Berliner Ensemble Genel Sanat Yönetmeni: ‘Yeni bir dönemin henüz başındayız’

Berliner Ensemble, 28-29 Mart tarihlerinde İstanbul DasDas’ta Brecht’in Kafkaş Tebeşir Dairesi’ni sahneledi. Topluluğun Genel Sanat Yönetmeni Oliver Reese ile soL okurları için konuştuk. Reese, Thalheimer’in oyunu Brecht geleneğinden daha farklı yorumladığına dikkat çekiyor. Ancak oyunu izleyenler tüm sahneleme olanaklarının Brecht’e doğru kurulmaya çalışıldığına, oyunu izleyebilen seyircilerin…

Selen Kartay - Can Kuyumcuoğlu

Oliver Reese önce Ulm ve ardından Maxim Gorki Tiyatrolarında uzun yıllar başdramaturgluk yaptıktan sonra Deutsches Theather’da başdramaturg ve müdür olarak çalıştı. Son olarak Schauspielhaus Frankfurt’u yöneten Reese, geçen yıl Berliner Ensemble’nin Genel Sanat Yönetmeni oldu.  

Brecht adıyla özdeşleşmiş olan Berliner Ensemble’da son dönemde büyük bir değişim içine girdiklerini anlatan Reese ile birlikte tiyatronun yönetmenlik koltuğuna geçen Michael Thalheimer’in de ilk oyunu Kafkas Tebeşir Dairesi. Reese’in oldukça politik bir oyun olarak nitelediği Caligula ile birlikte 2017 sonunda prömiyer yapan Kafkas Tebeşir Dairesi, Berliner Ensemble’da bu sezon sahnelenecek ana Brecht oyunu.

Özellikle halen yazmakta olan yazarların oyunlarına programda yer vermeye çalıştıklarını vurgulayan genel sanat yönetmeni, her sene mutlaka bir Brecht oyunu koyacaklarını vurguluyor. Neredeyse tüm oyuncu kadrosunun da bu dönemde değiştiğini hatırlatan Reese, “yeni bir dönemin henüz başındayız” diyor.

Topluluğun repertuvarını nasıl oluşturuyorsunuz? Brecht'in metinlerine çok yer veriyor musunuz? Diğer yazarlar kimler?

Oliver Reese: Her dönem on dört veya on altı yeni yapım hazırlıyoruz. İki adet tiyatromuz var: Geleneksel tiyatro topluluğuna ait olan büyük tiyatroyla birlikte ikinci bir mekan oluşturduk. On altı yapımımız var, on üçü yaşayan yazarlara ait. Yani, sadece üçü ölen yazarlara ait. Her dönem bir ya da iki defa Brecht'in eserini canlandırıyoruz. Yani yazarların çoğu yaşıyor, Rainald Goetz gibi Alman yazarlar, Joel Pommerat gibi Fransız yazarlar, Kongo'dan Niangouna, Tracy Letts gibi Amerikalı yazarlar, İngiliz yazarlar var. Çalışmalar için komisyon da oluşturuyoruz. Yazarlar programımız var, burada yeni eserler, konular hakkında yazarlarla iletişime geçiyoruz, aynı zamanda oldukça politik ve çağdaş konuları işlemeye çalışıyoruz, Brecht'in yaptığı gibi. Brecht her zaman gündemin içindeydi. Kafkas Tebeşir Dairesi, Berliner Ensemble'deki ilk oyunuydu. İlk gösterimi Berliner Ensemble altında yönetti, bundan dolayı bizim için çok önemli bir oyun niteliğinde. Oyunu İstanbul'da oynayabildiğimiz için de oldukça mutluyum.

Kafkas Tebeşir Dairesi ve günümüz dünyası arasındaki bağı bize anlatabilir misiniz?

