'Ken Parker'ın grafik yaratıcısı Ivo Milazzo’yla, kahramanlar ve çizgiler üzerine...

Çizgi roman tutkunlarında ayrı bir yeri olan "Ken Parker"ın grafik yaratıcısı Ivo Milazzo ilk kez geldiği Türkiye'de soL gazetesine konuştu.

"Vatandaş olmanın ne demek olduğunu bilemeyen bir insan, neye nasıl tepki vereceğini bilemez. Hangi ülkede olursa olsun Ken Parker gibi karakterlerin öncelikle kendi sorumluluklarını bilmeleri gerekir. Çünkü bilgisizlik insanlığı suskunluğa iter. Bunu Ken Parker da sıkça söyler… Bildikçe, öğrendikçe insanlar daha yüksek sesle konuşabilirler."

soL gazetesinden Hüseyin Çukur, "Ken Parker"ın grafik yaratıcısı Ivo Milazzo ile konuştu.

Ülkemizde, önce “Alaska” sonra aslına uygun haliyle “Ken Parker” olarak yayımlanan çizgi roman kahramanının grafik yaratıcısı olarak ve öyküleri desenlemesiyle tanıdığımız Ivo Milazzo, çizgi romanın şu anki Türkiye yayıncısı Rodeo’nun bir organizasyonu nedeniyle ilk kez Türkiye’ye, İstanbul’a geldi. İtalyan İllüstrasyonlar Derneği Başkanı da olan Milazzo, çizgi roman okuyucularıyla sohbet ve imza gününde buluştu ve bugün de Fındıklı’daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü Konferans Salonu’nda “Çizgilerle Anlatmak” konulu bir söyleşiye katılacak. Ivo Milazzo ile Remzi Kitabevi’ndeki imza günü sonrasında görüştük. Rodeo Kitap yazıişleri müdürü Murat Mıhçıoğlu’na İtalyanca çevirideki yardımı ve röportajın derinleşmesi için yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ederiz.

Hikâyeleri 19. yüzyıl Amerikası’nda geçmekle beraber, Ken Parker çağının çok ötesinde bir aydın gibi, 20. yüzyıl dili ve aklıyla konuşuyor.

Ken Parker kesin köşelerle belirlenmiş bir kahraman değil. Sıradan bir insan, hepimiz gibi. Dolayısıyla o da diğer karşı kahramanlar gibi etik, sosyal problemlerle karşılaşıyor. Bu problemlere karşı bakış açısı da bizim kuşağın, yani benim ve Berardi’nin kuşağının bakış açısı. Biz kendi bakış açımızı bir western kahramanına yansıtarak uyguladık.

Berardi 1984’te, artık belli bir periyoda bağlı kalmadan Ken Parker serilerine devam edeceğini söyledi. Bu, Avrupalı sol entelektüellerin gardının düştüğü bir tarihe denk düşüyor. Bu bir tesadüf müydü, yoksa bilinçli bir ara verme miydi?

Biz zaten 1984’te seri öyküleri bitirmiştik. Bir de maceraları çok özel çalıştığımız için Ken Parker’ın düzenli çıkamama durumu vardı. Avrupalı bir yazar ve çizer olarak, sol çok güçlenmiş olsaydı da, ajandamızdan ötürü daha fazla Ken Parker macerası yapabilmemiz mümkün değildi. Dolayısıyla, bahsettiğiniz solun durumuyla doğrudan bir ilgisi yok. Zaten biz o dönemde başka bir seriye daha başladık. Ayrıca, çok da düzenli bir şekilde ilerlemese de, 1984’ten sonra da Ken Parker maceraları yaptık. Yani Ken Parker ile Avrupa’daki siyasi ortamın uyuşmaması gibi bir şey değildi söz konu olan…

İlk macera olan “Uzun Tüfek”te Ken Parker sakallı bir avcıyken, ikinci maceranın ortasında bildiğimiz görünüme geçmesi, baştan planlanan bir şey miydi, zamanla oluşan hikayenize uygun bir yüz değişikliği ihtiyacı mı doğdu?

Ken Parker, ilk olarak ortaya çıktığında, ilk macerayı çizdiğimizde bunu tek kitaplık bir çalışma olarak düşünüyorduk. Birbirinden bağımsız western maceralarının yayımlandığı bir dizinin içinde ve bir sefer de böyle bir karakter çıksın diye önerdik. Ancak editör Bonelli karakteri çok sevdiği için bunu bir seriye çevirelim dedi ve ikinci kitaptan itibaren Ken Parker, devam edeceğini bildiğimiz bir karakter oldu. Devam edecek bir maceranın kahramanı için de sakallı birinin pek uygun olmayacağını düşündük. Tanınması zor olurdu, yaşlı görünecekti… Bir yıllık hafıza kaybını anlattığımız “Chemako” adlı macerada, bir de “Lily ve Avcı” maceralarında Ken Parker’ın sakalları yeniden uzar. Maceraların koşullarının gerektirdiği şekilde Ken Parker’ın görünümünün değiştiği olmuştur.

