Gülcan Altan’dan Çerkes sürgününün 151. yılında ‘Okuyan Çocuk’şarkısı

Gülcan Altan’ın Çerkes sürgünü ve soykırımının 151. yılı için hazırladığı Çerkesçe şarkısı Okuyan Çocuk (Çel'e Yegek'o) yayımlandı. Gülcan Altan ile Çerkes kültürünü, dilini, sürgünü, şarkıları, müziği ve boyun eğmeyen üretimlerini konuştuk.

Görüşme: Ulaş Özer

150 yıl önce Çerkes sürgününde yazılmış, elden ele dolaşmış olan Okuyan Çocuk adlı şiirin sözlerinde ‘Oku çocuğum, ey güzel oğlum kızım oku. Okumazsan başına felaketler gelir. Oku ki halkını bilinçlendir ve ışığa götür, aydınlığa çıkar. Eğitim olmazsa bir halk aydınlığa çıkamaz’ diyor. Gülcan Altan’a bu şiir öğretmen Kazım Taymaz’dan emanet. Altan hem bu emaneti halkla buluşturmak hem de kaybolmak üzere olan bir dili yaşatmak için internet üzerinden yayınlıyor şarkısını.

Şimdi bizim etkinliklere katılanlar, takip edenler Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin etkinliklerine ya da soL gazetesinin etkinliklerini takip edenler seni çok yakından tanıyor ve fakat seni dinleme fırsatı bulmamış insanlar için kendinden bahseder misin, müzikal geçmişinden, yaptığın çalışmalardan, daha önce yaptığın çalışmalardan?

Şöyle başlayayım benim yirminci senem müzikte. Yani yirmi senedir müzikle uğraşıyorum. Hikaye uzun olduğu için şunu okudum, bunu bitirdim, şuradan şuraya geçtim gibi anlatmayayım. Bir sürü iş yaptık, çalıştık, albümler çıkardım. İTÜ devlet konservatuarı mezunuyum, mastır yaptım pedagoji üzerine. Ondan sonra da hem kendi etnik kimliğimle ilgili bir yol izliyorum, hem de genel dünya müziğiyle ilgili ve kendi yaptığım şarkılarla ilgili albümler yapıyorum. Böyle bir süreç yaşıyorum şu anda. Yirmi senedir de bu ülkede ayakta kalmaya çalışarak, müzikten sadece müzikten beslenerek var olmaya çalışıyorum.

Gün geçtikçe de zorlaşıyor tabii durum, değil mi?

Aynen öyle. Mücadeleye devam.  Bundan da vazgeçmeyi düşünmüyorum. Ben performans müzisyeniyim; sahneye çıkıyorum, hayatımı böyle sürdürüyorum ve can buluyorum bundan, yani böyle yaşayabiliyorum ancak. Böyle bir şey.

Başka albüm çalışmaların da var bildiğim kadarıyla; karma albüm çalışmaları var, iki tane de şu anda yayınlanmış kendi yani şahsen çıkarttığın iki albüm var. İlk albümün “Gülümser” Vedat Sakman şarkılarından oluşuyor. Nasıl başladı bu birliktelik Vedat Sakman’la, onun da bir imzası var sonuçta?

Vedat Sakman ile çok uzun yıllardır baba kız gibiyiz. Yarenlik ediyoruz birbirimize. Onun albümlerindeki şarkıları ben sahne repertuarımda söylüyorum zaten. Yıllar sonunda söylediğimiz şarkıları albüm yapalım dedik. Zuhal Olcay, Leman Sam gibi bir sürü değerli şarkıcı söyledi şarkılarını.”Vedat Sakman şarkıları” diye bir albüm olsun istedim. Tribute gibi kendimce. Gülümser de ablamın adı, ablama adadım albümü. O yüzden iki isimlidir o albüm. Böyle bir proje çıktı. Vedat Abi ile şarkıları seçtik. Ferhan Şensoy’un iki adet sözü de yer alıyor. Hepsi kıymetli.

Vokaller sanırım Gündoğarken, değil mi?

