Nebil Özgentürk'ün Nâzım belgeseli hakkında: Silivri'dir o Gulag olsa duramazsınız

Nebil Özgentürk’ün yönettiği 'Nâzım’ın Kanatları' belgeseli, ucuzluğu, hedefi yaratıcılıktan çok pazarlanabilirliğe koymuş olması ve konu edindiği şairin en öne çıkan yönlerini karanlıkta bırakmasıyla tanımlanabilir.

Ulaş Özer

Geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin en büyük sermaye kuruluşlarından biri olan Koç Holding'e ait Yapı Kredi Bomontiada'da, yönetmenliğini Nebil Özgentürk'ün yaptığı ve senaryosunu yine Nebil Özgentürk ve Melih Güneş'in yazdığı “Nâzım’ın Kanatları” adlı belgesel film gösterildi. Sermayenin mekânında  sahibinin sesini dinlediğimiz bir "başyapıt"! 

Neresinden başlasak, neyini anlatsak... "Belgesel" diye izletilen videonun biçimsizliği ve içeriksizliği, sanırım bu filmin en önemsiz ve en masum kusuru. Birbirine eklenmiş konular ve görüntülerle buna bir kolaj çalışması demek daha doğru olur. Belge niteliği taşıyan bir film olmaktan son derece uzak.

'ÜÇÜNCÜ SINIF POPÜLER KÜLTÜR METASI İÇİN HAZIRLANMIŞ BİR İÇERİK'

Belgesel ilk cümlesinde özünü ve Nâzım'la ilgisizliğini ortaya koyuyor aslında: "Soğuk Savaş yıllarında, Stalin'in tek bir sözüyle yüz binlerce insan başkent Moskova'dan uzak, ama çok uzaklardaki çalışma kamplarına, Gulag'a sürgün edilmişti"... Nâzım'ın adını taşıyan bir belgesel, Nâzım'ın sadık bir neferi olduğu sosyalizm mücadelesine, bu mücadelenin somutlandığı Sovyetler Birliği'ne ve onu var eden en büyük önderlerden biri olan Stalin'e saldırarak başlıyor. Nâzım'ı Nâzım yapan örgütlülüğünden ve komünist kimliğinden koparılmış bir Nâzım Hikmet, Stalin Sovyetlerinin "zulmü", GULAG sürgünlerinin "trajedisi" ve bir kavuşma öyküsü... Bugünün üçüncü sınıf bir popüler kültür metası için yeter de artar bu içerik.

Buna bir de sansürcülüğü eklemek gerekiyor. Filmin hemen başında Nâzım'ın dizeleri şöyle okunuyor:

"Ben bir insan,

Ben Türk şairi Nâzım Hikmet.

Tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret"...

Filmin senaristlerinden Melih Güneş'in küratörlüğünü yaptığı sergide ise aynı şiir şu şekilde kullanılmış:

"Ben, bir insan,

ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,

tepeden tırnağa iman,

tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben..."

SANSÜRCÜLÜK DEVAM EDİYOR...

"Belgesel" diye izletilen bir çalışmada yer alan Nâzım'a ait dizelerden, Nâzım'ın komünist kimliğini vurgulayan sözcüklerin seçilerek çıkarılması tahrifat ve sansürcülükten başka ne olabilir? Elbette şaşırmıyoruz. Nâzım sansürcülüğü tescilli bir sermaye kuruluşunun mekânında, bu sermayenin sesini, sözünü söyleyen bir filmden başkasını beklemek saflık olurdu gerçekten. Ama bizim de söyleyecek sözümüz var: "Nâzım'ın yakasından ellerinizi çekin! Komünist Nâzım Hikmet, işçi sınıfının ve sosyalizm mücadelesinin bir neferi, şairidir" diyoruz.

POLİTİK KİMLİK VE ÖRGÜTLÜLÜĞÜNDEN BİLİNÇLİ ŞEKİLDE KOPARILMIŞ

"Belgeselde" özgün olmayan bir içeriğe iliştirilmiş fotoğraflar, şiirler, videolar ve ses kayıtları ile Nâzım'ın hayatı, politik bağlamından kopuk ve kabaca anlatılıyor. Nâzım'ın "Stalin Sovyetleri" ile olan derin ve bütünüyle politik olan bağına dair edilmiş tek bir söz yok! Nâzım'ın Kanatları adını taşıyan bir belgesel ve Nâzım Hikmet'i hangi yönüyle ele alırsak alalım ondan koparamayacağımız politik kimlik ve örgütlülüğünden eser yok. Bu, bilinçsizce yapılamaz!