Çok az çizgiyle, yüz mimiği ve vücut duruşundan bütün bir psikolojiyi yansıtacak ifadeler vermeniz eşine az rastlanır ustalıkta. Bu sadece çizgiye hükmetmekle olmasa gerek. Fazlanız nedir?

Çizgi roman bir öyküyü anlatmaya dayalı bir dal. Dolayısıyla öyküyü anlatmaya yaramayan şeyleri çok fazla zorlamaya gerek yok. Öykünün gerektirdiği bir ifade, bir mekân tanımlaması, bir dramatik an neyi gerektiriyorsa onu yapıyorum.

Mesela bir kasabayı uzaktan çizerken, çok basit çizgiler kullanmak ince detaylara girmekten daha iyidir, çünkü ana fikir orada: Öyle bir kasaba var ve oranın ruhu ne? Oradaki insanlar nasıl bir ortamda yaşıyorlar, orada ne beklemeliyiz, fakir insanlar mı var? Bütün mesele bunu anlatabilmek. Yoksa ben mimar değilim. Orada on tane ev varsa ikisine baca kondururum, diğerlerine kondurmam. O detaylar benim esas uğraşmak istediğim şeyler değil. Teknik doğruluk benim öykümü destekleyecek sürece gereklidir.

Kuşkusuz senaryonun önemi, Berardi’nin rolü malum, ama bir film paylaşımı yaparsak, karakterlerin oyununu, dekoru, tarihsel araçları, çekim açılarını belirleyen sinematografik işlev sizde. Böyle bir iş bölümü müydü, yoksa ortak senaryolar mıydı?

O senaryoyu bir yazar olarak kurguluyordu, ondan sonra artistik tercihler tamamen bana kalıyordu. Çalışma biçimimiz buydu çünkü hem yoğun şekilde çalışıyorduk, hem de onun bir yazar mantalitesiyle kurguladığı öyküler benim karşıma yazılı olarak çıkıyordu. Ben hangi tipoloji, hangi boy pos, ebat, duruş uygun düşer, bunu düşünüp ona göre uyguluyordum.

Hiç onun müdahale ettiği ve “şunu şöyle çiz” dediği olmuyor muydu?

Hayır, çünkü onun yazıp verdiği senaryolarda benim esneme alanım belliydi. Bir karakterde neler olması gerektiğini o tarif ediyordu. Ben de o çerçevede özgürce, bu öyküdeki, bu karakter böyle olmalıdır diye karar veriyordum.

Siz senaryoya hiç müdahale ediyor muydunuz?

Biz zaten yakın arkadaştık. Benzer kaynaklardan besleniyorduk. Etle kemik gibi birbirinin içine geçmiş bir ilişkimiz vardı. Kim et kim kemik belliydi, işin sanatsal ve yazınsal boyutu net bir şekilde tarif edilmişti. İkimizin ortak noktası şuydu: Bazen yazar, bazen de çizer kendini göstermeye çalışır. Genel ilişkimizde ikimiz de öyküyü göstermeye çalışıyorduk. Bir çizgi roman eseri ortaya çıkacak, onun yazarlığı da benim çizerliğim de buna hizmet edecekti.

Çok zaman, başkaları desenledi Ken Parker’ı. Okurken, bakarken ne hissederdiniz? Kıyaslar mıydınız, ben olsam şöyle yapardım der miydiniz? Çizmediğinize pişman olduğunuz macera var mı?

Ben yılda iki kitaptan fazla yapamıyorum zaten. Ama serinin akması için aylık periyoda yakın bir tempo tutturmamız gerekiyor. Dolayısıyla, diğer meslektaşlarımızın girmemesi, olaya dâhil olmaması gibi bir seçenek zaten yoktu. Bir de, Berardi hangi öyküyü benim, hangi öyküyü başkasının çizeceğini bilerek yazıyordu.

Maceralarda karakterler çok farklı. Ken Parker zaten bir anti kahraman. Dayak yiyen, aldatılan… Bir westernde olmayacak “Köpek Lily” var mesela, “Pat O’Shane” isimli bir kız çocuğu, “Adah” isminde kölelikten gelip mamalığa yükselen bir karakter var. Bunların hepsi Ken Parker kadar baskın karakterler. Ken Parker kendi türü içinde bu açıdan da farklı bir yerde duruyor.

