Ülkücüler film yaparsa...

12 Eylül’ün yargılandığı iddia edilen bir dönemde, AKP’nin herkesi mağdur gösterme gayretine ülkücülerden destek geldi. "Ülkücüler" isimli belgesel filmde 12 Eylül'cülerin sola karşı silahlandırdığı silahlı çeteler, kendilerini mağdur olarak göstermeye çalışıyor.

Yapımcılığını Arif İlke ve Bilal Kalyoncu’nun üstlendiği, yönetmenliğini de Bilal Kalyoncu’nun yaptığı “Ülkücüler” isimli belgesel film vizyona girdi. “Ülkücü hareketin gerçek tarihi” olarak reklam edilen film, 1969 -1991 aralığını ele alıyor. 12 Eylül’ü merkeze koyarak, darbenin öncesi ve sonrasına odaklanıyor. “Ülkü Ocakları” adı altında örgütlenen faşist çetenin, nasıl bir tarihi olduğu zaten bilindiğinden, kanlı tarihi temizleme uğraşısı muazzam bir tarihi çarpıtma örneği oluyor.

AKP’nin 12 Eylül’ün iki paşasını yargılayarak, 12 Eylül’le hesaplaştığını, 12 Eylül’ün aslında “tüm kesimleri” mağdur ettiğini iddia ettiği bir dönemde vizyona giren filmin niyetinin AKP’nin açtığı bu kapıdan içeri doluşmak olduğu düşünülüyor.

Film, söz konusu dönemde faşist hareketin ağır topları sayılan kişilerle yapılan röportajlar ve röportajların canlandırmaları yapılarak ilerliyor. Anlatılan ve sonra canlandırması yapılan hikayeler ya tamamen uydurma yada gerçek olayların çarpıtılması olduğu göz ardı edilse bile hikayelerin tamamında çok sert bir şiddet övgüsü olduğu görülüyor. Bir gece, afiş yaptığı için eve geç gelen genç, babası tarafından azarlanınca, babasına şunları söylüyor:

“Baba, şu dışarıda, kümeste tavuklar var. O tavuklar yumurta doğuracak, onlardan çıkacak civcivler “Başbuğ Türkeş” demezlerse, hepsinin başını ezerim!”

“Doğumla” dünyaya gelen civcivlerin nasıl dile gelecekleri düşündürücüyken, her birinin başının ezilecek olmasının övgüyle anlatılması ürkütücü oluyor. Bütün hikayelerde görülen bu türden şiddet eğilimleri, tabanca sesleriyle süslenmiş müzikle destekleniyor. Film, başından sonuna, sokaklarda çokça örneğinin görüldüğü faşist terörü estetize etmeye soyunuyor.

Başka bir canlandırmada, devrimci olduğu düşünülen bir öğrencinin, elinde kocaman Darwin posteriyle, üniversite anfisinde kürsünün tepesine çıkıp konuşma yaptığı görülüyor. Bölüm, arka sıralarda oturan “kahraman bir ülkücü”nün posteri öğrencinin elinden alıp yırtmasıyla son buluyor. Devrimci siyasetin, koskaca bir Darwin posteriyle üniversite öğrencilerine empoze edildiği iddiası gülünç olmaktan öteye geçemiyor. Ayrıca, üniversite kürsüsünde bir bilim insanının posterinin taşınması ve her ne şekilde olursa olsun bu bilim adamının teorisinden bahsedilmesinin neden şiddetle cevaplandırıldığı anlaşılamıyor.

Solcu olduğu sanılan öğrencilerin, bir duvara “Muhammedin Piçleri Buraya Giremez” yazılı pankart astığı görülüyor. Bu tür küfür, hakaret, aşağılama içeren sloganların kimin tarihinde yazılı olduğunu görmek için çok uzağa değil, 26 Şubat’ta, bizzat AKP’li bakanların, MHP’li milletvekillerinin ve ülkü ocaklarının katıldığı Hocalı katliamını protesto mitingine bakmak yeterli olur. Bu canlandırma, faşist hareketin çok sık başvurduğu bir yöntem olan provokasyon niteliği taşıyor.

Film boyunca, faşist hareketin tüm anıları, komünizme karşı mücadele ile anlatılıyor. 1968 sol yükselişinden, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne kadar bir sürenin ele alınması, filmde de sıkça vurgulanan anti-komünist histeriyi gözler önüne seriyor. Röportajlardan birinde, “bizim savaştığımız kişilerin elinde Sovyet silahları vardı. Biz aslında Sovyetler’le savaşıyorduk. Türkiye’nin işgal edilmesine karşı savaşıyorduk. Ülkücü hareketin doğrultusu her zaman bu olmuştur.” deniliyor. Yıllar yılı tekrar tekrar pazarlanan “Sovyet işgali” iddiasının bir gerçeği örttüğü görülüyor. Filmi yapan kişilerin aklına, söz konusu dönemde Türkiye-ABD ilişkilerini sormak gelmediğinden, “Sovyet işgali”ne karşı savaştığını söyleyen faşistlerin aslında Türkiye’yi adım adım Amerikan işgaline açtıkları gözden kaçırılıyor. Bütün röportajlarda provokatif, militarist, ırkçı v.b. kelimeleri ağızlarından düşürmeyen ülkücülerin, hiçbir canlandırmada ellerinde silah olmadığı görülüyor. Bu, “Sovyet işgali”ne karşı nasıl savaştıklarını cevapsız bırakırken, 12 Eylül davasının görüldüğü günlerde mağduru oynamak için iyi bir fırsat oluyor.

Filmle ilgili bir röportajında yönetmen “Ülkücüler bugüne kadar kendilerini doğru şekilde anlatamadı, hep mafyatik, serseri, şiddet eğilimi olarak algılandılar. Çünkü ülkücülere hiç fırsat sunulmadı. İşte bu film, ülkücüleri kendi ağzından anlatıyor.” diyor. Yıllardır mecliste olan, son seçimlerden üçüncü büyük parti olarak çıkan faşist partinin gençlik örgütünün, nasıl olup da kendini anlatacak fırsat bulamadığı iddiası şaşırtıcı oluyor. Ama yinede, eğer filmin niyeti ülkücüleri doğru şekilde anlatmaksa, film bütün çarpıtma ve uydurma sahnelerine rağmen, şiddet içeren üslubu, mafyavari ve ürkütücü jest ve tavırlı röportajları ile ülkücüleri zaten doğru şekilde anlatıyor.

(soL - Kültür)