Aslı Kanaatkar-baş'a mektup

soL yazarı Mustafa Adalı, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'a, Yunanistan'da kriz karşısında haklarını kaptırmamak için sokaklarda, iş yerlerinde mücadele veren Yunan emekçilerine dair yazdıkları vesilesiyle bir mektup kaleme aldı. Mustafa Adalı'nın mektubunu sizlerle paylaşıyoruz.

Sayın Aslı Kanaatkar-baş,
"Yunanistan Avrupa’ya yakışmıyor" başlıklı, komşularımızı alenen tahkir ve tezyif eden yazınız, "Aydın" bir "baş"a hiç mi hiç "yakışmıyor", yakışmadığını düşünüyorum. İtirazlarımı parantezlerde iletiyorum. Saygılar sunar, iyi çalışmalar dilerim.

Aslı Aydıntaşbaş
Yunanistan Avrupa’ya yakışmıyor
06 Mayıs 2010. Milliyet

Az da olsa, etrafa bakıp iyi ki Türkiye’de yaşıyoruz dediğimiz anlar var ya işte dün onlardan biriydi.
Zeus’un evlatları, dün Atina’yı yıkıp yıkarken, iyi ki, dedim, şımarık tembellerin değil, her şeye rağmen çalışkan, sabırlı, inançlı insanların ülkesinde yaşıyorum. (Ama aynı zamanda 5 yaşına kadar her 1000 bebeğinden 61'ini kaybeden insanların ülkesinde yaşıyorsunuz ki, "şımarık tembeller"in ülkesinde bu oran sadece 1000'de 6. İlaveten, unutmayın ki, halkları çalışkan-tembel diye ayırmayı düpedüz kafatasçılık sayan bir dünyada yaşıyorsunuz. Mevzu kimin daha çalışkan olduğu değil, mevzu şu: Küresel efendiler Ege'nin her iki yakasına da ayrı ayrı "kriz bahanesiyle size artık et yerine kuru ekmek vereceğiz beyler, yerseniz" tebligatı yolluyor, bizim yakadakiler "yeriz, buna da şükür" kuzu'luğuyla, karşı yakadakiler ise "yemezler" şahin'liğiyle -ve orta parmağın kalkık olduğu el kol hareketleriyle- yanıt veriyor aradaki tek fark bu, yoksa ne komşular tembel, ne de biz "en bi çalışkan"ız. Ayrıyeten, tembel dediğinizin, sokakları arşınlayıp hak aramak yerine, evinde yatıp "ben işçinin hem çalışkan hem uysal olanını severim" türünden köşe yazılarını okuması gerekmez miydi?)

Yıllardır üretmeyen, çalışmayan, kafelerde Frappe’lerini yudumlayıp sadece şikâyet üstüne şikâyet eden Yunanlılar, bugün “kendilerine çekidüzen vermemiş olmanın” bedelini ödüyorlar. Ekonomik olarak durumun özeti. (Ekonomik değil, komik özeti. Frappe'leriyle ilgili istatistik bulamadım, fakat bizim okullarda frappe'den daha sert maddelerin tüketildiğini gösteren gıcır gıcır bir anket mevcut, İstanbul'daki her 3 öğrenciden biri esrarcıymış, valla anket ööle diyo. OECD raporları ise Yunanlıların çalışmadığını kim söylerse alnını karışlarız diyo: Komşuda haftalık çalışma saati 42.4 imiş ve bu, ABD'den de, Almanya'dan da, Fransa'dan da, İtalya'dan da, İngiltere'den de daha yüksek. İşte size işin "ekonomik aslı", Aslı Hanım.)

Peki ne yapıyorlar karşılığında? Utanç içinde başlarını öne eğip “Yedik içtik, yıllardır Avrupa’nın parasıyla dev bir kamu sektörünü yolsuzluk ve üretimsizlikle şişirdik” diyeceklerine, hiddetlenip yakıp yıkıyorlar. Bravo! (Şööle "çalışkan" bi gazeteci araştırsa, 11 Eylül'de de parmağı olduğu çıkar bunların. Kesin.)

Yunanistan’a giden herkes, o ülkedeki otorite-nefretini, çalışma-alerjisini, anarşist ruhu bilir. Bol isyan, bol sohbet, (sohbet deyip geçmeee, tüm anarşik faaliyetler masum bi futbol geyiğiyle falan başlar hep) genelde “her şeye karşı” olma durumları. Eyvallah. Ama gerçek şu ki, PASOK onlarca yıldır Sovyetler’de iflas etmiş bir ekonomik modelin benzerini, Avrupa hibeleriyle devam ettirmeye çalıştı. (One minute, one minute o paralara hibe değil borç deniyor Aslı Hanım. Hibe olsa Yunanistan'ın bu kadar borcu neden olsun, bir düşünün bakalım. Hibe de aldılar elbet, ancak tamamı o bahsettiğiniz "Sovyetler'deki ekonomik modelin benzerini" kurmaları için değil, bilakis kurmaya kalkmamaları şartıyla verilmişti, siyasi diyetti yani. Bakın bugün Sovyetler de yok, hibeler de.) Bütün bunlar, deniz güneş, uzo varken, Alman şoförleri ve İngiliz çiftçileri sizi finanse ederken son derece hoş, hatta romantik işler. (Serbest piyasada kimse kimseyi beleş finanse etmez, herkesin dini imanı milimetrik hesaplanan borç faizleridir. Alman şoförleriyle İngiliz çiftçileri -yani bankaları- borç veriyorsa, karşılığında da dünyanın başka hiç bir Hazinesinin ödemediği ballı-kaymaklı bir faiz kazancını cebe indiriyorlar demektir. Yoksa siz sadaka verdiklerini mi sandınız?) Yunan adaları da şahane. (Cennet adaları gözüne kestiren Alman politikacılara "alın şu Girit'le Rodos'u ellerinden de, görsünler analarının Alman'ını" mealinde ince bir gönderme mi var, yoksa bana mı öyle geliyor?)