Eserin yönetmeni Michael Thalheimer, bizim baş yönetmenimiz. Kendisi aynı zamanda Avrupa'da da oldukça ünlü bir yönetmen. İsveç'te, Viyana'da, Kopenhag'da da oyunlar yönetti, Japonya'da sanat yönetmenliği yaptı, yani uluslararası çapta bir yönetmen. Bu oyunu ise belli bir şekilde yorumluyor. Brecht, epik tiyatro fikri üzerine yoğunlaşmıştı. Thalheimer tam tersi doğrultuda ilerliyor. Bu eserde, epik tiyatronun hikaye ve izleyici arasına bir mesafe koyma gibi bir özelliği var. Brecht "İzleyicinin hissetmesinden ziyade düşünmesini amaçlıyorum" diyordu. Thalheimer bu anlayışı değiştirdi. Konuyu daha tutkulu bir şekilde işliyor. Ana karakter Grusche, savaş döneminde yaşıyor. Ortada bir savaş var. Oyunun kendisi de savaşın korkunçluğuyla başlıyor. Kafkasya’da bölge valisi öldürülüyor ve valinin çocuğu yalnız kalıyor. Korkunç bir savaş sahnesiyle açılıyor oyun. Grusche mülteci konumunda. Savaştan kaçmak zorunda kalıyor. Bu durumda hayati bir karar vermek zorunda aynı zamanda. Çocuğu yanına alacak mı almayacak mı? Oldukça duygusal bir sahne. Brecht'in oldukça iyi bir drama oyun yazarı olduğunu düşünüyorum. Dramatik durumları yaratma konusunda çok başarılıydı. Bunu hikaye anlatımı şeklinde işleyerek izleyiciyle arasına bir mesafe koyuyordu, ancak Thalheimer seyirciyle güçlü bir bağ kuruyor, korku verici sahnelerde caz gitarın bulunduğu yüksek sesli ve etkileyici müzikler kullanıyor. Çok tutkulu bir şekilde oyunculuk yapılıyor, duygusal yoğunluk had safhada oluyor. Oyuncunun yüzü kızarıyor, kendisi terliyor. Gerçekten tutkulu bir şekilde oynanıyor. İzleyici olarak araya mesafe koyamıyorsunuz. Tamamen olayın içine giriyorsunuz. Bu durum, bana göre oyunu oldukça çağdaş yapıyor. Lars von Trier'in filmi Breaking the Waves (Dalgaları Aşmak) gibi. Oldukça duygusal. Zor bir dönemden geçtiğimizi düşünüyorum. Bildiğiniz gibi, Avrupa'da sağ siyaset oldukça yükselişe geçti, Brexit yaşandı, Trump geldi. Yani beş yıl önceki Avrupa'dan oldukça farklı bir durumdayız. Bu dönemde savaş ve adalete dair ahlaki konular işlemenin oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Oyun da yozlaşmış yargı sistemini içeriyor. Yargı ve yozlaşmış durumu bize bozulmuş bir düzenin hikayesini anlatıyor. Bundan dolayı oyunun oldukça politik olduğunu düşünüyorum.

Giriş bölümü Thalheimer tarafından mı kaldırıldı?

Evet. Yönetmenin artık o kısma ihtiyacımız olmadığını düşündüğünü sanıyorum. Hikayenin metaforik içeriğine zaten ulaşabiliyoruz. Tabii ki iyi bir dramada metafor içeren bir hikaye olması gerektiğini düşünüyorum. Bu, oyunun bir hikayeden daha fazlası olduğu anlamına gelir. Brecht, oyunu bir giriş bölümüyle beraber yazdı, ancak onun versiyonu 4 saate yakın sürüyordu. Kendisi de bazı sahneleri kesmişti. Thalheimer'ın versiyonu 1 saat 45 dakika sürüyor, güzel bir redüksiyon sağlandı.

