Arakçı Eyüp'ten mesel: Aman, 'hocaefendi'nin itibarına zarar vermeyin!

Radikal gazetesinin Gülen cemaati tarafından yetiştirilmiş genel yayın yönetmeni Eyüp Can Sağlık, Ahmet Şık'ın başına gelenlerin zamanında Gülen'in de başına geldiğini iddia etti.

Genel yayın yönetmenliği koltuğunda Fethullah Gülen cemaatinin yetiştirmesi Eyüp Can oturduğu halde "özgürlükçü solculuk" iddiasında olan Radikal'in, Ahmet Şık'ın "İmamın Ordusu" kitabının taslakları için gazete binasının baskına uğraması karşısında alacağı tavır merak ediliyordu.

Gazetenin, konuyla ilgili olarak, "İslamcısı da, liberali de, solcusu da birleşti: Savunulamaz" başlıklı dünkü haberinde verilen mesaj, özellikle gazetenin bu eğreti duruşunun akla yakın hale getirilmeye çalışıldığını düşündürürken, Eyüp Can'ın aynı gün yayımlanan köşe yazısı bu "birlikteliğin" yakın vadeli hedefini gösterir gibiydi: Şimdi de sıra Fethullah'ı aklamakta...

Sol ile sağın ayrımı netleştikçe rahatsız oluyorlar
Bugüne dek Ergenekon operasyonu hakkında solun bazı bölmelerinin akıl karışıklığı yaşadığı vaki olmuş ise de, solun bir kısmı da sürecin en başından bu yana oldukça net bir karşı duruş sergiledi. Operasyonun son dalgaları ise, en temel haklar konusunda, sağ ile operasyona yedeklenmeye çalışılan sol arasındaki ayrımları netleştirdikçe, cemaat basını da Ahmet Şık'ın kitabının taslaklarının imha edilmesi olayında "özgürlükçülük" yapmaya başladı.

Radikal'in bu duruma bir örnek teşkil eden söz konusu haberinin spotunda, "gazeteci Ahmet Şık'ın basılmamış kitabına yönelik 'el koyma' ve kitabı vermeyenlerin 'terör örgütüne yardım etmekle' suçlanacakları yönündeki karara İslamcısı da, liberali de, solcusu da ortak tepki verdi: İzah edilemez, yanlıştır, savunulamaz" ifadesi yer aldı.

Haberde, Savcı Zekeriya Öz'ün talimatı ve mahkeme kararıyla Ahmet Şık'ın henüz taslak halindeki kitabıyla ilgili "el koyma" kararı ve baskınların çeşitli köşe yazarları tarafından tepkiyle karşılandığı ifade edildi. Gülen cemaati savunucusu basından seçilen isimler, Sabah yazarı Nazlı Ilıcak, Zaman yazarı Ali Bulaç, Taraf genel yayın yönetmeni Ahmet Altan ve Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu idi. Görüşlerine yer verilen diğer isimler arasında, Özgür-Der, Demokrat Yargı Derneği gibi, Gülen cemaatinin ve AKP hükümetinin destekçisi çeşitli kuruluşların temsilcileri vardı. Konu hakkındaki görüşlerine yer verilen, ÖDP, EMEP ve Halkevleri ile kimi sendikaların yöneticileri ise, gazete haberinin "sol" kaynaklarıydı.

Ya, AKP'ci müteahhit Ali Ağaoğlu neci?
Mimarlar Odası gibi güvenilir ve oldukça köklü bir örgüt için, "her şeye itiraz ediyorlar. Yetkim olsa kapatırdım" diyen Ali Ağaoğlu'nun, bu açıklamasından bir gün sonra, Şık'ın kitap taslaklarının imha edilmesiyle ilgili "okuduklarımız, izlediklerimiz hiç hoş değil. Demokrasiye yakışmıyor. Hiç şık olmadı bu olay. Türk toplumu uzlaşı ve hoşgörüden gittikçe uzaklaştı" sözlerine yer verilmesi ise, haberin kurmaca mesajını daha da göze soktu.

Eyüp Can yine hocasına yonttu
Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'a yönelik hukuksuzluğa, "İslamcı-sol-liberal ortaklığı" çıkarma fırsatçılığıyla yaklaşan Radikal haberini, Eyüp Can'ın "Cadı avı/Kitap avı" başlıklı köşe yazısı tamamladı.