Ama Olympos’un sahte tanrıları gerçeklik duvarına toslayınca, bir anda çılgına dönüp “demokrasinin beşiği”ni Kırgısiztan’a çeviriverdiler. (Yoo, sadece borsa kumarbazlarının suratını mor menekşeye çeviriverdiler. Oysa, bizim için de -ve dahi Alman ve İngiliz emekçileri için de- kavga etmiş oluyorlar, farkında değil misiniz? Bence sinirden Kırgızistan'ı Kırgısiztan olarak yazacağınıza, sakin olup bol bol dua edin direnişleri başarıya ulaşsın diye ki, bu tarafta da Tayyip "ayaklar baş oldu" gibi laflar yumurtlamadan önce "ulan ya bizimkiler de..." korkusuyla, dilini biraz rektifiye ettirsin, en azından.) O zaman hak ettikleri yer de Avrupa değil Orta Asya olmalı. (Orta Asya halkları tembel yani eee, biz de "oralardan" geldiğimize göre, bu çalışkanlık genini yollarda falan mı kaptık acaba?)

İşin komiği, Biz de burada yıllardır demokrasimizi Avrupa standartlarına çekmeye çalışıyoruz. (Asıl "işin komiği", bizim "demokrasi" diye bir kavramdan sözetmemiz. Yuh artık yani, "demokrasimiz" var mı ki, bi de standardını yükseltmeye çalışıyoruz? Hem bir kaç yıl önceki röportajında bu "demokrasi" hakkında "çok duyarsız, şiddete meyilli, ilkesiz bir toplum olduk" tespiti yapan da aynı Aslı Hanım değil miydi?)

Türkiye’de siyasi kavga yok mu sanki? İşsizlik, açlık deseniz, Yunanistan’dan kat kat fazla. (Peki bu milyonlarca işsizin "çalışkan" olduğunu nasıl anladınız, malum işsizler çalışmıyorlar ya, o bakımdan sordum.) Doğusundan batısına çok çekti bu millet yoksulluktan kemer sıkmalardan, enflasyondan, terörden. (Çektiklerimizi biliyoruz da "çektirten" kim onu merak ediyoruz, yoksa bu dertleri bizim kucağımıza leylekler falan mı bıraktı? Yoksa suçlu genlerimiz mi?)

Ama Türkiye her defasında ne yaptı?
(Cevap: Türkiye her defasında, yani her kriz ertesinde, önce, işsizliğin iki üç puan arttığını, sonra, bazı yurttaşlarının çaktırmadan ve manyak düzeyde semirdiğini ve en nihayet, çoğunluğun daha da sefilleştiğini gördü.) Başını dik tutup kat-lan-dı. (Kat-lan-mak başını dik tutmak değil, başını kuzu kuzu cellada uzatmaktır, bkz. halk sözlüğü. Mesela Aslı Katlan-taşbaş, haksızlığa gıkını çıkarmayan Aslı Hanım demektir, bkz. bu yazı) Anadolu’nun ruhu bu. Kanaatkâr ve sabırlı. İnsanlar kıt kanaat geçinse de çalışıyor, üretiyor, (Şu "Anadolu'nun ruhu" hafiften mazoşist motifler içeriyor galiba aç kalmalarına rağmen çalıştıklarına bakılırsa, acaba mesaiden önce kırbaçlanmaktan da hoşlanıyorlar mı diye düşünüyor insan.) “benden daha iyi yere gelsin” diye çocuklarını bin bir fedakârlıkla okutuyor. Fabrikada çalışan kadın, kızını üniversite sınavına hazırlıyor geceleri taksiye çıkan genç açık öğretimde bir şeyler yapmak istiyor. Kayseri’den çıkan işadamı Tanzanya’ya Gaziantep’ten Kamboçya’ya ihracat yapıyor. (Bizim millette bu ense, işadamlarında da bu para varken, daha çook tokat yiyip taksicilik yaparız, Kayserili patronlarımız da daha çook ihracat geliri toplar. Toplasınlar da, bu "Anadolu ruhu"nda sizce de bir tuhaflık yok mu kuzum: Bir taraf Tanzanya'lara kadar mal satıp Forbes'in En-Hızlı-Semirenler-Listesi'ne girecek, diğer taraf ise "çalışıyor, üretiyor, fedakarlık yapıyor, işsizlik, açlık çekiyor" olacak... bu, "kanaatkar" yığınların bir avuç "ihracatçı"yı biberonla beslediği ve kendi bebeklerine biberonun dibindeki tortuyu bile ayıramadığı anlamına gelmez mi? Kendi bebelerinin ihtiyacı olan sütü süt fabrikatörüne yok pahasına satan, "kanaatkar" mı sayılır yoksa ahmak mı?)

