Aydınlanma çağının en romantik devrimci ressamı Goya

Aydınlanma çağının en karakteristik, devrimci, romantik ressamı Goya’nın resimleri 29 Temmuz’a kadar İstanbul Pera Müzesi’nde sergileniyor. Mesut Eren sergi ile ilgili izlenimlerini soL okurları için kaleme aldı.

Aydınlanma çağının en karakteristik, devrimci, romantik ressamı Goya’nın resimleri 29 Temmuz’a kadar İstanbul Pera Müzesi’nde sergileniyor.
Goya sanat tarihçilerinin en çok üzerinde durduğu birkaç ressamdan biri. Türkiye’de ilk defa açılan sergiyi, soL portal okurlarının kaçırmamasını öneririm.

Ağırlıklı olarak gravür çalışmalarının yer aldığı sergide az sayıda yağlıboya resmi de sergilenmekte. Gravür metal kalıplar aracılığı ile yapılan bir tür çoğaltma resim. Ressamın en önemli dört serisi olan ‘Savaşın Felaketleri’ ‘Atasözleri ve Zırvalar’ ‘Boğa Güreşi’ ve’ Kapriçyolar’ gravürlerini topluca görmek mümkün.

Goya Rönesans resminden sonra hem biçim hem içerik yönünden bir kilometre taşı ve de sanat tarihinin önemli dehalarından biri. Birçok özelliği içinde barındıran bu dehanın sanatını bu yazıda detaylandırmak da bir o kadar zor.

Resimler iki yüz yıl önce yapılmış olsa da güncelliğini halen korumakta. ‘Zamanının Tanığı Goya’ üst başlığıyla sunulan sergi ismi Goya’nın sanat anlayışına altını yeterince doğru doldurarak sunulmamış aslında. Her sanatçı zamanının tanığıdır bir şekilde.

Zamana doğru tanıklık etmek nedir?
Yaşadığı çağın gerçeği ile bağını doğru bir şekilde kuran sanatçıların çoğu tüm zamanları kucaklayan sanat eserleri vermişlerdir. Görünenin altındaki görünmeyeni çekip çıkarmaktır bütün mesele. Toplumsal dönüşümlerin olduğu dönemlerde gerçek kendini daha fazla görünür kılar. Goya hem İspanya’nın hem Avrupa’nın feodalizmden kapitalizme geçiş sürecini içerden yaşamış bir sanatçı. Gerçeği doğru kavramak, iyi bir gözlem gücü, bilim, felsefe ve tarih bilgisi gerektirir. Goya’nın eselerine derinlik ve zenginlik katan birincil etmendir Aydınlanma çağı. Bugünden baktığımızda daha rahat tahlil edebileceğimiz birçok çelişik ruh durumlarını yaşamış olması da, bu gerçekçi bakışına samimiyet katar.

Aydınlanma Rönesans’dan bu yana , birçok sanatçıda farklı üsluplarla bürünerek kendine biçim buldu. Örneğin Rembrant’da akıl ve gözlem gücünü vurgulamak için ışık alına, göze ve ele düşerek kendini ifade etti. Delacroix’da barikatlar üstünde özgürlük şekline büründü. Goya da ise bir yandan hiciv ve karabasanlara dönüşürken, bir yandan da ezilenleri tarihin öznesine yerleştirdi.

Sanayi devrimi yıllarında İspanya
Rönesans’da büyük bir sömürge imparatorluğu kuran İspanya, denizlerdeki üstünlüğünü 18. Yüzyılda İngilizlere kaptırdı. Sonraları komşusu Fransa’yla uzun yıllar süren savaşlar ve içerde orta sınıfın reform talepleri İspanya’yı sancılarla dolu bir imparatorluk haline getirdi. Goya böyle bir dönemde 1746’da Zaragoza’nın bir taşra köyünde dünyaya geldi. O yıllar kilisenin yoğun baskısı hüküm sürüyordu. Engizisyon’un idam kararları sokak ortasında halka açık bir şekilde uygulanıyor, korku ve dehşet saçıyordu. Suçlu bir kadınsa ceza iki katına çıkıyordu. İdam ilanlardan biri ‘‘şeytanla ilişkiye giren kadının dört parçaya ayrılmasına davet’’ şeklindeydi. Goya’nın gençliği, şiddetin fütursuzca kol gezdiği bir döneme tanıklık ederek geçti.