Evet, Grup Gündoğarken destek verdi orada, sağ olsunlar. Bu albüm de Emir Ersoy,Turgut Alp Bekoğlu, Yaşar Cenker Sarp,Murat Güner gibi bir çok değerli müzisyenlerin katkısı ve özverisi ile yapıldı. Herkesin el verdiği, bir ucundan tuttuğu bir albüm oldu. Gülümser albümü böyle. Sonra “Gunef” albümü var, Çerkesçe olan.

Bir sonraki sorum da onunla ilgili olacaktı zaten.

Gunef albümü de şöyle oluştu; etnik kimliğimle ilgili araştırmalar yaparken, Çerkes müziğiyle ilgili çok sıkıntılı bir süreç yaşandığını gördüm çok uzun yıllar önce.Hep amatör ve gönüllü çalışmalar var. Başka meslekleri olup hobi olarak şarkı söyleyenlerin ve müziğe katkı sağlamaya çalışanların  yaptığı çalışmalar var. Çerkes şarkılarıyla büyüdüm, tabii çocukluğumdan itibaren bizim evde babam söyler, annem söyler. Ninnilerini bilirim. Babam dedi ki bir gün; “Kızım sen neden Çerkesçe şarkılar söylemiyorsun’. Ben de dedim ki niye söylemiyorum acaba? Başladım çalışmalara. Ciddi bir repertuar oluştu.Daha eski şarkıları dinledikçe; şarkıların melodik yapıları, formları çok tabii farklı, çok ilgi çekici gelmeye başladı. Sonra bir repertuar oluşturduk ve Çerkes müziğini Çerkeslere tekrar anlatmaktan öte bir dünya müziği halinde sunmak istedik bu albümde. Hem otantik halleri var, hem modernize edilmiş halleri vardı Gunef albümünde. Türkiye’de de ilk defa çıktı böyle bir albüm. İlk profesyonel çalışmalardan biridir. Genellikle Kuzey Kafkasya’da üretilmiş anonim şarkıları kullandım. Oradan başlamak istedim çünkü. Şimdi de benim müzikal yolculuğumda bir yan yol gibi devam ettirdiğim bir müzikal çizgim var Çerkes müziğiyle ilgili. Asıl şimdi önemli olan bir eser var. Dijital yayında.“Okuyan Çocuk”. Yüz elli yıllık bir şiir bu. Elden ele dolaşmış. Çerkes sürgünü esnasında yazılmış bir şiir. Ve eklemeler olmuş buna. En son bizim büyüğümüz eğitim gönüllümüz vardır; Kazım Taymaz , üç bin beş yüz çocuğu okutmuş bir eğitim gönüllüsü. Bir başöğretmen gibi bizim için de. O, beni vefatından çok kısa bir süre önce çağırdı, akrabamdır aynı zamanda. ‘Gülcan’ dedi, ‘sana bir şiir emanet ediyorum kızım. Bunu besteleyeceksin ve herkesin bu şiiri öğrenmesini sağlayacaksın’ dedi. Ben de o şiiri anca iki senede toparladım. Yirmi dört kıtalık bir şiir, tabii çok zor onu bestelemek. Bu yüzden şiiri Sevgili Emel Bezek ile toparladık ve yedi kıtaya özümsedik. Çok emeği vardır. Onu besteledim. Yine arkadaşlarımla kaydettik, tam bir otantik kayıt oldu. Otantik Çerkes enstrümanlarıyla kaydettik. Böyle bir çalışma yayınladım bundan iki hafta önce. Ve benim web sitemden ücretsiz olarak indiriyorlar. Biraz da bunu, müzik endüstrisine sinirlendiğim için de yaptım. Çünkü hiç kimse basmadı bu şarkıyı. Yapmak istemediler, ticari bir şey olmadığı için. Ben de bedava veriyorum şarkıyı, isteyen indirsin, dinlesin. Hiçbir şey de istemiyorum karşılığında. Yeter ki bu kültürün bu sesleri daha çok insana ulaşsın. Bir de bu bizim dilimiz UNESCO’nun dil atlasında ikinci sırada, yok olma tehlikesi altındaki diller arasında. Bu benim söylediğim şarkı Şapsığca, benim kendi ana dilim. Bu yüzden de kıymetli bir eser. Ve şiire gelince; sürgün edilmiş bir halk, o esnada bir şiir yazıyor. Şiirde diyor ki; Oku çocuğum, ey güzel oğlum kızım oku. Okumazsan başına felaketler gelir. Oku ki halkını bilinçlendir ve ışığa götür, aydınlığa çıkar. Eğitim olmazsa bir halk aydınlığa çıkamaz diyor. Yüz elli yıl önce sürgünde yazılmış bir dil bu, yani bir düşünce. Ve ben çok heyecanlandım bunu görünce.