Almanya'da ve dünyada günümüz tiyatrosunun içeriği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Drama oyun yazarı krizi yaşadığımızı düşünüyorum. Nedeni ise iki ünlü post-drama oyun yazarı: Rene Pollesch ve Elfriede Jelinek. Bu isimler dramatik metinler yazmıyorlar. Post-drama oyunu yazıyorlar, yani artık karakter yok, uzun bir monoloğun bulunduğu teorik bir metin var. Yönetmen bir ya da iki oyuncu, karakter getiriyor, bazen oyuncu bile olmuyor, yani ortada bir drama oyunu olmuyor. Ben izleyici kitlesinin hâlâ drama oyununu sevdiğini düşünüyorum. Hikaye anlatımını sevdiğimizi düşünüyorum. Biz, insanlar, tıpkı çocuklar gibi hikaye arıyoruz, onlar da peri masalı dinlemeyi seviyorlar. Günümüz romanlarında, filmlerinde bir post-film, post-novel durumu yok, ancak drama oyunlarında post-drama gibi bir durum var. Pollesch ve Jelinek ustalar, ancak insanlar sadece onların yaptıklarını tekrar ediyorlar. Sonuç olarak, Almanya'da drama oyunları seviliyor. Ben drama oyunlarını çok seviyorum. ABD, İngiltere, Fransa gibi diğer ülkelerden drama oyunlarını da takip ediyorum. Yazarları onlarla beraber çalışmaya ve politik etkisi, içeriği olan çağdaş eserler üretmeye teşvik ediyoruz, tiyatromuzda bu geleneksel bir durumdur. Örneğin Heiner Müller bizim için çok önemli bir isim. Einar Schleef çok önemli bir yazar ve yönetmen. Gerhart Hauptmann Berliner Ensemble'da prömiyer yaptı. Ve tabii ki Bertolt Brecht. Sonuç olarak bana göre bu tiyatronun tarihsel bir amacı, bu nedenle birçok çağdaş oyun sahneliyoruz.

Yeni medya platformlarını da düşünürsek, günümüz izleyicilerinin tiyatroya ilgisi hakkında neler söyleyebilirsiniz? Brecht'in geleneği bu bağlamda nasıl bir değer taşıyor?

Bence bir değişimin tam ortasındayız. Günümüzde tiyatro bir hayli değişti. Daha çok oyun sahneleniyor. Çoğu zaman oyuncu bir karakteri canlandırmaktan ziyade, kendini temsil ediyor. Örneğin, Gorki Tiyatro’da oynayan İsrailli Yael Ronen’in oyunları. Göç üzerine oyunlar yazıyor mesela. Farklı ülkelerden oyuncular var oyunlarında, Sırbistan, Türkiye, Romanya gibi. Sahnede kendi hayatlarını işliyorlar. Yani sahnede oyuncunun kendi hayatını izliyoruz. Sahnede diziler, romanlar oynanıyor veya oyuncuların ve yönetmenlerin bir konu belirlediği bir araştırma sürecinden geçiliyor, Almanya'daki neo-nazileri konu alan oyunlar örneğin. Söyleşi yapıyorlar, siyasi örgütlerle konuşuyorlar, yazıyorlar, topladıkları malzemeden oyun çıkarıyorlar. Birinci nokta bu. İkinci nokta ise dijital medyanın bir ritim değişikliğine sebep olması. Tiyatrodayken insanların cep telefonlarına baktıklarını görüyorum. Özellikle genç insanlar. Bir yerde üç saat boyunca oturmaya alışık değiller, cep telefonları varken özellikle. Yani, ritim değişiyor. Daha hızlı erişebiliyorlar. Genç izleyiciler dizüstü bilgisayarlarıyla dört veya beş içeriğe aynı zamanda bakabiliyorlar, aynı anda dört veya beş pencere açık olabiliyor. Bir taraftan google'dan arıyorlar, diğer yandan sohbet takip ediyorlar, öteki yandan e-posta gönderiyorlar, bir taraftan Spotify'dan farklı müzikler dinliyorlar. Bir yerde oturup saatlerce Kleist, Schiller, Shakespeare izlemeye alışkın değiller. Genç yönetmenlerle konuştuğum zaman bana "Bu oyunu yönetmek istiyorum" demiyorlar. Onun yerine "Bir proje geliştirmek istiyorum" veya "Kendi imkan ve malzemelerimle Müller ve Schiller'i harmanlamak istiyorum" diyorlar. Yani, bambaşka bir noktadan hareket ediyorlar. Bugün internette her şeye ulaşabiliyoruz. Yani, ritim tamamen değişti. Netflix çok popüler oldu, diziler çok hızlı bir ritimde ilerliyor, bu değişime yol açıyor, çünkü artık sinemalara gitmek yerine Netflix'ten izliyoruz. Elbette biz de değişiyoruz. Bence bir sürecin ortasında değil, tam başındayız. Almanya'da tiyatroda hâlâ yaşlı izleyiciler görebiliyoruz, özellikle operada gri saçlı insanlar yoğunlukta oluyor. Genç izleyicileri kazanmak için bizim de değişmemiz gerektiğini düşünüyorum. Fakat bu otomatik bir şekilde oluyor, Hissediyorum ki, 25-30 yaş aralığındaki jenerasyon tiyatroyla oldukça ilgili, aynı zamanda oldukça yenilikçi ve üretkenler. 