Goya otuzlu yaşlarına kadar halkın içinde bir sanatçıydı. Bu çelişkilerle iç içe yaşarken, Fransız devriminin yankıları aydınlar arasında tartışılıyor, bireysel ve toplumsal özgürlük söylemleri destekleniyordu. Goya o yıllar liberalleri destekliyordu. Saraya baş ressam olarak kabul edildiğinde ise niçin mücadele ettiğini daha da iyi kavramıştı. Sarayda dönen entrikaları ve acımasızlıkları daha iyi gözlemleyebiliyor ve buları tüm çıplaklığı ile tuvallerine yansıtıyordu. Çıplak gözle gördüklerini değil, sanki aklın gözü ile gördüklerini resmediyordu ısrarla. Soylu portrelerine de yansıtıyordu bu tavrı. Ayakları yere sağlam basmayan, tedirgin bakışlı, aç gözlü, ebleh suratlı insan müsveddeleriydi bunlar. ‘‘Piyangodan büyük ikramiye kazanıp, sınıf atlamış bakkal ailesi gibiydiler adeta’’

1792 yılında ağır bir hastalık geçirir ve sağır olur. Bu rahatsızlık onda dış gerçeklikle ilişkisini daha da çok görme üzerine yoğunlaştırır. Mimikler, jestler, bakışlar, beden dili onun resimlerinde daha etkili bir görsel şölene dönüşür. Ondan önce ve sonra hiçbir saray ressamı, koruyucularına dair böyle belgeler bırakmamıştır geriye. Bu bakımdan da Goya tüm zamanların önemli portre ressamları arasındadır. Victor Hugo’yu kendine hayran bırakacak bir derinlik vardır figürlerinde.

Aydınlanmanın yakıcı ışığı
Fransız Devrimi’nin düşmesi ve Napolyon’un Avrupa genelinde, Moskova’dan Lizbon’a kadar her yerde istilalara kalkışmasından İspanya’da nasibini aldı. Kıta genelinde açlık ve sefalet baş göstermişti. Önceleri Fransa’nın İspanya’ya girmesine sıcak bakan liberaller, 3 Mayıs 1808 yılında Madrit’de yaşanan büyük katliamla suratlarına koca bir şamar yemiş gibi oldular. Öyle ki üstünde silah veya bıçak taşıyan herkesi öldürme emri çıkartmıştı Napolyon. O dönem işleri gereği herkesin yanında bıçak bulunuyordu. Sivil halka yönelik bu katliamın acımasızlığına şahit olan Goya sonrasında ‘Savaşın Felaketleri’ gravür serisine başlar. Baskıcı bir dönem olması dolayısıyla bu gravürler ancak ölümünden sonra yayımlanır.

Goya’nın başyapıtı ‘3 Mayıs 1808’ savaş resimlerinde ilk defa resminin merkezine halkın oturtulması
3 Mayıs katliamından 6 yıl sonra Fransızlar geri çekilmek zorunda kalırlar. Reformist geçici hükümetin başına Goya’nın otuz yıllık liberal arkadaşı geçer. Goya 3 Mayıs katliamıyla ilgili bir resim yapmak istediğini komiteye bildirir. İsteği onaylandıktan kısa bir zaman sonra resmi tamamlar. Yıllarca bu resmin hayalini kurmuştur çünkü. Zaten dikkatli bakıldığında ‘Savaşın Felaketleri’ gravür dizisi sanki bu başyapıtın ön çalışmaları gibidir. Resim son derece sade ve etkilidir. Aynı zamanda fotoğrafın olmadığı bir dönem için anı yakalayan bir basın fotoğrafı etkisinin gücüne sahiptir.

‘3 Mayıs’ resminde, Fransız askerleri bir makinenin parçaları gibi katliamı gerçekleştirmektedirler. Yüzleri görülmez. Nazımın şiirindeki gibi miğferleri ile omuzlarının arası boşluktur. Egemen sınıfların acımasızlığını, elleri yukarıdaki direnişçinin, namlunun ucuyla burun buruna gelmesinde çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir. Hemen onun yanında direnişçi bir rahip dua etmektedir. Resmin merkezine yakın bir yerde direnişçi bir din adamının olması şaşırtıcı gelebilir. Çünkü Goya’nın birçok resmi kiliseye cepheden saldırır niteliktedir. Goya daha o yıllarda dinin kurumsallaşmasına ve egemenlerle birlikte halkı insafsızca sömürmesine karşıydı. Boyun eğmeyen bir rahipse onun gözünde kahraman sayılırdı.

Askerlerin önündeki devasa bir fenerden güçlü bir ışık patlamaktadır. Resmin en can alıcı noktasıdır bu ışık. Sanki aydınlanmanın ışığını sembolize ediyordur. Marks’ın neden mesafeli bir aydınlanmacı olduğu bu resmin gerçeği ile tamı tamına örtüşüyor gibidir. Resim aynı zamanda Fransız Devrimi’nin çocuklarını yemesine duyulan bir öfkenin de görsel ifadesidir. Eşitlik özgürlük şiarı egemen sınıfın salyalar akan ağzında katliamlara dönüşmüştür.