Evet, çok etkileyici gerçekten.

Bütün detayları benim web sitemde bulabilirler.Bu bir halkın düşüncesi. Günümüzde daha eğitimin önemini anlamamış bir sürü halk varken yüz elli yıl önce yazılmış bu şiir. Ben de gururla, elimden geldiğince ve kendi ana dilimde söylemeye çalıştım. Kıymetli bir eser olduğunu düşünüyorum kültürel anlamda çok özel bir yapıt.

Aynı zamanda bir halk bilimi çalışması bu, bir tarih çalışması. Çerkesçe olan daha önce yayınladığın albümünde Gunef/Kalbin Işığı albümünde bir parça çok dikkatimi çekti özellikle. Asimile olma tehlikesi yaşayan kültürlerde bir içe kapanma durumu oluyor ve milliyetçi refleksler de çok kolay kendine zemin bulup gelişebiliyor fakat Sipse si Adiğe şarkısında Çerkesleri anlatırken diğer halkları da selamlayan bir dil kullanılmış. Biraz bundan söz eder misin? Genel olarak Çerkes müziğinin yapısı, kullanılan bu dil bağlamında nasıldır?

Bu şarkıyı yazmadan önce Kafkasya’ya gittim. Ana vatanımı gördüm. Abhazya’yı, Maykop’u gördüm. Ondan sonra o şarkıyı yazdım. Çerkes halkı dediğinde biliyorsunuz belki farklı boylar var, içerisinde tek bir halkı barındırmıyor. Farklı lehçeler var, nüanslarla birbirinden ayrılan ve nüanslarla birbirine bağlanan büyük bir topluluktan bahsediyoruz. Ve biraz benim karakterimle de ilgili olan bir süreç yaşadım tabii ki. Ben aşırı milliyetçilikten hoşlanmıyorum.Çünkü bir müzisyenim.Milliyetçiliği biraz parantez içine alarak yaşıyorum. Bütün halkların aynı kaderden ya da aynı sıkıntılardan geçmiş olabileceğini düşünüyorum. Görüyoruz tarihte de. Yani sürgüne uğramış, soykırıma uğramış bir sürü halk var ve hepsi birbiriyle empati kurmalı. Bu şarkıyı yazarken de onu düşündüm. ‘Sipse si Adiğe’, ‘Ben Adigeyim’ demek. Ve bunu hiç unutmayacağım demek. Hiç unutmayacağım diyorum şarkıda. Çerkesler çok yaşasın, var olsunlar, göklere çıksın. Ama bütün halklar da aynı şekilde göklere çıksın. Çünkü beraber yaşamak en önemli şey.

Sözleri anonim mi şiirin?

Hayır, ben yazdım. Sözü müziği bana ait.

Dikkatimi çekmişti bu, çok da güzel bir mesaj vermişsin. Özellikle doksanlarda ‘world music’ denilen türün dünyada çok büyük bir pazarı oldu ve Türkiye’de de bunun bir karşılığı oldu. Ve senin Çerkezce yaptığın bir albüm var. Ve anlıyorum ki “bir proje olarak “ yaptığın bir şey değil. Yani gerçekten değer verdiğin bir şey. Bu gibi çalışmalara nasıl bakıyorsun?

Dünya müziği?

Evet fakat proje ve piyasalaşma bağlamında bu müzikleri ve bu pazarı nasıl değerlendiriyorsun?

