'Tarafını seç, sultan sofrasına oturma'

AKP'nin propaganda aracı olmayı reddeden yönetmenler, Kısa Film Dayanışması'nda bir araya geldiler. "AKP'nin ampulünü kırmak için..." yola çıkan sinemacılar, meslektaşlarına "tarafını seç" çağrısı yapıyorlar. Son başvuru 5 Mayıs...

AKP'nin propaganda amaçlı kısa film yarışmasına karşı “Kısa Film Dayanışması”nda bir araya gelen yönetmenlerle yaptığımız röportaj serisinin son bölümünde, konuklarımız Şükrü Üçpınar ve Volkan Kavas. Üçpınar, AKP'nin yarışmadaki sloganı olan "Gelişen/büyüyen Türkiye" mesajına dikkat çekerek, AKP'nin genç sinemacıların ruhunu satın almayı planladığını söylüyor. Kavas ise, meslektaşlarına "tarafını seç" çağrısında bulunuyor.

Şükrü Üçpınar: Başlık “Gelişen/büyüyen Türkiye”ymiş. Büyüyen kim, semiren kim sormak lazım

Öncelikle bize biraz kendinden ve çalışmalarından bahsedebilir misin?
1980, İstanbul doğumluyum. Yaklaşık on yıl evvel Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü (BÜ(S)K) bünyesinde kısa film çalışmalarına katılarak sinemaya ilk adımı attım. Burada birkaç kısa filmin senaryo sürecinde bulundum, setlerinde çeşitli görevler aldım. Ardından başka amatör film grupları ve kolektifleriyle çalıştım, kısa film senaryoları yazdım. Çeşitli televizyon dizilerinde reji asistanlığı yaptım. Son olarak Artniyet Film isimli yapım şirketinde senaryo ve metin yazarlığı yaptım.

AKP'nin düzenlediği kısa film yarışması hakkında ne düşünüyorsun?
Aslını söylemek gerekirse AKP’nin bir kısa film yarışması düzenliyor olduğunu ilk duyduğumda çok da önemsememiştim. Çünkü birçok belediye ve hatta zaman zaman siyasi partiler bu tip yarışmalar düzenliyordu. Ancak zaman içinde ödüllerin büyüklüğü ve konunun “büyüyen ve gelişen Türkiye” olması dikkatimi çekti. Hemen internet sayfasını inceledim. Cidden de ödüller kısa film yarışmaları için astronomik değerlerdeydi. Siteyi, şartnameyi inceledikçe şunu fark ettim. AKP’nin kısa film yarışması düzenlediği yoktu. AKP’nin düzenlediği başlı başına bir propaganda filmi yarışmasıydı. Ülkemizde kısa filmle iştigal eden insanların çoğunun üniversite öğrencisi oldukları ve AKP’nin en zayıf tabanının üniversite gençliği olduğu düşünülürse yarışmanın ardındaki niyet ve ödüllerin yüksek meblağlarda oluşunun nedeni yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Gençlerin, özellikle de sanatçı adayı gençlerin ruhlarını ancak bu paralara satabileceklerini düşünmüş olmalılar. Ama bence yanılıyorlar. İnsanların başkalarına biçtiği paha ancak kendi ederlerini gösterir. Bir de yarışmanın konu başlığına çok takıldım: Büyüyen ve Gelişen Türkiye. Şunu sormaktan kendimi alamıyorum. Büyüyen nedir? Gelişen/semiren kimlerdir? Sanırım yarışmanın esprisi bu iki sorunun cevabında yatıyor.

Bu yarışmaya karşı organize edilen dayanışmayı nasıl değerlendiriyorsun?
Olumlu buluyorum. Tabii bu dayanışmanın şu an var olan duruma karşı dönemsel bir reaksiyondan çok ileriye dönük, insanların hayata karşı duruşları, sinemaya bakışları ve hatta yaşam tarzlarındaki, alışkanlıklarındaki farklılıklara rağmen asgari müştereklerde buluşabileceği, üretimde bulunacağı kısacası adı üzerinde bir kısa film dayanışması olmasını umut ediyorum.

Volkan Kavas: Tam AKP’ye göre bir hareket, her işinde olduğu gibi “ya bendensin ya hiçsin” diyor

Bize kendinden ve Seyreylem Film Kolektifi’nden bahseder misin?
34 yaşıma geldim. Ankara’da yaşıyorum. Sinemaya ilgimin ne zaman başladığını ayrımsayamıyorum ta çocukluğuma dayanıyor olsa gerek. Ama kısa filme uğraşmaya 1999 yılında, tıp fakültesi 5. sınıfta başladım. Öncesinde sadece fotoğraf çeker, bol bol film seyreder, el yordamıyla bazı senaryolar yazar, çokça hayal kurardım. Demek oluyor ki, 11 yıldır amatör olarak bir şekilde sinemanın içindeyim. Pek çok kısa film yapımında pay aldım. Bir kaç küçük film de kendim yapmaya çalıştım.