Ken Parker olayları tek başına sonuca götürücü bir karakter olmadığı için, kimi zaman onu bir tanık pozisyonunda görüyoruz, kimi zaman da başkalarının hikâyesine yan karakter olarak giriyor. Bunun yarattığı farklı bir ritim de var Ken Parker’da. Gerçek hayatta kimse yenilmez değildir. Diğer insanlar üzerinde kimsenin değişmez bir baskınlığı yoktur. Biz bu tür bir karakteri çizgi romanın ana kişisi yaptık. Bu da tabii Ken Parker’ı takip eden kitle için güzel sürprizler oluşturdu. Ken Parker’ın bir hayat çizgisi var ve onun için de başına gelebilecek işler var. Ama bir kölenin yaşadıkları, tecrübe ettikleri ve oradan kurtuluş öyküsünü görmek için ya o kölenin bambaşka bir serisi olacak ya da biz onu ana karaktere duyduğumuz saygı ve özeni koruyarak bu serinin içine taşıyacağız, ki biz bunu yaptık. Bu da, insanların aynı karakterin farklı açılımlarını görmesindense bambaşka karakterlerin bambaşka yönlerini görmemizi sağlayan sürprizler yarattı Ken Parker’da. Ken Parker serinin ismi evet ama her türlü insanın yaşayabileceği, her türlü soruna dair duygusal açılımlar bu serinin içinde var. Yani Ken Parker diye köşeli bir insan var ve biz onun hikâyesini anlatıyoruz diye bir şey yok. Biz insanlığı aslında Ken Parker üzerinden anlatıyoruz.

Biz de Ken Parker’ı o yüzden sevdik zaten. Ken Parker hem çizgi roman okurları için, hem de yazıldığı dönemde hitap ettiği entelektüel aydınlar için bir ihtiyaçtı. İsyankâr bir karakter Ken Parker… Halk içinde, asılan ve böylece cezalandırıldığı söylenen birinin hakkını savunabiliyordu “adaletle intikam duygusunu birbirine karıştırmayın” diyerek. Yattığı yerde “Das Kapital” okuyan bir karakter var karşımızda… Şimdiden, bugünkü durum açısından baktığınızda Ken Parker gibi yeni bir karaktere ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz? Bu açıdan kendi hayat görüşünüz nedir? Bugün hayata nasıl bakıyorsunuz?

Öncelikle Ken Parker gibi olmak, birtakım haksızlıklara isyan edebilmek, yüksek sesle konuşabilmek, “doğrusu budur siz yanlış yapıyorsunuz” diyebilmek için insanın ülkesinin sistemini anlaması ve bilmesi gerekir. Bir demokrasi içinde yaşıyorsak, demokrasi gerçekte nedir, nasıl işler, vatandaş olmak ne demektir, bütün bunları biliyor olması gerekir. Vatandaş olmanın ne demek olduğunu bilemeyen bir insan, neye nasıl tepki vereceğini bilemez. Hangi ülkede olursa olsun Ken Parker gibi karakterlerin öncelikle kendi sorumluluklarını bilmeleri gerekir. Çünkü bilgisizlik insanlığı suskunluğa iter. Bunu Ken Parker da sıkça söyler… Bildikçe, öğrendikçe insanlar daha yüksek sesle konuşabilirler. Berlusconi örneğin… Bunca baskıyı yapan, sahtekârlığı yapan birini, “ama şu kadar insana iş veriyor” diye savunabilmek için sistemi hiç anlamamış olmak gerekiyor. Bu değirmenin suyu nereden gelir, bunu sorgulamak gerekir. İnsanların farklı düşüncelere sahip olmasına saygı duymak gerekir ancak gözümüzün önünde olup biten şeylere dair de bir bilgi ve fikir sahibi olmamız gerekir.

Ne kadar çok öğrenirsen, yanılma şansın o kadar azalır. Bilgi değerlidir. Tabii bilgiyi de fetişleştirmemek gerekir, bilgiye sahip insan da yanılabilir ama sağlıklı kararlar alabilmek için bilgiyi devrede tutmamız gerekir.

Son olarak, son dönemde takip ettiğiniz çizgi romanlar neler? Marvel’ın son dönemki ürünlerini takip ediyor musunuz?

Marvel’ın son dönemde yaptıklarını takip etmekte zorlanıyorum. Çünkü çoğu kez çizerin şov yaptığı şeylere dönüşüyor. İyi illüstrasyon yapmak gibi bir konsantrasyonla yaklaşıyor çoğu insan… Baktığınızda gerçekten çok iyi çizgiler var ama benim mesleğim öyküyü çizgiyle anlatmaktır. Başrolde öykü vardır. Ama benim gördüğüm çizgi romanlarda öyküden rol çalarak öne çıkmaya çalışan bir çizgi anlayışı öne çıkıyor.

İnsanları öyküye odaklamak yazarın ve çizerin esas kaygısı olması gerekir. Son dönemde pek bunu göremiyorum. Tabii bir çizgi roman fanatiği gibi ortaya çıkan her şeyi izliyor değilim ama benim kuşağımda bu kaygının daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Kendimi de zaten “çizgiyle anlatan” olarak tanımlıyorum. İllüstrasyon ayrı bir şeydir, çizgiyi öykünün peşine takmak ayrı… Ben bu işte ikincisini önemsiyorum..