Burada önemli olan birkaç parametre var. Halk müziklerinin her zaman olduğu gibi çalınıp söylenmesi gerekir. Doğrusu bu olmalı, zaten o var, o halleri, otantik halleri zaten var. Ama bir de gelişen bir müzik anlayışı var. Onların iç içe geçerek daha geniş bir müziğe, daha zemini geniş bir hale geçmesi gerekir diye düşünüyorum. Yani bu Çerkes müziğinde çok kritik bir nokta mesela. Biz otantik enstrümanlarla Çerkes müziğini icra ediyoruz. Çerkes halkı hemen algılıyor. Yabancı olan biri üçüncü şarkıdan sonra dinlemeyebiliyor. Bir halk müziği gibi gözüküyor. Karadeniz müziği de öyle mesela, sürekli kemençe çalıp bir şarkıcı söylediği zaman üçüncü şeyden sonra sıkılıyorsunuz. Batı enstrümanlarının müziğe girmesiyle birlikte biraz daha geniş bir şeye ulaşabiliyor. Yani sen otantik olan müziğini, zeminini değiştirerek daha çok insana dinletebilme şansına sahip oluyorsun. Ama bu otantizmini bozmak demek değil. Yani bozmadan yapmak gerekiyor onu demek istiyorum. Yani dejenere ederek değil de, zeminini genişleterek müziği sunmak gerekir diye düşünüyorum.

Evrenselleştirmek?

Halk müziğini evrenselleştirmek. Böyle bir şey.

Anladım, asimile olma tehlikesi yaşayan kültürleri bir arada tutan bir şey dil. Müzik de böyle. Çerkes geleneklerinde müziğin yeri nedir?

Çok baskın, özellikle oyun müzikleri. Oyunlar, Çerkeslerde kültürün en önemli taşıyıcılarından bir tanesi. Çerkes dansları, Çerkes şarkıları hep en önde. Kültürü yaygınlaştıran ve taşıyan en önemli unsurlardan iki şey. Ama burada bir dezavantaj var; sadece oyun oynayarak Çerkes kültürü yaşatılamaz. Bir de böyle bir noktaya giden bir süreç yaşıyoruz. Çerkesçeyi unutuyoruz, Çerkes oyunlarını herkes oynuyor. O yüzden o dengeyi korumak ve kurmak lazım. Bu nasıl dengelenir? Tabii ki bu dille ilgili eserler yazılıp, şarkılar yapılarak. İşte ben de Çerkes müziğinde duran bir ruh olarak, birey olarak elimden gelen şeyi şöyle sağlıyorum; Çerkesçe yeni şarkılar yaparak. Eskileri zaten söylüyoruz. Yeni üretimler yaparak bunu, süreci daha çok uzatabiliriz,  yok olma sürecini. Onun için uğraşıyoruz.

Toplumsal yaşamı alabildiğine gericileştiren ve piyasanın ağına iten bir düzende yaşıyoruz şu anda. Ve tüm sanat alanlarında olduğu gibi popüler müzik de var olan toplumsal yaşamın niteliğine ilişkin çok güçlü veriler sunuyor bize. Ancak şarkılarındaki üslup ve kullandığın dil buna karşı koyduğunu da gösteriyor. Sen bu saldırılardan bir müzisyen olarak nasıl etkilendin? Ve bununla nasıl mücadele ediyorsun?

