'Wall Street Kurtları'nı yedirmemek

“Taksi Şoförü”, “Kızgın Boğa” gibi filmleriyle tanınan Scorsese’nin yeni filmi “Para Avcısı”, Scorsese sinemasının tüm repertuvarını içeriyor. İlk döneminden itibaren ideolojik eleştiriden muaf tutulan yönetmen, bu filminde de sistem eleştirisi yapmak yerine empati kurduruyor.

Onur Keşaplı/Selin Süar

Sinema eleştirmenlerinin hatırı sayılır bir bölümü tarafından ABD sinemasının en büyük yönetmeni olarak nitelendirilen Martin Scorsese’nin, başta en iyi film ve yönetmen olmak üzere beş dalda Oscar adayı yeni filmi “Para Avcısı” bu hafta gösterimde. Wall Street’te borsa brokerı olan Jordan Belfort’un süratli yükselişi ve düşüşünü anlatan film, konusundan öte Wall Street’le beraber ABD ve dünya gündemini de işgal eden toplumsal başkaldırının ABD sinemasının en büyük yaratıcısı tarafından nasıl ele alınacağı merakını doğurdu.

Film, Scorsese sinemasının tüm repertuvarını içeriyor. Betimlemek ya da simgelere başvurmak yerine her şeyi göstermeyi tercih eden, bu tercih doğrultusunda steadycam ve ray aygıtlarını kullanarak uzun takip planlarını içeren, şiddet ve cinsellik sunumunda pornografik bir estetiği çağrıştıran, zaman zaman kesmelere başvuran ritmi yüksek bir kurguyu seri diyaloglarla destekleyerek genel akışa sürat katan bir seyirlik.

Kötüyle empati
Hem yaşanmış gerçek olaylara yaslanması hem de ana karakterin aynı zamanda anlatıcı rolünü üstlenmesi göz önüne alındığında, yönetmenin mafya dünyasına eşine az rastlanır gerçeklikte eğildiği 1990 yapımı “Sıkı Dostlar” filmiyle büyük benzerlikler taşıyan “Para Avcısı”, izleyiciyi karakterle özdeşleştirerek avucuna alma gayesinin dozunu zaman zaman kaçırıp seyri zor bir filme dönüşüyor.

Bunun yanı sıra sinemada yabancılaşmanın en güçlü ve bilinen yöntemlerinden olan “kameraya bakıp izleyiciyle temas kuran oyuncu” tercihine sıkça başvurduğu halde yabancılaştırmaya izin vermemesiyle modernist anlatı ve Brecht estetiğine adeta meydan okuyor. Zira yabancılaştırıcı bu kodun kullanımına rağmen film, Jordan Belfort’un zaferini, düşüşünü, heyecanını, hırsını ve sınırları zorlayan hazzını bire bir hissettiriyor. Filme ve yönetmene yöneltilmesi gereken eleştiri tam da bu noktada başlamalı. İzleyiciler, insanlara saygısı olmayan, üretim yerine manipülasyonlar üzerinden kolayca zengin olmanın hayalini kuran, bu uğurda her şeyi yapabileceğini gösteren, yoksulları ve daha da kötüsü zengin olma hayali taşımayanları aşağılayan, para kazanma hırsını ilkel ve dinsel ayinler noktasına vardıran bir karakterle empati kurmak zorunda mı?

İdeoloji ve izleyici
Benzer örneklerini Avrupa’da Oliver Hirschbiegel’in yönettiği 2004 yapımı “Çöküş” ve Amerika’da 2006 yılında Andrew Niccol’un yönettiği “Savaş Tanrısı” ile gördüğümüz bu zorlayıcı özdeşleşme, ideolojik bir eleştiriyi izleyicinin politik donanımına bırakarak en hafif tabirle işin kolayına kaçmak olarak yorumlanabilir. Scorsese örneğinde ise yönetmenin ideolojik siciline baktığımızda saklı bir tehlike beliriyor. İdeolojik eleştiriden ısrarla ve nedensizce muaf tutulan Scorsese’nin ilk filmlerinden olmasına karşın halen en güçlü yapıtı olarak anılan 1976 yapımı “Taksi Şoförü”, ülkemizde “muhafazakar sanat” olarak egemen zihniyet tarafından yaratılmaya çalışılan ölü kavramın, canlısı olarak Hollywood sağının estetik açıdan zirvesidir. Kadın özgürlüğünü fuhuş, azınlık haklarını uyuşturucu ve suç, hippiler özelinde ‘68 kuşağını ise sapık olarak sunan bir senaryoyu ve tüm bunların kanalizasyona boşaltılmasını dile getirerek hatayı liberal siyasetçilerde, çözümü ise WASP (Beyaz Anglo-Sakson Protestan) orta sınıf ABD’lide gören bir ana karakteri, usta işi bir sinematografi ve oyuncu yönetimiyle donatan Scorsese’nin, şiddet pornosuyla arınan filme meşruiyet kazanmak için pedofil hassasiyetine başvurması ise başlı başına sorunlu. Ancak “Taksi Şoförü”yle beliren bu eğilimin asla bu yönleriyle ele alınmayışındaki sorun daha büyük.

Bu bakış açısının izlerinin yerli yerinde olduğu “Para Hırsı”nda, kapitalizmin özü için bile utanç vesilesi olması gereken bir zihniyeti karşısına almaktan kaçınan yönetmen, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen kötülüklere imza atan ve tüm bunlar olmamış gibi gerçek hayatta da yoluna “motivasyon koçu, girişimci” sıfatlarıyla seminerler düzenleyerek devam eden bir karaktere yakın durmayı tercih edebilmektedir. Israrla politikadan muaf tutulan ve uzun yıllar en iyi yönetmen Oscar’ını alamadığı için mağduriyet eklentisiyle birlikte anılan, Hollywood’un “en büyük ve yetenekli” yaratıcısı Martin Scorsese’nin Wall Street’in kurtlarını yedirmeyen filminin nasıl bir tepki alacağı ise yanıtı az çok tahmin edilebilen bir soru.