2007’de Ankara’da, tez çalışmam sırasında tanıştığım öğrencilerden aldığım ilhamla, Seyreylem Film Kolektifi’nin kurulmasına ön ayak oldum. O günden bugüne kolektif, yoğun emek ve özenle çalışan grup üyelerinin özverisi sayesinde, halen çalışmalarını sürdürüyor. Önceleri yalnızca belgesel konusunda belirli bir birikime ulaşmaya çalışan Seyreylem’in “Hastalık Kokusu” adlı uzun metraj belgeseli bulunuyor. Bu aynı zamanda kolektifin ilk filmi. Belgesel, tamamlanmasının ardından pek çok kültür merkezinde, meslek odalarında, üniversitelerde gösterildi. Bu belgeselin ardından kolektif, yapımı 1,5 yılı aşacak olan başka bir belgesel projesine de başlamış durumda: “Agoni”. Sağlık sisteminin kamucu karakterinin bütünüyle tasfiyesinin ve sağlığın alınır-satılır bir metaya, hastanelerin şirketlere, sağlık emekçilerinin ise taşeron işçilere dönüştürülmesini anlatacak olan belgeselin adı, tıp dilinde “can çekişme, ölmek üzere olma” anlamına geliyor. Kolektif ayrıca, son bir yıl boyunca, -son sayısını çok yakında göreceğimiz- kendi adıyla yayımlanan bir belgesel gazetesi de çıkarmakta (idi). Gazeteye 4. ve son sayıyla birlikte uzunca bir ara verilecek. (3. Sayı için: issuu.com/seyreylem/docs/seyreylem_03) Şu sıralar, çekimleri henüz tamamlanan “Kaza” adlı bir kısa kurmaca yapımın kurgu aşamasında olan kolektif, bu projeyle birlikte belgesel türünün dışına adım atmış oldu ve kendisini “film kolektifi” olarak anmaya başladı. Seyreylem’in, son bir haftadır, Kısa Film Dayanışması çerçevesinde “Gün” adlı başka bir kısa filmin yapım sürecinde olduğunu da belirteyim. Kendimden çok, benim de bir parçası olduğum film kolektifimizi tanıtmış oldum sanki. Bunun altında, son bir kaç yıldır kendi sinema yaşantımın Seyreylem’den ayrı düşünülememesi yatıyor olabilir pekala.

AKP’nin düzenlediği Kısa Film Yarışması hakkındaki görüşlerini öğrenebilir miyiz?
Tam AKP’lik bir hamle. Aynı derecede iğrenç, hep yaptıkları gibi büsbütün değersizleştirici... AKP, Türkiye’deki her şeyi, her kurumu, her dinamiği kendi kontrolüne ve güdümüne almak istiyor bunun için de topluma durmadan şu mesajı verecek yüzü bulabiliyor: “Ya bendensin, ya da bir hiçsin.” AKP’nin sözde “kısa film yarışması” ile gerçekte bir kaç şey amaçlanıyor kanımca: Öncelikle, evet, güçlü bir propaganda filmi istiyorlar. Zira estetik ve teknik açıdan yetkin bir görsel-işitsel metnin, kendi ideolojilerini yaymak ve özellikle de solu, solda duranları tavlamak için ne kadar etkili bir araç olduğunun farkındalar. Örneğin, yarışmayı ilk duyduğumda benim aklıma, aralarındaki kirli kan bağından olsa gerek, Zaman Gazetesi’nin bir kaç ay önce televizyon ekranlarında yayımlanan reklam filmi gelmişti. Hatırlayacak olursak, ilgili filmde farklı kişileri, kendi gündelik yaşamları içinde, görünmez duvarlarla sınırlanmış olarak görüyorduk. Her biri çıkışsızdı. Sonunda, görece cesur biri bu duvarlardan birini paramparça ediyordu. Filmin son sözü, “ön yargılarınızı kırın” gibi bir şeydi. Güçlüydü, ama gericilere hizmet ediyordu. AKP, benzer bir arayış içinde belli ki. İkinci olarak, ideolojik hamlenin başka bir katmanından söz edebiliriz bence. AKP’nin umduğu, yarışmada kazanacak “iyi” filmleri kendi ideolojik hegemonyasını güçlendirmek için kullanmaktır, tamam. Ancak bunun yanı sıra, bu yarışmanın organize edilmesi, yaygın duyurusunun yapılması, devasa meblağları bulan ödülleri ile AKP’nin ideolojik çarkı zaten dönmeye başlamış durumda. AKP, burada da, yarışmanın genel çerçevesinden kurallarına, jüri üyelerinden ödüllerine kadar, kısa film özelinde sanatı yeniden tanımlamakla kalmıyor. Aynı zamanda, sanatçıya da, özellikle de geç, yetenekli ve bir arayış içindeki yaratıcı kişilere de sesleniyor. Bir yandan onları satın almaya çalışırken, öte yandan sanatı izleyebilen orta sınıfa da göz dağı vermiş oluyor: “Artık benden başka gerçeklik yoktur!”

