Kemal Okuyan yeni bir kitapla devrim sorununu önümüze koyuyor. TKP’nin 100. yaşına girmek üzere olduğu günlerde sadece partinin değil, Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin de doğum sancılarını ele alıyor. Ancak bu kez izlediği yol biraz farklı. “Ne Yapmalıcılar Kitabı”, “Stalin’i Anlamak” ve diğer kitaplarında merkezde “muzaffer Ekim Devrimi” dururken bu kez büyüteci başarıya ulaşamayan devrimlere çeviriyor.
1920 yılı ve Berlin, Varşova, Ankara üçgeni… 1920, Ekim devrimi ile başlayan sürecin en kritik dönemecidir. Bu üç şehir ise o yıllarda dünya devrimcilerinin gözünü hiç ayıramadığı noktalardır. Kemal Okuyan 2018 yılında International Communist Press’e verdiği bir röportajda şöyle özetliyordu o günün devrimcilerinin soluduğu havayı: “Şimdi bize çocukça gelebilir, fazla romantik bulunabilir ama Kızıl Ordu Varşova’ya doğru yürüyüşe geçtiğinde Rus proletaryası ile Alman proletaryasının birliğinin önünde gerçekten de bir engel kalmıyordu.”
Alman proletaryasının 1918’den itibaren giriştiği denemeler, Polonya’da geçici iktidar denemesi, Kızıl Ordu’nun Polonya’da umduğu gibi karşılanmaması. Bunların her biri dünya devriminin kader anları olarak düşünülebilir.
Aynı söyleşide “Rus Devrimi nasıl Leninizmin pratikte doğrulanmasıysa, Alman Devrimi de o anlayıştan uzaklaşıldığında ne büyük sorunlarla karşılaşılacağının kanıtıdır” diye özetliyordu Okuyan bakışını. Kitap bu uzaklığın nedenleri ve sonuçlarını özgün bir yaklaşımla ele alıyor.
Ve Ankara. Burjuva devriminin Cumhuriyete eriştiği süreç, burada daha ileri, komünizan arayışlar. Canını bu yola feda eden komünistler. Ve Tek Ülkede Sosyalizm kararlılığı. Hiç de tek taraflı olmayan Moskova-Ankara dayanışması. Tüm bunlar dönemin köşe taşlarının en önemlilerinden birini oluşturuyor. Üçgen kesindir, Kafkaslarda sağlam duramayan Moskova, Varşova’ya rahat yürümeyi bırak, Petrograd’da dahi tutunamayacaktır. Ankara önemlidir. Sovyet iktidarı Kafkaslarda, biraz da, oluşmakta olan Türkiye sayesinde iktidar olmuştur.
Karışıktır o dönem. Almanya ve İngiltere hem siyaseten hem ekonomik olarak genç Sovyet iktidarının zorunlu muhatabıdır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de... Devrimin ilerlemesi ve yayılması ile iki genç ülkenin varlığının korunması çetrefil ve zorlu süreçlerdir. Kitap tüm bu karmaşanın içine giriyor ve yol aldıkça sadeliğe ulaşıyor.
Polonya iç sorunlarla boğuşan Bolşeviklere neden ve kimlerin yönlendirmesiyle saldırdı?
Kızıl Ordu Varşova önlerinde neden yenildi?
Zamanın en güçlü ve en örgütlü işçi sınıfına sahip Almanya’da sosyalist devrim imkansız mıydı?
Rus ve Alman deneylerinde benzerlikler ve ayrımlar nelerdi?
Alman yenilgisinde Sosyal Demokrasi’nin ihaneti tek etken miydi? Komünistlerin hiç mi suçu yoktu?
Moskova Ankara’yı sadece Anadolu topraklarında emperyalizme karşı direnişi sürdürsün diye mi destekledi?
Ankara’nın Moskova’ya verebileceği ve verdiği destek neydi?
Ve en önemli soru: Dünya devrimi başta Berlin’de olmak üzere yenilmeye mahkûm muydu?
Bu soruların yüz yıl öncesine ait olmadığı, bugün ülkesinde ve dünyada devrimini arayanlar açısından açıktır. Kemal Okuyan geçen yüz yılda devrimin olanak ve hatalarını önümüze koyarak bugün için bir çağrı yapıyor.
Ama “Devrimin Gölgesinde” bir başka çok önemli görevi daha üstleniyor. Yıllar önce basılmış birkaç çalışma dışında Türkçe okurları için neredeyse bilinmeyen bir mecraya giriyor. Bilinmeyeni, belki de pek cesaret edilmeyeni açıyor ve hem çok büyük bir bilgi ihtiyacını karşılıyor hem de önemli tespitlerde bulunuyor. Bu durum kitabı siyasi tarih meraklıları için de zorunlu bir kaynak haline getiriyor.
Ve son olarak dönem ve iddia o kadar büyük ve yenilgiler arasında bile olsa o kadar dev adımlar atılıyor ki kitap neredeyse bir macera romanı sıcaklığında okunuyor.