"Stalin Sovyetleri" vurgusuyla yapılan bir giriş ve Nâzım Hikmet'in kısacık hayat öyküsünün ardından bir anda karşımıza Nâzım'ın, Sovyetler Birliği'nde sürgün edilen ve GULAG mağdurlarından biri olarak tanıtılan arkadaşı Ramiz Demirkuşak çıkıyor. Ramiz Demirkuşak'ın yaşadığı sürgünün gerekçesini ise bilmiyoruz. Hatta Ramiz Demirkuşak hakkında mahpus, sürgün ve çocuk babası olması dışında pek bir şey de öğrenemiyoruz belgeselden. Ne var ki belgeseli hazırlayanlar için sürgün nedeni gayet basit ve açık: Stalin zulmü...

Nâzım Hikmet ile Ramiz Demirkuşak'ın yollarının nasıl kesiştiğine dair bilgilerin ardından söz, yine GULAG'a geliyor: "GULAG ki başlı başına bir tarih, bir dramdı. GULAG, Stalin yılları boyunca Sovyet yönetimine ters düşen ya da iktidara muhalif olanların enterne edildiği Sibirya'daki bir esir kampının adıydı" deniyor filmde. Bu tanımlama ile Stalin yönetimindeki "Sovyet despotizmi" ve bunun yarttığı mağduriyet yalanı üzerinden yapılan antikomünist propagandaya geliyor sıra. Bu arada GULAG mağdurlarının sayısına dair burjuva ideologlarının hâlâ bir fikir birliğine varamadığını anlıyoruz. Filmin başındaki yüz binler, filmin ortalarında milyonlar olarak karşımıza çıkıyor. Bir GULAG mağduru olarak Aleksandr Soljenitsin'e verilen selamın ardından söz nihayet destalinizasyon dönemine geliyor. Stalin'in ölümü ile "özgürleşen" Sovyet halkı... Toplumda böylesi büyük bir mağduriyet yarattığı iddia edilen Stalin'in bugün, çözülüşten yıllar sonra bile halkın büyük bir kesimi tarafından nasıl sevildiği ve özlendiği gerçeğine dönük herhangi bir açıklama bu “belgeselde” kendine yer bulamıyor elbette...

Derken Nâzım'ın ve Demirkuşak'ın ölümü ile konu, Ramiz Demirkuşak'ın Rusya'da yaşayan torununa bağlanıyor. Torun Ramiz'in Türkiye'deki akrabalarını arayışı ve acıklı bir kavuşma öyküsüyle tipik bir piyasa filminin eksik kalan taşı yerine konuyor.

Filmde Nâzım Hikmet ve ölene kadar bağlı kaldığı partisi TKP arasında "kopuk" olarak resmedilen ilişkinin niteliğini, Özgentürk'ün filmde bir bölümünü kullandığı fakat sonrasına yer vermediği ses kaydının devamı ortaya koyuyor. Okurlarımız, Nâzım'ın kendi sesinden, ülkesini neden terk ettiğini ve Nâzım'ın Kanatları belgeselinde yer verilmeyen devamını yani kendisinin, bir komünist olarak TKP'ye bakışını anlattığı radyo kaydını dinleyebilirler.

Ortada ne dokümanter nitelik taşıyan bir belgesel ne de Nâzım Hikmet'i ifade eden bir anlatım bulunuyor. Belgeselin sonuna, konuyu bir şekilde Nâzım'a getirme çabasından olacak, bağlamsızca iliştirilen Sabahattin Ali ve Nâzım'ın diğer "sanat yoldaşları" ortak bir paydada buluşturuluyor. Ve bu payda "son söz" olarak vurgulanıyor: "Korkuları vardı, yıllarca hapis yatmıştı..." Partisi, örgütlülüğü ve umudundan yalıtılmış bir Nâzım Hikmet ve hazin bir umutsuzluk öyküsü kalıyor elimizde.

Bu kepazeliği deşifre etmek bizim boynumuzun borcu, Nâzım'ı tüm gerçekliğiyle anlatan üretimler yapmak da Nâzım'a ve onun bir neferi olduğu işçi sınıfına sözümüz olsun. Tüm bunlara son sözü de Nâzım'ın kendisi söylesin:

 

"Delindi sintine, 

esirler parçalamakta pırangaları. 

Yıldız-poyrazdır esen, 

tekneyi kayaların üstüne atacak. 

Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır, 

                                        taş çatlasa batacak. 

Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem 

                                              kuracağız Pirâyem..."