidir, ki bu da halihazırda kan dökülmesini durdurarak ülkede siyasal reformların bir an önce paritğe dökülmesininin önünü açmaktır."

sözleri ile kaygılarını dile getirirken “Suriye halkının haklı mücadelesi silahlı güçler tarafından katlediliyor” sözleri ile de kendini BAAS'çılık ile suçlayanlara cevap veriyor.

"Hizbullah ve İran karşıtlığı” sadece Şiilere değil biz Sünnilere de büyük zarar verecektir"
Milli Görüşe yakınlığı ile bilinen İsra haber ajansı Genel Yayın Yönetmeni İsa Eren ise,

"Nasıl ki bugün Suriye muhalefeti içerisinde yer alan Munir Gadban gibi Suriyeli Müslüman liderler, Hristiyan ve laik Suriyelilerle, “Esad’ı devirme” hedefi için ortak mücadele verebiliyorsa, Amerika ve İsrail’in bölgedeki projelerini, tarihin çöplüğüne atmak için İran ve Hizbullah ile de ortak mücadele verebilirler. Asıl düşman olan Amerika ve İsrail’i bir kenara bırakarak, İran ya da Hizbullah’a karşı mücadeleyi tercih edecek Esad sonrası Suriye yönetimi, şehidlerin kanlarını yerde bırakmış olacaktır."

satırları ile Esad'ın devrilmesiyle olası bir yeni hükümetin de İran ve Hizbullah çizgisini desteklemeyi sürdürebileceği ihtimaline işaret ediyor. İslamcılar arasında Suriye'ye müdahaleye karşı çıkan az sayıdaki kesim, genelde buna "İran-Suriye-Hizbullah-Hamas" ekseni güç kaybedeceği gerekçesiyle karşı çıkıyor. Dolayısıyla Eren'de, iki pozisyonu birleştirme arayışı göze çarpıyor.

"Bu isyanların ideolojisi ve kadrosu yok"
Ortadoğu ile ilgili araştırmaları, kitap çevirileri ve yazıları ile bilinen yazar Kenan Çamurcu İslamiGündem sitesine verdiği röportajında "İdeolojisiz ve amaçsız kitleler sokakta diktatörlüğe itiraz ettiler ama yerine ne konacağını söylemeye sıra geldiğinde tek ifade edebildikleri serbest seçim oldu" sözleri ile kitlelerin yönlendirilmeye açık olduğunun altını çiziyor.

"Fakat aynı zamanda bu isyanlarda ideoloji yok, siyasi söylem, liderlik, kapsayıcılık, yüksek katılım, program, rejim değiştirecek kadro gibi çok önemli özellikler de yok. Bu açılardan Arap sokaklarındaki isyana en başta “ümmi isyanlar” demiştim. Bu ayaklanmaların devrim olmadığını, isyan olduklarını söylemiştim. Çünkü bir hareketin devrim sayılabilmesi için hangi özellikleri taşıması gerektiğine dair elimizde tarihsel örnekler ve kriterler var.

(...)

İdeolojisiz ve amaçsız kitleler sokakta diktatörlüğe itiraz ettiler ama yerine ne konacağını söylemeye sıra geldiğinde tek ifade edebildikleri serbest seçim oldu. Hatta isyanlar boyunca sokakta ABD ve İsrail'e itiraz yoktu, batılı sömürgeciler sokaktaki öfkeden nasiplerini almadılar. Halbuki başlarındaki diktatörleri uzun yıllardır orada tutan, onları koruyup destekleyen liberal demokrasi dünyasının güçleriydi. Buna rağmen Arap sokaklarında yeni sömürgeciliğin ideolojisi olarak “demokrasi”nin bu kadar yüceltilmesi aklı karışıklık kadar, ideolojisizlikle de ilgilidir. "

cümleleri ile yaşanan süreci kendince yorumlayan Çamurcu, "Devrimlerin en son ve en mükemmel örneği 1979'da İran'da gerçekleşen İslam devrimidir" diyerek yaşananlarda islamın rolü ve çıkarlarına dair görüşlerini dile getiriyor.

"Muhalifler Batıya direnişe talip olsun, BAAS'a cihat ilan edelim! "
Çamurcu muhalefetin Batı'lı güçlere karşı tepkisizliğini ve bazı örneklerde icapçı halini eleştirirken, bu yanlışa düşenleri de küfre düşmekle suçladı. Çamucu derdini şu sözler ile anlattı,

"Sokaktaki kanı, Suriye'yi batı vesayet sistemine dahil etmek için kullanan USrail, Suudi, Hariri ve Suriyeli sözde muhalif siyasetçilerin sözüne hoparlör olmak haramdır, bâtıldır.

(...)

Mesela Yeni Şafak'taki meczup yazar, öyle anlaşılıyor ki, Soros'un "ihraç ürünü" dediği ve bölgesel müdahalelerde kullanılmasını tavsiye ettiği TSK, batı hegemonyası namına Suriye'ye girdiğinde yağları eriyecek, çünkü geçmişte yaptığı Esedçiliği ancak bu boyutta bir vehamete yol açmakla unutturabilir!

(...)

