Neşet Ertaş’sız geçti bir yıl...

Halk müziğinin büyük ustası Neşet Ertaş'ın aramızdan ayrılımasının üzerinden tam bir yıl geçti...

Sinan Cem Eroğlu - soL

Bazı müzisyenler vardır, yalnızca tek bir nota çalsalar dahi sizi olduğunuz yere sabitlerler ve uzun süre etkilerinden kurtulmanız mümkün değildir. Böyle sanatçıların ortak özelliği ise mütevazı olmaları, sahnede kendilerini ve müziklerini anlatan uzun cümleler kurmamaları ve kendilerinden sonra gelen genç kuşak müzisyenleri etkilemeleridir.

Yaşar Kemal, 1938 yılında Kırşehir’de önemli bir halk ozanı olan Muharrem Ertaş’ın oğlu olarak dünyaya gelen Neşet Ertaş’ın bütün bir sanat yaşamını yalnızca iki kelime ile betimler: “Bozkır’ın Tezenesi”. Anadolu toprakları için önemli bir kültür mirası aktarıcısı olarak da adlandırabileceğimiz Ertaş, Muzaffer Sarısözen’in deyimi ile de Kırşehirli mahalli bir sanatçıdır.

Yarım asra varan bir süre gerçek anlamda gönül telimizi titreten, hep samimi ve kendi halinde yüreğinin acılarını ve kendi iç gurbetlerini seslendiren, sazından, sözünden ve sesinden gayri hiçbir şeyden medet ummayan, kendi deyimi ile bu “garip” insani tanımak kadar tanımlamak da gerçekten zor. Popüler kültürü kendisine hiçbir zaman malzeme yapmayan ancak popüler kültürün kendisini malzeme yaptığı ve Nil Karaibrahimgil gibi şarkıcıların “sayemde tanındı” gibi talihsiz açıklamalarına dahi büyük bir olgunluk ile yaklaşan usta, medyatik olmaktan uzak durmuş ve 2000’li yılların başına dek gözlerden uzak müziğine devam etmiştir. Bir müzik arkeoloğu olarak çok önemli işlere imza atan, Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık’ın kişisel çabalarıyla tekrar halkı ile buluşması ve albümlerinin telif haklarını elde etmesi, Ertaş’ın hak ettiği değeri görmesinde önemli ve büyük bir adımdır.

Neşet Ertaş usta, ilkokula gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrenir, babası ve ustası Muharrem Ertaş ile birlikte yörenin düğünlerinde sazı ile çalıp sesi ile türküler söylemeye başlar. Neşet Ertaş usta, köyden kente göçüp asıl kimliğini ve ruhunu kaybetmemiş, kentli kültür içinde kişiliği ile müziği pasifleşmemiş ve yaşadığı süre zarfında üretmeye hiç durmadan devam etmiş gerçek bir sanatçıdır. Kendi tanımlamasıyla “gönüllerin hizmetçisi” olan ustanın yazdığı ve dillendirdiği her eser, toplumun hatırı sayılır bir kesimini etkilemiştir ve bu nedenle Neşet Ertaş gerçek bir “halk ozanı”dır.

Anadolu topraklarında yaşamış ve eserler bırakmış diğer ozanlardan Ertaş’ı ayıran en önemli özellik sazını çok iyi çalıyor olması, Anadolu halk müziği içerisinde yer alan Abdal müziğini farklı bir noktaya taşıması ve söylemlerinde mutlaka halk sanatçısı, halktan biri olduğunu belirtmesidir. Bu söylemleri ile bir anlamda devletçi ve ulusalcı görüşe sahip halk ozanlarından farklı bir duruş sergilemektedir. Neşet Ertaş’ın bu konumunun en büyük göstergesi ise kendisine sunulan “Devlet Sanatçısı” ödülünü reddetmesidir. Ödülü “O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, ‘hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’ diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım” diyerek geri çevirmiştir.