‘3 Mayıs’ resmi, yıllar sonra İspanya’ya dönen 7. Ferdinand’ı karşılama töreninde teşhir edilir. Savaşın kahramanı bir soylu değil de halkın kendisi olduğunu görünce kral, resmi sarayın deposuna kaldırmalarını emreder. Goya’nın da yüzüne bile bakmaz. Kralın resim için ödenmesi gereken parayı ödediği bile muammadır. Goya soylu portrelerindeki embesil, yozlaşmış ifadeleri çizmekle, bir kez daha haklı çıkmıştır.

Keşke bu sergi kapsamında, serginin bütünlüğü açısından ‘3 Mayıs’ resmi de sergilenseydi. Çünkü gravür serilerinin öncesini ve sonrasını şekillendirmesi açısından bir milat niteliğindedir bu resim.

Huzursuz yıllar, içe kapanma,
7. Ferdinand sınıf hareketlenmelerini bastırmak için uzun yıllar aşırı baskıcı bir politika uyguladı. Kıta genelinde tam bir kafa karışıklığı hakimdi. Eşitlik ve özgürlük neden bir türlü hayata geçemiyordu. Sorunun sınıfsal bir temele oturtulmasını Goya göremeyecekti. Marks’ın 1848 ‘de burjuvazinin devrimci rolünün bittiği tespitinden önce 1828 de hayata gözlerini yumdu.

Ölümünden önceki sancılı yılları, iç çalkantılarının nedeninin çoğunun tarihsel bir sıkıntı olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan Goya’nın dramı, Fransız devriminin önderlerinden Robespierre ve Jakobenler’den çok da farklı değildi. Goya’nın boynu giyotinle gitmemişti ama hayalleri giyotinlenmişti. Sergi o dönemin aydın ve sanatçılarının durumunu belgelemesi açısından da önemli.

‘Atasözleri ya da Zırvalar’ ve ‘Boğa güreşleri’ gravürleri
Atasözlerinden yola çıkarak yaptığı gravür dizisi İspanyol atasözleri ile bire bir örtüşmez. Bu ismi Goya’nın kendisi de vermemiştir aslında. Bir tür görsel aforizmalardır bunlar. Çalkantılı yılların güncesi niteliği de taşırlar. Bu serininin gravürlerini en iyi tarif edecek resim ‘akıl uykuya dalınca canavarlar uyanır’ çalışması. Aydınlanmaya gizli bir eleştiri ve sahiplenme vardır bu gravürde. Aydınlanmadan beklenen tam anlamıyla hayatta karşılığını bulmamıştır. Bu kafa karışıklığını yine aklın uyanık kalması çözecektir. Yirminci yüzyılın sürrealistlerinin çoğunun fark edemediği bir tehlikeye düşmemiştir bu çalışmalarında.

Boğa güreşi serisine 1815 yılında başlar. Bu yıllar toplumdan iyice izole olmuştur Goya. Boğa güreşleri Orta Çağdan beri İspanyol soylu askerlerinin savaş eğitiminin bir parçası. Karşılıklı çatışma ve mücadeleyi içeren bu güreşler, sonraları halkın da katıldığı geleneksel bir eğlence şeklini almıştır. Savaştaki düşman yerine güçlü kızgın bir hayvan konularak, karşılaşma anına yönelik yöntemleri geliştirmek rakibini alt etmek temel amaçtır burada. Boğa güreşi Picasso’nun da sevdiği bir temadır. İktidar ve otoritenin, güç ve şiddet kullanarak, nasıl korku ve gerilim yarattığının görsel yansımasıdır bir şekilde. Yaşamda kalabilmek için kıyasıya bir mücadelenin gerekliliğinin sürekli hatırlatılmasıdır boğa güreşleri. Arenadakileri izleyen halkın gözünde matador, bir türlü hayatlarından çıkartamadıkları baskı ve zulmün savaşçısıdır aynı zamanda. Kızgın boğa faşizan baskının sembolüydü İspanya’ da. Boğanın yenilgiye uğratılması, halkın mücadele azmini pekiştiriyordu bir yandan da. Halkın gözleri önünde deviniyordu bu kavramlar. Goya sanki görsel bir kavram dili oluşturmuştu kendine. O dönem İspanya’sının ve Avrupa’sının göstergesel ifadesiydi bunlar. Bıkmadan usanmadan çalıştı bu temayı. Sergide bu serinin tamamı sergileniyor.

Goya’nın resimleri iki yüzyıl sonra Türkiyeli izleyicilere neler fısıldıyor?
Avrupa birliğine girmek için can atan aydınlarımıza, liberal solculara,’ yetmez ama evet’ çilere yanılsamalı bir gerçeklikten bir an önce kurtulmayı çağırıyor bu sergi. Bugün Afganistan, Irak, Suriye, Arap Baharı ülkeleri ve Uludere’de yaşananlar Goya’nın çizdiği felaketleri aratmayacak nitelikte.

Mesut Eren