Bununla şöyle mücadele ediyorum; asla o sisteme uygun eserler yapmayarak, sunmayarak, o sistemin içine girmeyerek mücadele ediyorum. Ama çok zor. Tek başına hiçbir desteğin olmadan, kendi müziğini yapmaya çalışarak ayakta durmak çok zor. Çünkü popüler olmadığın zaman, işte o popülarite dediğimiz şey sağlanmadığı zaman seni ayakta tutacak dinleyici kitlesine ulaşmak zor oluyor. Bunu nasıl sağlıyorum peki? Bu gerçekten çok güzel ve kritik bir soru. Bu günlerde benimde canıma tak dedirten bir konu bu. Çünkü sıkıldım, yani yirmi senedir bu işi yapıyorum hala sen niye meşhur olmadın cümleleriyle karşılaşmaktan çok sıkılıyorum. Çünkü meşhurluk ya da popülarite demek bu sistemin içinde var olmak demek. O sistemin şarkılarını söylemek demek. O sistemin üslubunu daha çok yaymak demek. Tam tersini yapıyoruz biz. Bak burada başka bir duruş var, başka bir görüş var, başka bir hayat var, şarkı var, söz var, şiir var. Aşk, aşk, aşkın dışında başka şeyler, onun üzerine yazdığımız şarkılar var. Maddi anlamda çok sıkıntı çekiyoruz emekçi müzisyenler olarak yani evimizi idame ettirmek anlamında, onu yapmak anlamında… Onlara karşı da dik duruyoruz. Çünkü durmak zorundasın, yapacağın bir tercih bu. Bunu tercih yaptıysan bütün ceremesini de çekeceksin. Asla popülarizme ya da popülariteye prim vermiyorum. Orda durmuyorum. İsteyen gelir dinler diyorum. Çok zor bir duruş, ama bu bir tercih. Bu çok kolay oraya dönmek, hepimizin yapabileceği bir şey. Öyle değil mi? Çünkü onun ‘trick’lerini hepimiz biliyoruz. O ‘trick’leri yaptığın anda, hop alırlar götürürler seni bir yere. Ama sen o dinleyiciye bir şey diyemezsin, dinleyiciyle konuşacak bir şey kalmaz. Sen başka bir şey anlatıyorsun, o başka bir şey dinlemek istiyor.

Ve geçtikçe de zorlaşıyor artık ayakta kalmak, gerçekten daha fazla dik duruş, daha fazla çaba gerektiren bir şeye dönüştü sanatçılar için Türkiye’de diye düşünüyorum. Repertuarında özellikle buradaki etkinliklerde, takip eden okurlar da bilecektir özellikle iki parça var; bir tanesi 'Bize Bir Zafer Gerek' diğeri de 'Boyun Eğme' şarkısı. Sanıyorum o da sana ait.

Evet, o da bana ait, ben yazdım.

Burada toplumsal da bir mesaj veriyorsun. Bize bir zafer gerek derken ‘biz’ dediğin kim? Kime karşı bir zaferden söz ediyorsun? ‘Boyun eğme’ derken boyun eğmemeye çağırdığın, direnmeye çağırdığın insanlar, seninle birlikte direnmeye çağırdığın insanlar kimler?

‘Boyun Eğme’ şarkısının sözleri, Osman Çalışkan diye bir şair dostuma ait. Benim de birkaç değişikliğim oldu. Şiiri okuduğumda, Ören’de bir konserde sahneden inmiştim. Seyircilerin arasından geçerken birisi kolumu tuttu ve bana böyle bir kağıt verdi. Bunu sizin için yazdım, dedi ve yok oldu. Ben kulise gittim, yukarı çıktım. Şiiri okudum; ‘Ey insanoğlu ne için eğilirsin?’ Tam o Gezi dönemiydi, üstüne üstelik. Bir konsere gidip gelmiştim o dönem. Çok etkilendim ben o şiiri görünce, dedim ki bunu besteleyeceğim. Sonra da uzun süre ulaşamadım, besteledikten sonra parçayı. Tesadüfen tekrar bulduk telefonlarımızı. O şiir beni çok etkiledi. Zaten dinliyorsunuz konserlerde; su içmek için eğilir insan ya da çiçek koklamak için. Onun dışında herhangi bir şeye eğilmemeli insan. Bu kadar güzel bir şey nasıl anlatılabilir, böyle anlatılır işte. Öyle bir şarkı yaptım ve Haziran’ın on beşinde Türkçe albüm çıkıyor, orada yer aldı diğer şarkılarla beraber. ‘Bize Bir Zafer Gerek’ isimli şarkıyı da sevgili Kemal Okuyan’ın önerisiyle söyledim. Yine Komünist Parti’nin büyük bir etkinliğinde söylemem için rica etmişti. Ben de şarkıyı araştırdım, dinledim, bilmiyordum. Tabii çok etkilendim.

