Devrimci Gençlik Köprüsü ayakta

1969 yılında İstanbul’da Boğaz Köprüsü’nün yapılmasının gündeme gelmesi ile birlikte üniversiteden bir grup devrimci genç, İstanbul’a köprü yapılmasından önce yurdun başka yerlerinde acil başka ihtiyaçlar var diyerek Hakkari’de Zap suyu üzerine bir köprü yapmaya karar verirler ve Boğaz’a yapılması planlanan köprünün neredeyse aynısını yöre halkından pek çok kişinin canını alan Zap suyu üzerine inşa ederler. Köprüye Devrimci Gençlik Köprüsü adı verilir ve yöre halkı köprüyü hala güzel duygularla ve birebir çalışmalarına katılmamış olsa da Denizler’in adıyla hatırlar. “Birileri” tarafından 1999’da bombalarla yıkılmış olsa da orada yaşayanlar, yıllarca üzerinden geçip gidenler için köprünün anısı hâlâ canlı ve hâlâ “Denizler’in köprüsü” olarak anılıyor.

Devrimci Gençli Köprüsü’nü, yıllarca süren bir çalışma sonunda 2007 yılında gösterilmeye başlanan bir belgeselle yeniden gündemimize getiren Bahriye Kabadayı ile konuştuk. “Denizler’in” idamının otuz sekizinci yıldönümünde ve Boğaz’a üçüncü bir köprü yapılması projesi somut hale gelmişken…


Bu belgeseli yapma fikri nereden geldi? Niye böyle bir belgesel yapmaya karar verdiniz?
Bundan yıllar önce 2001 yılında Enis Bey’in bir atölyesi vasıtasıyla Yaşar Yılmaz’la tanıştık. Bu öyküyü o anlatmıştı. Yaşar Bey o dönem projeyi yürüten öğrenci şefiymiş. Bu aslında yaşanmış ve 68’in tarihine dair olan ama bir şekilde üstü örtülmüş bir öyküydü. İşin içine girince, birçok 68’linin de “evet ya, biz oraya gidip böyle bir şey yapmıştık” diye sonradan hatırladığı bir şey olduğunu gördük. O dönemde, ben VTR ekibi ile çalışalı üç yıl kadar oluyordu, Anadolu’yu dolaşarak Cumhuriyet kuşağından, 80 yaşlarında olan birçok insanı kamera akarşısına oturttuğumuz “Cumhuriyet’in Hayalleri” diye bir pojemiz vardı ve onun çekimleri yeni bitmişti. Lise ve üniversite sonrasında, kitapların dışında gerçek hayatla tanışmış olmanın şaşkınlığı ve keyfi üzerine, gençlerle ilgili bir şeyler yapmak istyordum. Bir de Enis Bey ve Nalan Hanım, bizim yönetmenimiz ve yapım yönetmenimiz de 68’lilerdi ve 68’in dünyası da çekici bir yerde duruyordu. Devrimci Gençlik Köprüsü de hem 68’de olan biteni anlatma, hem İstanbul’dan çıkıp İstanbul’un dışındaki Türkiye’ye bakma olanağını sağlayacak, Hakkari’ye bir köprü kuracak, hem o dönemde üçüncü köprü tartışmları da vardı biliyorsunuz, doğru bir karar değilmiş gibi görünen köprü meselesine dokunacak... Bütün bunları bir araya getiren bir hikaye olarak inanılmaz ilgi çekici geldi.
2005 sonları 2006 başlarında da Hakkari’ye giderek bunun araştırmasına başladık. Öncesinde ilgili insanlarla konuşuldu, o köprünün inşaatına katılmış olan o dönemin gençleri bugünün 68’lileri ile, Hakkari ile ufak bağlantılar kuruldu. İlk gidişimiz ise 2005 yılında oldu.

Hakkarililer sizi nasıl karşıladılar? Belgeselinizde görüldüğü kadarıyla, Deniz Gezmişlere dair hala canlı bir algı var orada yaşayanlarda...
Var evet, bu bizi de şaşırttı aslında. Oraya gitmeden önce, oradan çıkmış değerli yazarlardan Muhsin Kızılkaya ile görüşüp orada kiminle görüşebiliriz diye sormuştuk. O da iki kişiyi önermişti bize, biri Belediye Başkan Yardımcı olan abisi diğeri de bir belediye çalışanı olan bir arkadaşıydı. Cemal Abi ve Zübeyir Abi sayesinde epey bir kapı açıldı bize. Ancak Muhsin Abi biz gitmeden şöyle bir şey demişti: “siz böyle büyük br heyecanla oraya gitmek istiyorsunuz ama orada çok büyük bir şeyle karşılaşmayabilirsiniz, insanlar bunu pek hatırlamıyor olabilir, şimdiden ona hazırlıklı gidin” demişti. Fakat öyle olmadı, insanlar bayağı hatırlıyordu. En azından bizim orada karşılaştığımız insanların çoğu hatırlıyordu. “Hakkari’nin nesi ünlüdür?” diye sorduğunuzda Zap suyu, Sümbül dağı ve gençlik köprüsü diye cevap veriyorlar. Biri gençlik köprüsü diyor, diğeri Denizler’in köprüsü diyor, başkası Deniz Gezmiş köprüsü diyor.