Diyarbakır’da işçi baba, 7 evladını da okutup üniversiteye sokuyor. Bugün o babanın evladı, Meclis’te sisteme en fazla kafa tutan BDP’nin başında. (Selahattin Demirtaş) Ama Meclis’in içinde avaz avaz dışında değil. (Güldürmeyin ayol, Meclis'in dışında -en az Yunanlılar düzeyinde- "isyankar" ve "herşeye karşı" ve hatta "anarşist" bir BDP tabanı olmasa, Demirtaş o Meclis'in kapısını görebilir miydi sizce?)

Müslüman Kalvinistleriz biz. (Bu havalı laflarla cemaat'in ruhunun nasıl okşandığını da biliriz biz.) Fransızlar gibi dırdır, İspanyollar gibi âlem, Yunanlılar gibi vıdı vıdı yapmaktansa, Almanlar gibi ilerliyoruz adım adım. (Evet, emperyal Almanya'nın yörüngesinde Balkanlar'da da, Afganistan'da da, Irak'ta da ilerliyoruz uygun adım.. İlla karşılaştırma yapmak mı istiyorsunuz, hadi dürüst olalım, uzak galaksilerden bir E.T. kazara dünyamıza düşüp çalışmak zorunda kalsa -robot da değilse- hangi ülkedeki çalışma ortamını tercih ederdi acaba, Türkiye'dekini mi yoksa komşudakini mi? İlerleme mevzusuna gelince, nikah şahitleri olarak iki AKP vekilini -biri Şaban Dişli!- seçmeniz, ne yönde ilerlediğiniz hakkında -özür dilerim ama- pek iyi fikir vermiyor bana.)

Bu yüzden kişi başına milli gelir 10 bine (10 bin ne, dolar mı, TL mi, kilo mu, gram mı?) çıktı (anladım anladım, ama onun adı "milli gelir" değil, "kişi başına düşen milli gelir") ve iktidarda kim olursa olsun, inanıyorum, cumhuriyetin yüzüncü yılında dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olacak Türkiye. (Peki işsizlik oranı ne olacak, o konudaki tahmininizi de rica etsek? Nedense, bizde ve dünyada GSMH artışıyla işsizlik artışı acaip doğru orantılı gidiyor da... Haa, hazır kahve falımıza bakmışken, şu bizim Fenerbahçe Türkiye Kupasını alabilecek mi, onu da bi deyiverseydiniz sevabına.)

Başımızda yöneticiler çok şahane olduğu için değil insanımız sağlam olduğu için. (Şöyle sağlam: Ensesine vurup tabağındaki yemeği çalanlar öyle "sağlam" bantlamışlar ki ağzını insanımızın, "ulan bari bi lokma bıraksaydınız" bile diyemiyor.)

Kızdığımız yok mu? Çok. Biz de isyan ediyoruz düzene, eşitsizliğe, çoğu zaman Meclis’e. Meclis bezdiriyor toplum geriliyor.
Ama ne yapıyoruz biliyor musunuz sevgili Yunanlı dostlar? Sıramızı bekleyip, sandığa gidip sessizce oyumuzu atıyoruz.
(Halkı koyun sayanlar için formül basit tabii: Aslı Hanım'ın koyun'u, bi kızdı mı atıveriyor oy'unu, memleket de kapıveriyor dünya 10.luğunu.) İktidara getirip, memnun kalmayınca alaşağı ediyoruz. (Meclis'e kızıyoruz, ama Meclis'teki A Partisi liderinin atadıkları yerine, gene aynı Meclis'teki B Partisi liderinin saptadığı isimlere dönüş yapmaktan başka çaremiz yok, buna da demokrasi diyoruz.) Demokrasimiz mükemmel değil çok eksiği gediği var. Ama yine de demokratik sabırla çok şeyin üstesinden geldik bu ülkede. (Mesela neyin üstesinden geldik anlayamadım işsizliğin mi, eşitsizliğin mi, sefaletin mi?)

Siz hiç dün Atina sokaklarındaki kaos ve isyan görüntüsünü kafası bozulan Türklerin bir muz cumhuriyetinde yaşarmış gibi Meclis’i basabileceğini düşünür müsünüz? (Ne yalan söyliim düşünürüm, hele hele Yunanistan'daki borç krizi Türkiye'nin beleş finansman kapılarını da kapatacak olursa, bırakın Meclis'i, yoksulları "kanaatkar ve çalışkan" diye gaza getirerek inceden dalgasını geçen gazetelerin plazaları bile basılabilir, ondan korkarım.)

Mustafa Adalı

(soL)