Bir röportaj, aydın ve Dostoyevskicilik

Sanatçıyı aydın yapan, ürettiklerinin yanı sıra üretim süreci dışındaki toplumsal, siyasal, ideolojik konumlanışıdır. Aydın kimliğini reddedip beyanat vermek, pek de tutarlı bir davranış değil. Kendisine ayrıcalık tanımamak, aydın olmanın bir şartıdır.

Kaan Terman
Zeki Demirkubuz. Genç sinemacıların, sinemayla ilgilenen entelektüel gençlerin favorisi...

17 Şubat’ta bir röportaj verdi.

Zeki Demirkubuz. Dostoyevskici bağımsız sinemacı: “Dün solculara, sağcılara yapılan zulüm bugün Cemaat’e yapılıyor.”

Zeki Demirkubuz. Günümüz entelektüellerinin geldiği siyasi sefalet düzeyinin bir simgesi...

Sadece ülkemizde değil, dünyada da bunun örneklerini görüyoruz: Žižek, Trier... “İnsan ruhu”nun (!) derinliklerine bakma cüretine sahip olduklarını düşünerek, başka her türlü bakışı, yorumu, anlama çabasını ve dönüştürme eylemini küçümseyen bir acayip entelektüel konumlanışın temsilcileri...
Ne yaptıklarının farkındalar mı acaba? Kendilerine de bakıyorlar mı? Yoksa acaba sadece kendilerine mi bakıyorlar?

Perspektif yoksunu
Demirkubuz, kendi alanındaki konumlanışını “otomatik” olarak toplumsal alana da taşıyan ve bu nedenle de ister istemez gericiliğe kapı aralayan aydınlardan yalnızca biri. Sinematografisinin bir yansıması da diyebilirdik bu açıklamalarına ancak böyle bir araştırma onun tutarlı bir görüntü oluşturduğu izlenimi yaratırdı. Halbuki Zeki Demirkubuz safını belli etmiş, hatta ele güne ilan etmiş bir sinemacı. Sinemasında yarattığı yönsüz, amaçsız, gelişmeyen kişiler mi onu bu hale getirdi, o mu bu kişileştirmelere yöneldi, kim bilir? Geleceğe gözlerini kapaması onu içinde yaşadığı çağı kabus gibi ele almaya yöneltti. Günden güne gericileştiğini fark ediyor mudur? Söyledikleri, yoruma yer bırakmayacak şekilde, hayatta egemenlerden yana tavır almak anlamına gelir toplumdaki egemenlik ilişkilerinin mantığını kavrayamadığını gösterir filmlerinde pençelerini çıkarsa ne olacak artık?

Zeki Demirkubuz radikal değil, çağdaşları gibi iç sıkıntısını anlatmaktan başka bir şey yapmadı. Dostoyevski hiç değilse yalnızlığı toplumsal bir çerçeve içinde görür. O ise bunu idealleştirdi, anlaşılmaz bir biçime soktu. Genç kuşağın mutsuzluğuna daha ne kadar tutunabilir? Açıklamalarını estetiğinin/dünya görüşünün bir sonucu görmek saflık olur artık. “Yetmez ama evet”çilerin saklandığı bir ortamda o, “evet” oyu verdiğini söyledi. Kendini kurtarmaya çalışırken başka bir iktidar ağına takıldı. Düşmanla işbirliğini seçmeye yelken açtığını görebilecek mi acaba?

‘Masumiyet’in sonu
Zeki Demirkubuz. Salt vicdanıyla hareket eden sanatçı tipinin 21. yüzyılda ne hale geldiğinin ilanı. Yöntemden uzak ve anti-tarihselci yaklaşımın bir aydın için ölümcül olabileceğini gösteriyor bize. Algı dünyasının dar sınırlarını aşmadan bakılan bir toplumsal manzaradan ancak böyle sonuçlar çıkarılabilir: “Bütün bu yanlışları ve çelişkileri Cemaat’e yüklemezse kendisi ile yüzleşmek durumunda kalacaktı. 17 Aralık’a ‘hükümete operasyon’ demese ne diyecek! ‘Ben yolsuzluk mu yaptım’ diyecek, ‘Soruşturulsun, adalet yerini bulsun mu’ diyecek. Bunu diyemediği için Cemaat’i suçlayarak asıl meseleyi unutturma yolunu seçti.”

Kitlelerde pek yaygın olan bir siyasi okumanın, sonuçları diktatörün psikopatolojisine bağlama yanılgısına düşüyor veya bu yolu seçiyor. Dünya görüşünün Freudyen olduğunu söylemeyelim lütfen. En az “sokaktaki insan” kadar fikirlerini duyularının ona sağladığı ilk verilerden devşirmiş. Halkın önüne çıkan aydının dersini çalışması gerekmez miydi? Kendi dar sanatsal pratiğinde soyut insanın araştırılması, çevresiyle etkileşim halindeki gerçek bireyleri görmesini engelledi. Dün Yeraltı filmi için 50 sene sonra gerçeğe meraklı bir sosyologun filmini bulup bu dönemi anlayacağını söylüyordu, bugün de yaşananların 100 sene sonra hatırlanacağını söylüyor.

Demirkubuz daha şimdiden kendisini öldüğü zaman alacağı duruma uydurmaya çalışıyor. Ölümsüz defne dalları ardında da koşsa, aynı çağda, aynı toplumda yaşayan, aynı olayları yaşamış bulunan kişilerin aralarında aynı suç ortaklığı, aynı ölüler vardır. Ve tabii bir de boyun eğmemeye çağıran aynı mücadele çağrısı...