Köprüyü yapmaya gelen gençleri nasıl hatırlıyorlar?
Filmde biraz onu vermeye çalıştık. Efsaneleştirmişler aslında oraya gelenleri. Filmin kendi içindeki sürprizlerden biri şuydu, bizim için de sürpriz oldu: oraya gitmiş olan Masis, Ragıp, Necati, Yaşar gibi kişilerin isimlerini hatırlamıyorlar, bu isimler geçen kırk yıl içinde gündemde olmadıkları için, daha çok idamları ile dikkat çeken Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın ya ada öldürülen Mahir Çayan’ın isimlerini hatırlıyorlar. Deniz gelmişti buraya, Yusuf şöyleydi, Hüseyin böyleydi diye hatırlıyorlar, aslında oraya bizzat gelmiş olanlar onlar değil, diğerleri ama bütün bu köprüyü yapmış olanlar, idam edilenler ve haksız yere zulme ya da ölüme itilmiş olanların hepsini o köprüde birleştirmişler ve bir efsane halinde hatırlıyorlar.

Köprüyü yapanları nasıl yeniden buldunuz?
Tabii ki pek çok insan çalışmış orada ama bir kısmı artık hayatta değiller. Sonrasında yaşanan dönemler içerisinde ya yurt dışına gitmişler, orada vefat etmişler ya da burada çeşitli hastalıklardan ölmüşler. Bir kısmı da artık çok ilgili değil. Biz şöyle bir yöntem tercih ettik. Yaşar Yılmaz zaten bize bu hikayeyi ilk anlatandı, o bir çok şeyi çok iyi hatırlıyordu. Ondan yola çıkarak, sonrasında o anlamda hafızası en kuvvetli olan Masis Kürkçügil’e giderek, ikisinin söylediği ortak isimlere giderek, o anıları kendi içinde örerek ilerledik. 84 dakikalık bir film bu, ama arkasında çok fazla kayıt var. Hatta ilk kaba kurguyu yaptığımızda 3 buçuk 4 saat oldu ve ilk başta ben bunun hiç de fazla olmadığından emindim. Ama kimse onu 4 saat seyredemeyeceği için… Ama sonradan bir sohbette 17-18 yaşlarında bir kız “o 4 saatlik versiyon var mı elinizde, biz onu seyredebilir miyiz?” dedi. Bütün o dokümantasyon duruyor, anlatılan her şeyi saklıyoruz ve büyük ihtimalle onlar bir kitap haline gelecek.

Belgeselde şu anda Boğaz’da yapılmış ve yapılacak köprülere de bir atıf var değil mi?
Birinci köprüye bu gençler, üstelik inşaat mühendisi, mimar olan gençler, Mimarlar Odası o dönemde herkes karşı çıkıyordu. Birincisi çok büyük bir yatırımdı, ülkenin gelirini, kaynaklarını eşit dağıtmak gerektiğini söylüyorlardı. “Bütün kaynağın büyük bölümünü en büyük şehir İstanbul’a harcamak yerine, daha ücra köşelerde hiç olanağı olmayan insanlar var, onlara da bu geliri dağıtacak şekilde bir planlama yapmak gerekir” gibi argümanları vardı. “Mimari olarak da bu köprüyü buraya yaptığınız zaman başka köprülere ihtiyaç duyulacak, İstanbul sizin bu köprüyü yaptığınız yönde değil, ters yönde gelişmesi gereken bir şehir, siz bunu yaparsanız, iş gücü ve oturma mekanları dengesi değişecek” diyorlardı. 88’de de Özal ikinci köprüyü yapıyor, yine aynı şeyler söz konusu oluyor, yapılmasın deniyor ama yine yapılıyor ve üçüncü köprü tartışmaları geliyor. Biz bunları taşımıştık belgesele, biz filme başlarken Arnavutköy deniyordu, sonra Sarıyer adı geçmeye başladı şimdi de Garipçe diye açıklandı.

Böylelikle sizin belgeseliniz de daha güncel bir hale geliyor…
Zaten şöyle bir tesadüf oldu. Film bittiğinde 68’in kırkıncı yılı olmuş oldu, ki böyle bir hesaplama yapmamıştık. Köprü meselesi zaten hep gündemdeydi. Bu sene zaten çoğunlukla köprü meselesi nedeniyle gösterimler oluyor.