1957 yılında ilk plağını “Neden Garip Garip Ötersin Bülbül” adı ile Şen Çalar Plak’tan çıkaran Ertaş, hem kendi eserlerini hem de usta malı olarak tabir edilen geleneksel eserleri seslendirmiş mükemmel bir “bozlak” icracısıdır. Nota bilmeyen, konservatuar mezunu olmayan, “alaylı” olarak nitelendirilen Ertaş’ın bu denli iyi bir icracı ve besteci olmasının en temel kaynağı, onun Kırşehir, Keskin ve Yozgat’ta babası Muharrem usta ile katıldığı düğünlerdir. Yerel kültür, bütün halk müziklerinin temel çıkış noktasıdır ve halk sanatçıları için gerçek bir okul değeri taşımaktadır. Bunu her fırsatta dile getiren Ertaş, halktan beslendiği için sürekli olarak üretebilmiş, kendini bu denli sevdirmiş ve unutulmaz bir sanatçı olarak hafızalara kazınmıştır.

Bazı müzisyenleri yalnızca size hissettirdiği tek bir his ile hatırlarsınız. Mesela benim tek hocam ve üstadım olan Erkan Oğur, çoğu insan için hüznü en iyi yansıtan sanatçıdır ve etkisinden uzun süre kurtulamazsınız. Ancak Neşet Ertaş usta, bir türküsü ile size hüznün bütün renklerini hissettirir, ardından çaldığı bir başka türkü ile daha gözyaşınız kurumadan kendinizi elde kaşıklar ile oynarken bulabilirsiniz. Duyguları bu denli alt üst edebilecek bir zenginliktir ustanınki...

Her önemli sanatçı, kendisinden sonra gelen nesli etkilemiş ve genç kuşak sanatçıların önünü açmıştır. Bu anlamda Neşet ustadan etkilenen birçok sanatçı bulunmaktadır. Ancak kendisinden sonra gelen nesil içinde, bu geleneği gelecek nesillere taşımaya aday olarak en çok bilinen isim, Ertaş gibi Kırşehirli olan İsmail Altunsaray’dır. Ertaş’ın eserleri Ceylan Ertem, Cenk Erdoğan, Bilal Karaman, Jülide Özçelik gibi kendine has tarzları ile bilinen müzisyenler tarafından da icra edilmiştir.

Ölümü ile yeri doldurulamayacak bir üstat olduğu bir kez daha anlaşılan Neşet Ertaş, Anadolu insanının saf ve temiz halini yansıtan, çok önemli bir ekoldür. Bıraktığı izler ile hiçbir zaman unutulmayacak ve hep ışıklar içinde uyuyacak Neşet usta. Ve O’nun ardından hep bir teli eksik bağlama...

“Şeytanca hiçbir şey çalmadım, hırsızlamadım. Ne aldımsa, ne verdimse aşk ile aldım, aşk ile verdim karşımdakine.”
“Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk. Varlığını görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim”
“Başkasının canı neyse bizim de canımız odur. Biz bunu böyle bilir, böyle görür, böyle yürürüz”
Neşet Ertaş


2011 Baharı... Neşet Usta’ya İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın girişimleriyle fahri doktora ünvanı verilecek. Bahar yeni, Ertaş’ın yıllardır tanıdığımız gönlü, sazı, sözü aynı bahar gibi neşeli... Sahne büyük, salon havalı, usta her zamanki gibi her bir “büyüklüğün” üstünü örtecek kadar görkemli... Yüzünden anlaşılıyor, her zamanki gibi heyecanlı... Fahri doktora diyorlar kolay olmamalı, son dönemde sıkça fahri doktorlar duyulur oldu amma yine de seçilmiş olmalı... Yoksa doğru düzgün okula bile gitmemiş garip Ertaş bu saatten sonra neyler doktorayı?

Usta, üstat, kültürel pratiğin olduğu gibisindeki halkın sanatçısı, o gün törende cübbeyi giydikten sonra kendisinden icra istendiğinde “cübbeyle çalamam ki” demişti. Ben bir kez daha anladım neden İstanbul’daki konserine sadece onu dinleyebilmek için Giresun’dan kalkıp gelindiğini, neden öyle sevildiğini ve neden fahri doktora töreninin O’na ünvan değil sadece mutluluk ve onur verdiğini...

Ben lafı uzatırım uzatmasına da, benim müzisyenliğimle Neşet usta tadında anlatılmaz. Tezenesini soluyanlardan birine, değerli arkadaşım Sinan Cem Eroğlu’na bırakırım burada lafı, zira bu konuda laf-ı güzaf olmaz...

Gonca Girgin Tohumcu
(Müzikolog)