İzleyiciler ve genç nüfus konusunda Türkiye buna çok benzer bir durumda. Türkiye'deki izleyicilere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bence çağdaş tiyatroyu toplumun bugünkü soruları üzerinden ele almamız gerekiyor. Şu an yetersiz kalınıyor bu konuda. Özellikle Almanya'da uzun bir zaman tiyatroya gitmek iyi bir vatandaş olmanın gereği, zorunluluk gibi bir şeydi. Günlük yaşama ait bir şeydi. Bir işiniz var, 200-300 bin nüfuslu bir kentte yaşıyorsunuz, sadece eğlenmek için değil, aynı zamanda eğitim, klasik oyunları öğrenmek için yılda altı kez tiyatroya gidiyorsunuz. Bana göre bugün bu artık yeterli değil. Tiyatro bir klasik drama oyunu müzesi olmamalı. Bence bugün yaşamlarımıza dair sormamız gereken sorular var. Yeni siyasi durumlarla, değişimlerle yüzleşmeliyiz. Almanya'da uzun süredir üç siyasi partiden söz ediliyordu. Şimdi beş tane var. Sağ partiler yükseldi. Biz tiyatrocular bundan dolayı daha güncel olmalıyız. Yani, daha çağdaş olmalıyız. Sürekli aynı oyunları tekrarlamak yetmiyor. Benim düşüncem bu. Mesajım bu.

Türkiye'de tiyatroya olan desteğin az olması, tiyatro salonlarının yetersizliği, böyle özel oyunların maliyetleri de hesaba katıldığında, biletlerin oldukça pahalı olmasına yol açıyor. Bu durum için neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye'ye bir tiyatro oyunu için davet edilmek bir onur, tiyatronun uluslararası anlamda bir dostluk oluşturması, izole olmaması, görüşlerini ve deneyimlerini paylaşması çok önemli. Davetleri kabul etmeli ve gelmeliyiz. Mert Fırat bizi bu oyun için davet etti biliyorsunuz. Bugün Meltem Cumbul'la tanıştım, o da Türkiye'deki durumdan bahsetti. Siyasi durumlarla oldukça ilgileniyorum ve bizim oyuncular ve tiyatrocular olarak hep birlikte çalışmamızın sınırlar üstü dostluklar kurmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Teşekkür ederiz.


Berliner Ensemble, Bertolt Brecht ve Helene Weigel tarafından 1949 yılında Doğu Berlin’de kuruldu. Almanya’nın en tanınmış tiyatro topluluklarından biri olan Berliner Ensemble’ın Genel Sanat Yönetmeliğini Brecht’in ardından Weigel üstlendi. 1990’lı yıllardan itibaren topluluğun sanat yönetimi ve Brecht anlayışı tartışma konusu haline geldi.