Orhan Pamuk'un 'Pamuk Kadınlar'ı

"Pamuk, aşk romanı olarak sunduğu Masumiyet Müzesi'nde Füsun'u ve erkek aşkını o kadar sınıfsal bir zeminden kurmuştur ki, aslında bu bana köle sahiplerinin köle kadınlara tecavüzünü anımsatıyor ve öfkeleniyorum."

Söyleşi: Gülay Dinçel

Yıllar önce, haftalık dergi olarak çıkarken soL’da yazıyordun, zihin açıcı, incelikli denemeler. Ama öncesinde ve sonrasında öyküler, yazılar, kitaplar yazdın. Pamuk Kadınlar'a gelmeden kısaca bize bunlardan, yazarlık serüveninden bahseder misin?
Teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime. Yıllar öncesine götürdüğün için beni. Oradaydık ve tanıklıklar, yoldaşlıklar içinde yaşamayı sürdürüyoruz. Birlikte çıkılan yolculukları ise çok değerli buluyorum. Bir serüvenden söz edeceksem eğer bu serüvene eşlik eden okuma sürecinden kitaplardan, yazarlardan, unutulmaz eserlerden, romanlardan, şiirlerden ve öykülerden söz etmek isterim. Benim yazdıklarıma, yazabildiklerime karışmış nice yaşantılar, nice güzellikler, nice katkılar, belki acılar söz konusu. Okumayı da unutmamak gerek, tabii... Çünkü yazmak ve okumak birbirine eşlik eden Siyam ikizleri bana göre. Okumak, bence insan olma sürecindeki en önemli eylemlerden biri. Yazma serüvenim yıllara dayanıyor doğru, aslında haftalık soL dergisinin arşivlerinden -ki ciltlenmeyi bekliyorlar- yakın tarihe ne kayıtlar düşülür... Nice belge-romanlar çıkar. Yazmak aslında bir işaret bırakmak bir anlamda. “Ben buradaydım” işareti ki önemsiyorum hakikaten. Unutuş, değersizleşme ve vefasızlaşma yüz yılında yaşıyoruz. Akademinin diliyle söylersem, değer referanslı eylemler bitti, artık pragmatist eylemler var. Sonsuz bir meşrulaştırma yüz yılı bu... Ürküyorum. Bütün sözlerin havada uçuştuğu, yerçekimsiz biçimde sahipsiz kaldığı bir dönemeçteyiz. Herkes kendi sesinden korkuyor vicdanlar yitirilmeye yüz tutmuş. Üç maymunu oynamaktayız. İşte bu noktada yazmak, her şeyin inanılmaz hızlı aktığı, o oranda da derinliksizleştiği “zamanın ruhuna” bir itiraz benim için. Çünkü yazmak, zamanı durdurmak, o ana kilitlemek ve saklamak anlamlarını içeriyor. Velhasıl-ı kelâm yazmak bir itiraz olmuş durumda benim için. Belki de alttan alta bir borç ödeme kendime ve kendimden bildiğim herkese...

Neden kadın araştırmaları? Neden Orhan Pamuk?
Kadın araştırmaları özellikle 90'ların ikinci yarısından itibaren akademide kendine yer bulan bir disiplin oldu. 80'lerin yeni-liberal eğilimlerine eşlik eden tarihin sonu tezleri, kimlik politikaları, kadın çalışmaları, etnik çalışmalar, kültürel araştırmalar aslında yeni dünyanın müjdecisi gibi algılandı. Son derece popülerleşen disiplinlerdi bunlar. Yeni dönem siyaset yapma biçimleri, bu alanlara sırtını verdi/ya da mış gibi göründü...