Çok güzel bir şarkı.

Çok güzel. Harika bir şarkı. Bir çok versiyonu var onun da. Popülarize edilmiş halleri de var o şarkının biliyorsunuz, Hasta siempre gibi. ‘Omuz omuza’ diyor, bu topraktan omuz omuza çıkacağız, yeşereceğiz diyor. Böyle güzel bir duygu ve yazıldığı dönem çok etkileyiciydi. Onları repertuara ekledim ve Komünist Parti için söylemek istedim bu şarkıyı.

Direngen olması ve umut dolu olması çok önemli aslında. İki parçada da bu var. Pes etmişlik yani arabesk müzikte karşımıza çıkan pes etme durumu, kabullenme, kadercilik... vs. böyle bir şey yok bunlarda. Ve gerçekten şu anda ihtiyacımız olan müziğin böyle bir müzik olduğunu düşünüyorum ben. Ağzına sağlık.

Evet. Ve en doğru zamanlarda yazılmış şiirler, sözler. Dediğin çok doğru, insan en arabesk hale dönebileceği noktada, içsel olarak o anda umut ışığı veriyor sözler. ‘Bize bir zafer gerek’, sadece bir tek zafer yeter.  Bu kadar güzel bir şey.

Bundan sonra nasıl bir çalışma düzeni seni bekliyor, neler yapıyorsun, neler yapacaksın bundan sonrası için? Yapmak istediğin başka şeyler var mı?

Var, olmaz mı! Hayatta kalırsam eğer yine aynı yolda devam edeceğiz yani ölene kadar.

İkisi birlikte mi çıkacak bu albümlerin ya da yakın mı?

Zaten Çerkesçe çıktı, onu önceden yayınladık. Türkçe de yine dijital platformlarda yer alacak, henüz fiziki basımını yaptıramıyorum onun. Her şeyini ben kendim yapıyorum artık albümlerin. Çünkü albümün içinde ‘boyun eğme’ gibi şarkılar olduğu için hiçbir müzik şirketi basmadı. Yani düşünün benim bir tirajım var, normalde benim albümlerimin basılıyor olması lazım çünkü tirajı olan albümler. Ama ona rağmen bu şarkılar yüzünden, bir de Hayyamlar var Türkçe albümde. Onları görünce hiçbiri basmadı albümleri. Bir yandan da iyi oldu. Çünkü haklarımızın tamamını aldıkları için bizim şarkılarımızla ilgili hiçbir hakkımız kalmıyor kendimizde. Her kötülükten bir iyilik çıkar durumu oldu. Ben de müzik endüstrisini protesto etmeye karar verdim.Gücüm yettiğince bütün şarkılarımı kendim yayınlayacağım. Müzisyen arkadaşlarımın sayesinde tabi ki sağ olsunlar. Bunlar hep ortak çalışmalar. Onların sayesinde oluyor her şey. Böyle yapacağım ve işte nasıl yayabiliyorsak, nasıl çoğalabiliyorsak, kulaktan kulağa mı olur, işte o ona söyler ona dinletir öyle mi olur… Ben tamamen bu sistem üzerinden şarkılarımı bütün insanlara duyurmak istiyorum. Hiçbir şirketle, sistemin hiçbir şirketiyle hiçbir iş yapmıyorum. Böyle bir yol çok zor bir yol tabii ama onun dışında protesto ediyorum. Hiç biriyle bir iş yapmayacağım. Şarkı yapmaya devam. Şarkı söylemeye devam. Gerekirse tek gitar, alırım gitarımı koyarım kayıt cihazımı yaparım şarkımı, söylerim, web siteme koyarım, herkes istediği gibi dinler. Böyle bir şey.

Eklemek istediğin başka bir şey?

Gözüm kara biraz. Kimseye de müdanam yok ayrıca. Müzisyen arkadaşlarımın dışında kimseye bir borcum da yok. Bugüne kadar tek başıma çıktım söyledim, tek başıma çıkıp tekrar söyleyeceğim. Dinleyen ve takip eden sevgili dostlarıma teşekkür ediyorum.