Eyüp Can, "cadı avı" metaforunu kullanırken eline yüzüne bulaştırsa da niyetinin gayet iyi anlaşıldığı dünkü yazısında, Fethullah Gülen'in aklamaya soyundu.

Can, yazısında, Zaman gazetesinde çalıştığı dönemde yayımlanan ve Fethullah Gülen'i savunan yazısından uzun bir alıntı yaparak, "bu yazının uzun bir versiyonunu 1999 yılında Fethullah Gülen’e karşı 'cadı avcılığı' başlatıldığında yazmıştım. 28 Şubat'ta yaşanan cadı avcılığının bir başka versiyonu şimdi 'basılmamış bir kitap' için yaşanıyor. Fakat unutulmasın histeri herkesin ruh sağlığını bozar, bumerang gibi döner atanı vurur. Yıl 2011.. Yer, İstanbul... Kraldan fazla kralcılara duyurulur…" dedi.

Arakladığı örnek bile aydınlara-solculara yönelik "cadı avı"
Eyüp Can, son gelişmelerin Ergenekon Davası'nın inandırıcılığına gölge düşürdüğünü vurgulayagelen benzerlerine ek olarak, "İmamın Ordusu"nun, kanıtları yok etmek için de bu denli hukuksuz davranmasını eleştirerek, Fethullah Gülen'in itibarına zarar getirilmemesi çağrısı yapmış oldu.

Yalnız, eski yazıdan yapılan alıntıda bahsi geçen, 1692 yılında ABD'nin Salem kasabasında, bazı kişilerin kasabanın ileri gelenleri tarafından cadı oldukları düşünülerek idam edilmeleriyle tarihe "cadı avı" olarak geçen olaylar dizisi gerçekten yaşanmış olsa da, Eyüp Can bu örneği yazısında kullanmak için aslında ABD'li yazar Arthur Miller'dan esinlenmiş, fakat esin kaynağını bildirmemişti.

Miller'ın 1692 tarihli olayları konu alan "Cadı Kazanı" adlı tiyatro oyununun yazılış amacı, ABD'de 1950'li yıllarda, McCarthy döneminde yaşanan komünist avını hicvetmekti. Bu olayları Salem'deki cadı avı ile koşutluk kullanarak anlatan ve böylelikle McCarthy'ciliği eleştiren Miller, kendi yaşadığı dönemin ABD'sinde aydınların yargılanmasını ve iktidarın muhalefeti susturmasını gündeme getirdi.

1953'e kadar ABD'nin tüm üniversitelerinde, basında, tiyatroda, sinemada ne kadar solcu aydın varsa baskıya uğradı. "Cadı avı" sırasında aydınlara Komünist Parti'ye üye olup olmadıkları soruldu. Üye iseler, diğer üyelerin isimlerini vermeleri ve "tövbe etmeleri" istendi. Bu aydınlar arasında Bertolt Brecht ve Charlie Chaplin de vardı. Arthur Miller da, uzun süren bu "cadı avı" döneminde, "Cadı Kazanı" adlı oyunu nedeniyle yargılandı ve mahkum edildi.

Fakat ne Arthur Miller'ı taklit ettiği halde, Miller'ın aksine, tarafları tam karşıt konuma yerleştiren Eyüp Can'ın, ne de "cadı avı"na uğradığını iddia ettiği hocasının, "düşüncelerini yayma özgürlüğü"nden mahrum edildikleri bir dönem yaşandı.

Fethullah Gülen'in kaçmasına göz yumulmuştu
İzmir'de askeri okul öğrencilerinin kendi cemaatine ait evlerden birinde basılmasının hemen ardından, "sağlık kontrolü" gerekçesiyle 1999 yılının Mart ayında ABD'ye kaçan ve bir daha Türkiye'ye dönmeyen Fethullah Gülen'e ait iki video kaseti, dönemin ATV kanalında 18 Haziran 1998 tarihinde yayınlanmıştı. Gülen, kasetlerdeki vaazlarında "devlet kadrolarının ele geçirilmesinin önemi"ni anlatıyor, "özellikle mülkiye ve adliyedeki kadrolaşmanın genişletilmesi gerektiği"ni vurgulayarak, "bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir" diyordu.