Kadın çalışmaları, sınıf çelişkilerini gizleyen işlev görüyor diye oldukça da eleştiri aldı. Yaşam ise hakikaten yeşil ve şenlikli. Bugün İslamcı kapitalizmin en zayıf halkasıdır kadınlar. Kadınlar üzerinden onca politika yapılmaktadır. Ataerkillikle eklemlenen kapitalizmin İslâmcılıkla buluştuğu konjonktürde kadınlara yönelik ayrımcılığın ve sömürünün giderek kıvamlandığına tanık oluyoruz. Kadınlar sözlerini, kendilerini tanıdıkça, geçmişten bugüne mücadele tarihlerini bildikçe daha rahat biçimde söyleyeceklerdir. Orhan Pamuk'a gelince... Pamuk edebiyatımızda bir ikon olmuştur. Kendisi, edebiyat dünyasında hegemonik bir güçtür artık. Eleştirilemez niteliktedir adeta. Oysa, ödüllü, çok satan, modelleşmiş bir yazar olarak Pamuk'un didiklenmesinden yanayım. Pamuk Kadınlar'da erkek yazarın dilinde, kurmaca dünyasında, bilinçaltında “kadınlar nasıl kuruluyor” sorusuna odaklandım. Çünkü dil ideolojiler alanının bir turnusol kağıdıdır. Dolayısıyla kadının, bırakın İslamcı kapitalizmi, liberal erkek yazarların dilinden nasıl kurulduğunu analiz etmek, mevcut ilişkileri görebilmek açısından son derece heyecan verici...

PAMUK'TA DEVAM EDEN 'İKİLİK'

Tanzimat aydını ve romanından Orhan Pamuk’a bir çizgi çekiyorsun. Pamuk bugüne kadar hem beğenenleri hem de eleştirenleri tarafından daha çok bir “fenomen” olarak ele alınmıştı. Sen oldukça geniş bir tarihsel/toplumsal bağlama oturtmuşsun. Bu kadar kapsamlı bir okumayı neden tercih ettin?
Bu çizgi hem Pamuk'un yazarlığını incelerken hem de kadının Tanzimat romanlarından, hatta daha öncelere, halk hikâyelerinden başlayarak nasıl anlatıldığına bakmak açısından önemliydi. Tanzimat süreci hakikaten “Biz kimiz?” sorusunun yakıcı bir biçimde sorulmaya başladığı bir dönemeçtir. Travmatik bir biçimde Batılı akıl ve Doğulu beden, ikileminin şizofreniye benzer bir çıktısı olduğunu düşünüyorum ben. Orhan Pamuk romanlarının bu “ikilik”e oldukça fazla göndermesi var. Bu çerçeve olmasa sanki söylenenlerin havada kalacağı hissi ile geniş bir çerçeve ortaya çıktı. Bir de daha da önemlisi, ataerkillik içinde kadınların 150 yıl öncesinden bugüne edebiyat metinlerinde yer alırken aynı erkek dili tarafından neredeyse benzer söylemlerle çizilmesi. Kaç yıl geçmiş, kadınlara yönelik algılayış değişmemiş. Dünün erkek yazarları ile, bugünün yazarları toplumsal cinsiyet rollerinin verili çerçevesinde kadını kuruyorlar, kadını engelliyorlar, kadını anlatıyorlar. Bu hakikaten çok sıkıcı.

“Orhan Pamuk’un romanlarında kadınlar erkeklere bağlı, onların ‘ötekisi’ olarak yer alan, olay örgüsünü sürdüren değil, olay örgüsünün sonuçlarından etkilenen varlıklar olarak karşımıza çıkar.” Masumiyet Müzesi’nin Füsun’u üzerinden sadece kadınların konumunu değil Pamuk’un sınıfsal bakışını da sorguluyorsun. Füsun’un bir minyatür karakter olarak betimlenmesinden bahsediyorsun. Bir bütün olarak müthiş bir karikatürleşme tarifi yapmış oluyorsun. Pamuk bunu “bilerek” mi yapıyor?
Oldukça kışkırtıcı bir soru olmuş. Pamuk kurmacayı böyle çatıyorsa kime ne diyebilir miyiz? Metin incelemesi, yazarına da bir pay biçmez mi? Hani Balzac örneği vardır. Kralcı Balzac, romanlarında soylular toplumuna karşı yükselen burjuvazinin devrimci ayak seslerini sunar. Şimdi yazarın politik kimliğini araştırmıyoruz fakat, Pamuk, aşk romanı olarak sunduğu Masumiyet Müzesi'nde Füsun'u ve erkek aşkını o kadar sınıfsal bir zeminden kurmuştur ki, aslında bu bana köle sahiplerinin köle kadınlara tecavüzünü anımsatıyor ve öfkeleniyorum. Yetmiyor, Pamuk, kurmacadan gerçeklik düzlemine atlayarak, Kemal'in aşk mabedini yapıyor Çukurcuma'da. Saplantılı bir aşk, evet böyle söyleniyor. Ancak bu aşkta tüm iktidar erkeğe ait. Erkek egemen bakışın tüm iktidar stratejileri ve fantazileri her nasılsa “aşk” olarak kutsanabiliyor.