Belgeselden sonra 1999 yılında yıkılan Devrimci Gençlik Köprüsü’nün yeniden yapılması gündeme geldi. Bu, herhalde sizin belgeselin etkisi ile gerçekleşti değil mi?
Öyle aslına bakarsanız. 2007’de bitti bu film ve bu tarihe kadar her gösterimden sonra salondaki insanlar -çok farklı kesimlerden insanlardan bahsediyorum- 17-18 yaşındaki gençlerden daha büyüklere kadar ve çok farklı görüşlerden insanlar “gidip o köprüyü yeniden yapalım” diyorlardı. Biz başından itibaren saymıştık, kaç kişi bu filmi izledi diye ve birebir izlemelerde 10 bini gördük. Bunların birçoğuna ben de katıldım, belgesel epey bir ilgiyle karşılandı ve böyle bir şey doğdu. Bir yazar biliyorsunuz, Cezmi Ersöz böyle bir çıkış yaptı. Bize de, “film olarak destek olur musunuz?” diye başvurduğu için ben de kişisel olarak bu çabasına destek oldum ama bugün bulunduğumuz noktada hiçbir bağlantımız yok. Çünkü bir dayanışma konseri gibi bir şey yapıldı. Genel o konserdeki hava, gerek okunan metinler bizim hayal ettiğimiz şey değildi.
Sonuçta önemli olan şu: bu köprünün yeniden yapılıp yapılmaması çok dert değil, Hakkari ve Hakkari gibi yerlerde başka türlü köprülere de ihtiyaç var. İlla taş bir köprüyü taş bir şekilde yeniden inşa etmek durumunda değiliz. Çünkü şu da bir gerçek: bu köprü zaten var ve de sonsuza dek olacak. Bu köprü zaten kendisini sonsuza kadar yaşatacak bir efsaneyi oraya çıkarmış. Bizim hayalimiz şuydu: eğer köprü yapımı olacaksa, çok farklı görüşlerden gençler, bir gençlik heyecanıyla ve o köprüyü yapan insanları da aralarına alarak bir trenle oraya gidilsin ve kendisi de bir eylem olsun bu hareketin ve başka başka şeylere de dönüşsün. Ama bu süreçte bir isim üzerine yoğunlaşma gibi bir şey oldu ve bu da bizi rahatsız etti.

Peki köprü yeniden inşa edildi mi?
Hayır ama o çeşitli görüşmeler oluyor herhalde.

Bildiğim kadarıyla bu belgeseli üniversitelerde de gösterdiniz. Buralardaki gençlerin tepkisi ne oldu? O dönemin gençliği ile bugünün gençliğini de kıyaslarsanız mesela…
Çok çeşitli tepkiler oldu. Hatta bu bahsettiğim kitabı yapabilirsek bu izlemeler sırasındaki görüşler ve tartışmalara yer verecimiz de bir bölüm koyacağız. Çok ilginç, hoş şeyler oldu. Çok farklı kesimlerden ve yaşlardan gençlerin ilgisini çekiyor. Bir yandan bu olay gençleri çok motive ediyor, hükümetin aldığı bir karara karşı gidip böyle sembolik bir eylem yapma halinden çok etkileniyorlar ve bu çok umut veriyor onlara. Bir yandan da şöyle bir ters etki de yapıyor, ki bu hiç istemediğimiz bir şeydi: “O gençler 1968’de böyle bir şey yapabilmişler ama biz bugün n’apıyoruz? Uğraşıyoruz ama ne oluyor?” gibi kendilerini kötü hissettikleri de oluyordu. Ama genel olarak motive etti insanları.
“Doğu meselesini biraz daha açsaydınız keşke” diyen 15-16 yaşında bir kız çocuğu oldu mesela. Gençlerle alakalı olmayan bir şey de 2007’de filmin gösterilmeye başlanmasından sonra “ben de oradaydım, bende de fotoğraf vardı” diyen insanlar çıktı.

Aslında siz 68’lilerin yaptığı çok somut bir işten yola çıkıyorsunuz. Bu sanki gençlerin kendilerini bu yapılanlarla daha kolay özdeşleştirmelerini sağlayan bir şey…
Evet, aslıda Hakkarili, filmde de yer alan bir arkadaşımız vardı, İsmet. Bu film çalışmasında önce bizi bir ölçtü biçti, sonra da Hakkari’de ekibimizin bir parçası haline geldi ve yöre genci olarak doğal rehberimiz oldu. Onun şöyle bir hayali vardı: Bu köprüyü yeniden yapacaksak, Türkiye’nin farklı yörelerinden gençler bir araya gelse ve bu köprüyü burada tekrar yapsak, sonra gidip Fırtına deresi üzerinde köprüye ihtiyaç varsa hep birlikte gidip onu da yapsak, sonra Ege’de köprüye ihtiyaç varsa onu hep birlikte yapsak. Bir gençlik köprüleri dizisi olsa Türkiye’de diye. Düşününce inanılmaz güzel bir şey belki bugün olur diyoruz biz de.