1998 tarihli video kasetlerde, Gülen'in takipçilerine öğütlerde bulunduğu ve bugün yaşananlara ışık tutacak dikkat çeken ifadelerden bazıları ise şöyle idi:

"Anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekmeden her adım erken. Kıvama ereceğiniz ana kadar dünyayı sırtınıza alıp, taşıyabilecek güce ulaşacak ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır."

Fethullah Gülen'e ne zaman sansür uygulandı ki...
Kaset yayınlandığı günlerde ABD'ye çoktan varmış olan Gülen, o dönemde henüz cemaatin etkin olmadığı Emniyet İstihbaratı tarafından hazırlanan ve basına sızan Haziran 1998 tarihli rapora ilişkin bir açıklamasında, "40 senelik vaazlarım bandrollü satılıyor. Bir tanesinde Cumhuriyet aleyhtarlığı yaptığıma dair birşey söylesinler o zaman rapordaki herşeyi kabul ederim" diyordu. Söz konusu rapor, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nın, Fethullah Gülen'in, "devleti ele geçirmeye çalıştığı ve cemaatini ileride laik Cumhuriyet'e karşı bir kalkışmaya hazırladığı" iddiasında bulunuyordu.

Gülen'in "bandrollü satılan" vaaz kasetlerinin herhangi bir sansürle karşılaşmadığı ve yine Emniyet İstihbaratı'nın Gülen hakkında 1992 tarihli daha eski bir raporunun, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar tarafından hükümsüz sayılarak işleme konmadığı göz önünde bulundurulduğunda, basılmamış bir kitabın taslağının imhasına kadar giden Ergenekon operasyonu süreciyle Fethullah Gülen'le ilgili 1999'lı yıllardaki gelişmelerin aynı terazide dahi tartılamayacağı net bir biçimde görülebiliyor.

Nitekim, Gülen hakkında, video kasetlerin ATV'de yayınlanmasından yaklaşık bir yıl sonra, 22 Ağustos 2000 tarihinde, "Türkiye Cumhuriyeti'ni devirmek amacıyla yasadışı terör örgütü kurmak" suçlamasıyla açılan dava yine aynı yılın Aralık ayında "Rahşan affı" ile askıya alınmış, AKP iktidarı döneminde ve terörle mücadele kanununda yapılan değişikliğin ardından, 2006'da, bu kez kendi avukatlarının başvurusuyla yeniden başlayan ve hızla sonuçlandıran davanın 5 Mayıs 2006 tarihli son duruşmasında da Gülen hakkında beraat kararı verilmişti. Yargıtay Ceza Kurulu'nun da en son aşamada beraat kararını 2008'de onaylaması ile, Fethullah Gülen tamamen "aklanmıştı".

Eyüp Can'ın arakları...
Fethullah Gülen'in prensi Eyüp Can'ın, köşe yazılarını, dünya yazınından "esinlendiği" örneklerle zenginleştirmeye çalıştığı ama kaynak bildirmeden yazdığı sır değil...

27 haziran 2009 tarihinde Hürriyet'te çıkan "12 Eylül'e Şili'den bakınca" başlıklı yazısında ABD'de iken tanıştığı Şilili bir arkadaşının aile hikayesini aktarıp, konuyu Şili'deki faşist darbeden 12 Eylül'e bağlayarak, 12 Eylül'ü aklamaya çalışmıştı. Bu yazıda, Şilili arkadaşı "Pako"nun yaşamına ilişkin ayrıntılar pek de inandırıcı değildi. Dikkatli okurların ise hemen farkettiği üzere, Eyüp Can, gerçekmiş gibi yazdığı hikayesini, Isabelle Allende'nin filme de çekilen "Ruhlar Evi" adlı kitabından araklamıştı.

Sözde, babası Pinochet destekçisi bir toprak sahibi, annesi ise Allende taraftarı bir akademisyen olan Şilili arkadaşı Pako'nun dramını anlatan Eyüp Can, söz konusu yazısında, faşist darbenin sebebini solcu Allende hükümeti olarak gösterirken, demokratik yolla iktidara gelmiş Allende hükümetini açıkça mahkûm ederek darbeyi ve genel olarak sola karşı yapılan tüm darbeleri aklıyordu.

(soL-Haber Merkezi)