Masumiyet Müzesi’nde “Toplumsal belleğin karanlık dönemlerini kendi kişisel tarihi için” feda eden roman kahramanı ve esasında yazardan söz ediyorsun. Kar’da ise yakın siyasi tarihimize Kars’ı bir “set”e çevirerek dalan bir Pamuk görüyoruz. “İntiharcısı”, “türbancısı” pek çok kadın karakter ihtiva etmesi durumu kurtarıyor mu?
Kar, Pamuk'un da belirttiği gibi siyasal bir romanı. Alegorik ve grotesk bir roman. Gizli anlamlara işaret ederek, sezgilerimize hitap ediyor. 28 Şubat sürecini anlatıyor ancak gerçekçi bir roman değil. Pamuk'ta roman kahramanları toplumsal belleğin karanlık dönemlerinde yaşıyor, 70'ler gibi, 12 Eylül gibi.. Orada bir yerde alacakaranlık kuşağı yaşanıyor tıpkı Latin Amerika'daki büyülü gerçekçilik gibi. Bir fon mu? Belki. Pamuk bu fonu seviyor. Ancak karakterler üstleri kirlenecek diye bu atmosferin kıyısından, tiksinerek, küçümseyerek geçip gidiyorlar. Sokaktaki Ayşe teyze bile, 12 Eylül hakkında çok daha içten bir iki laf eder eminim. Pamuk, yükselen İslami hareketi görüyor... 2002'de yayımlanıyor Kar. 28 Şubat rövanşını okuyor. İşaretlerin izini iyi sürüyor hakikaten, hakkını vermek gerek. Ancak yine, kadınlar hep ikincil, hep erkeğe bağlı ve hep bölük bölük “intihar ediyor.”

'BÜYÜK ÇELİŞKİ'

Orhan Pamuk ya da kadını silikleştiren başka yazarların esas okur kitlesinin kadınlar olmasını nasıl yorumluyorsun?
Kadınlar Tanzimat'tan bu yana roman türünün gerçek okurları olmuşlar. Sadık, kadim okurlar. Bu büyük bir çelişki aslında. Üstelik, erkek yazarların kaleminden kendilerini okuduklarında, kimliklerini de bu modelere göre inşa etmişler. Öyle ya, Simone de Beauvoir'in dediği gibi, kadın doğulmaz, kadın olunur. Öyle bir nokta ki bu, kadınlar ironik bir biçimde roman okumaktan da men edilmişler çünkü roman okumak kadınları etkileyip başka türlü hayatlar peşinden gitmelerini doğurur, dizginlenemezler diye. Öyle ya, erkek egemen söyleme göre, kolay kapılan, akılla hareket etmeyen bir türüz biz. Tür deyince Darwin geldi aklıma. Mealen söylüyorum, kadınların duygusal olduğunu söyleyerek, bunun daha düşük ırkların sergilediği bir özellik olduğunu söylüyor. Yani kurulu ilişkilere, algılayışlara çomak sokmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Bilmelerimiz arttıkça, mücadele edeceğimiz derin soluğu ciğerlerimize doldurabilirmişiz gibime geliyor.

A. Şule Süzük Toker kimdir?
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı okudu, yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümünde yaptı. İlk kitabı Kediler ve Kadınlar öykü türündedir, sonra belgesel film çalışmalarının sonucunda ortaya çıkan SineGöz Film Atölyesi ile bir dizi Akıntıya Karşı Belgeseller çekti. Akıntıya Karşı Aziz Nesin ise, belge kitap olarak yayımlandı. Yazar kitap eleştirilerini, yazılarını Denizli'de sürdürüyor...