"Muhalif güçler" ABD işgalini çağırmak yerine batı hegemonyasına karşı direnişe talip olsun Baas'a cihat ilan edelim! Fakat Baas'a karşı olsa bile batı vesayet sisteminde yeralacağını baştan ilan etmiş bir harekete katılıp USrail'in askeri neden olalım?"

Hakan Albayrak suskunluğunu koruyor
Sert çıkışları ve savaş çığırtkanlığına varan söylemleri ile islamcı kesimde müdahale yanlısı cenahın en keskin isimlerinden biri olarak öne çıkan Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak kendisine yönelen eleştiri oklarının ardından susmayı tercih ediyor. Aynı gazetede çalışan İbrahim Karagül tarafından da Albayrak'ı "Irak'tan ders almamakla" suçlamış, daha köktenci kesimler ise kendisine ağır ithamlar yöneltmişlerdi.

"Batı'nın Türkiye'yi Suriye'ye yollaması Türkiye için övünç kaynağı olabilir"
Öte yandan Timetürk yazarı Aslan Balcı Türkiye'nin rolünü ve AKP'nin süreçteki payını "Müslüman Kardeşler" hilafına destekliyor. Balcı bu konuyu savunurken, islamcı yazarlara değil, CHP'ye yüklenmeyi tercih ediyor,

Müslüman Kardeşler, Arap dünyasındaki isyan dalgasında hükümetlerin devrilmesinde ve yeni düzenin tesis edilmesinde oynadığı rol ile de öne çıkmış, Batı'ya karşı izlediği barışık tutum ile de bölgedeki yeni aktör adaylarından biri olduğu sinyallerini vermişti.

"CHP’ye göre Davutoğlu Batının adamı ve onların isteklerini iletmek için Suriye’ye gitmiş. Oysa bu zat bilmiyor mu Türkiye, bölgede sözü geçen bir ülke olduğu için batılı devletlerde Türkiye’ye,
“Gidin şu Esed'i ikna edin,
halkını öldürmekten vazgeçsin,
kan dökmesin
seni dinler “ gibi sözler söylenmişse, bunda utanılacak bir şey yok. Türkiye için övünç kaynağı olabilir. İnsanlık adına böyle bir aracılık yapmak CHP’yi neden tedirgin ediyor? "

Balcı'ya göre de bazı güçlerin Suriye'ye yönelik planları ve çıkarları daha değişik,

"Bölgenin önemli aktörlerinden İran ve İsrail Esed’in gitmesini istemiyor. ABD her zamanki gibi hem iktidarı hem de muhalefeti destekliyor. ABD’nin buradaki beklentisi Esed’in yerine gelecek kimse İsrail’in güvenliğini sağlamasıdır."

"Suriye’de yaşananlar çok yalın bir tabir ile Suud-Abd’nin adamları ile Esad’ın iktidar savaşıdır"
İslami Gündem yazarlarından Cihat Kayaduman ise yaşananları, "Abd’nin başa gelmesini istediği adamlar iktidara gelene kadar kan dökülmeye devam edilecektir" sözleri ile açıklarken, Türkiye'deki müslümanların bir yanılsamayı izlediklerini söyledi.

"Suriye operasyonunun ilk ayağı halkın kanının dökülmesini sağlayarak Esad’ın meşruiyetini sarsmaktı. Şimdi ikinci ayağa geçiliyor ve uluslarası müdahale gündemde.

İran’ın ve Hizbullah’ın konumunu anlamakta zorlananlar için durum bundan ibarettir. İran normal olarak Abd’nin kontrolünde olmayan bir yönetimi desteklediğini söylüyor çünkü aksi şekilde bunca kanın dökülmesine sebep olan Amerika’nın ve onun sadık rejimi Suud’un adamları Suriye’nin başına geçecek.

Suriye konusunda 3. şık olması ihtimali maalesef yok. Dışarıdan desteklenmeyen hiçbir gücün yani Suriyelilere has güçlerin iktidara gelmesi, yönetimde yer alması mümkün değil.

Ve Suriye konusunda mazlumların yanında olmak demek maalesef ‘Özgür Suriye Ordusu’ isimli katliam şebekesinin yanında yer almak değil, ‘Hama Kasabı’ lakabı ile bilinen ve Suud Kralının bacanağı olan Suriye muhalefetinin en önemli ismi Rıfat Esad’ın yanında olmak değil, dışarıdan yönetilen Haddam’ı desteklemek değil. Bunlar iktidarı ele geçirmek için halkın kanının dökülmesinin gerektiğine inanan isimler çünkü ne kadar kan dökülürse iktidarlarına o kadar yaklaşacaklar. Suriye'de her ne şekilde olursa olsun kan dökülmesi pragmatist bir bakış açısıyla bakılsa dahi en çok İran'a, Hamas'a, Hizbullah'a zarar vermektedir. Ancak ne kadar kan akarsa Suud, Abd, Hariri destekli muhalefet liderlerinin işi o kadar kolaylaşacaktır. "

açıklamalarının ardından Kayaduman iki tarafın da desteklenemeyeceğini savunurken, bir çözüm önerisinden ise kaçınıyor.

Suriye'ye yönelik müdahaleler gitgide gerçeklik kazanırken, siyasal islamcılar arasında da tartışmalar süreceğe benziyor.

(soL - Haber Merkezi)