Yarışma midemi kaldırıyor. AKP, bütün piyasacılığı ile kısa filmcilere de el atıyor. Buna şüphe yok. Ancak, bu piyasacılığa eşlik eden bir çeşit despotizmden de bahsedemez miyiz? AKP, “bir demokrasi havarisi” ancak jüri üyelerinin özgür kararlarına bile tahammülü yok. Ya da belki işini şansa bırakmak istemiyor. Ne de olsa, kendisine biat etseler de (ki bu anlamda organizasyonda çatlaklar başladı bile) jüri üyelerinin AKP’li olduğundan emin olamıyor. Yarışmanın şartnamesinde, jüri üyelerinin seçimleri AKP merkezindeki bir “tanıtım” başkanlığı tarafından yeniden ele alınacakmış. Fazla söze gerek var mı?

Kısacası, 2002 yılından bugüne ülkemizi var gücüyle ve büyük bir hızla felakete sürükleyen, emekçileri köleleştiren, halkın bütün birikimlerine el koyan, memleketi lime lime edip pazarlayan, yalnız kamu kuruluşlarını değil doğal kaynakları bile sermayeye peşkeş çekecek kadar gözü dönmüş bir partiden bahsediyoruz. Şimdi bütün bu yaptıklarını allayıp pullamak için yeteneğe, bakışa, duyuma gereksinim duyacağını anlamış. AKP kartını oynadı. Sıra bizde. Bakalım, ülkede onurlu kısa filmciler var mıymış? Bakalım, bizim cebimizden çıkanlarla biriken küfeden ağızlarına çalınan bir parmak bala kendilerini satacaklar mıymış? Göreceğiz.

Buna karşı örgütlenen Kısa Film Dayanışması için ne diyorsun?
Her şeyin dibe vurduğu AKP Türkiye’sinde, heyhat, olumlu bir şey de oluyor. Bulanıklık azalıyor, resim sadeleşiyor, dostla düşman birbirinden ayrılıyor, taraflar netleşiyor. Bu gerçekten çok iyi. Kısa Film Dayanışması, bu netliği pekiştirecek şekilde ortaya çıktı. Bu nedenle, bu girişimin bizi doğru tarafa çağırdığını düşünüyorum.

Seyreylem Film Kolektifi, başından beri piyasa koşullarından bağımsız kalmayı gözetti. Her zaman eleştirel olmayı önemsedi, ilerici ve kaliteli sanatın takipçisi ve üreticisi olmaya çalıştı. Piyasa kurallarına bulaşmadan da “iyi sanat” üretilebileceğine inandı. Kısa Film Dayanışması, tam da kolektifin özlediği türden bir sanat yapma biçimine denk geliyor. Bizim filmlerimiz arayışçı olmalı, yetinmemeli, denemeli. Bizim filmlerimiz sinema salonları kadar, mahallelerde, okullarda, sokaklarda, meydanlarda da gösterilmeli. Biz, filmlerimizin ilhamını mahallelerden, okullardan, sokaklardan, meydanlardan almalıyız. Onların anlattığı öyküleri deşifre etmekle kalmamalı, kendi öykülerimizi anlatmalıyız. Onların üzerini örttüğü gerçekliği açığa çıkarmalı ve kendi gerçekliğimizi anlatmalıyız. Piyasa beğense de, beğenmese de…

İnsan, eylediğidir. Nasıl filmler yaptığımız kadar, filmleri nasıl yaptığımız da önemli. Biz sadece film yapabilmek için değil, film yaparken kirlenmemek için de dayanışma içinde olmalıyız. Çok sevdiğim bir dostumuz, bir konuşmada “AKP’yle masaya oturan kaybeder onun karşısında tavizsiz ve dimdik durandan ise AKP kendisi korkar” demişti. Bence, bunu yapmak, yani bir gün film yapamamak uğruna da olsa kendimizi düşmanın tam karşısında tanımlamak zorundayız. Çünkü ancak bunu başarabildiğimiz oranda kendimiz olabileceğiz, kendimizi gerçekleştirebileceğiz ve bağımsız kalabileceğiz.

(soL - Haber Merkezi)