'Ana akım medyanın amacı, herkesi düzenin doğal ve zorunlu olduğuna inandırmak...'

Tülin Tankut ile yeni kitabı 'Serbest Düşüş' üzerine söyleştik... Kadın Yazarlar Derneği Yayınevi’nden çıkan kitap, yazarın kadınlar ve çocuklar üzerine yazdığı makalelerinden derlenen bir seçkiden oluşuyor...

Görüşme: Merve Üzel

Tülin Tankut’un Kadın Yazarlar Derneği Yayınevi’nden çıkan yeni kitabı “Serbest Düşüş”, yazarın kadınlar ve çocuklar üzerine yazdığı makalelerinden derlenen bir seçkiden oluşuyor.

Kapaktaki “düşüş” ifadesi dünyayı yönetenlere bir işaret sayılabilir. Öyle ya, dünyanın pek az bölgesi küresel kapitalizmin dışında kaldı.

Tülin Tankut’a son kitabı "Serbest Düşüş" hakkında sorular yönelttik...

Yazılarınızda 1990’lardan beri dünyayı kapsayan ve boyutları devletleri  de aşan yaşama dair sorunların neoliberal düzenin üzerinde düğümlendiğine dikkat çekiyorsunuz...

Başka türlüsünü düşünmek mümkün mü? Neoliberal politikalar, yaşamı her yönüyle metalaştırdı: Dev şirketlerin kuşattığı genetiği değiştirilmiş gıda maddeleri, kamusal hizmetler, sanat, edebiyat, sinema, müzik, tüm yaşam alanları… Metalaşmanın ürünü olan bir sosyallikten bile söz edebiliriz. Piyasa güçleri insanın duygularıyla ilgili ihtiyaçlarına kadar girdi. İhtiyaç dışında kişisel kullanımı da sağlayan cep telefonlarını düşünün; değişen modellerinden büyük kazanç sağlıyor şirketler. Yüz yüze iletişimin canlı, duygularla yüklü niteliğine erişilemeyen sınırlı bir iletişime tav oldu kullanıcılar. Sosyal medya şirketleri, o alanda reklam yapan şirketler büyüdükçe büyüyor. Mahrem diye bir şey kalmadı. (Yatak odaları bile seyirlik.) Yeter ki küresel iletişim şirketleri kârına kâr katsın! Ruhsal yönden piyasanın sömürüsüne açık olan kullanıcıların sayısıysa katlanarak artıyor. Tabii bir de yarışı kaybeden öfkeli bir kalabalık var.

Tüketicileri bu denli ayartan temel etken nedir sizce?

Küresel medya ve bizde de onun güdümündeki ana akım medya. Amaç bireyi, içinde yaşadığı toplum düzeninin doğal ve zorunlu olduğuna inandırmak. Reklam dünyası deseniz alabildiğine özgür! Reklamlarda çocuk kullan, bedenin en mahrem yönlerini sergile, her türden ayırımcılık yap, nasıl olsa denetleyen yok.

Peki alternatif çözümün geliştirilmesindeki engellerden söz eder misiniz?

20. yüzyıl kapitalizminde emeğin  örgütlü gücü, sesini sendikalarda, siyasi partilerde göstermiştir. Bu yüzden iş hukuku üzerinde de ağırlığını hissettirmiştir. 21. yüzyılda ise, ekonomideki istikrarsızlık nedeniyle bildiğiniz gibi farklı istihdam biçimleri ortaya çıktı. Bu kesimin örgütlenmesi –örneğin kayıtdışı gibi- zaten söz konusu olamazdı. Ama neoliberal politikaların sonucu üretim hattındaki işçi ve emekçilerde, her an işimi kaybedebilirim, korkusu yerleşti.

Türkiye’deki iş cinayetleri davalarından belli, hukukun nasıl çalıştığı…

Ben de bunu söyleyecektim. Kapitalizm, krizlerini aşmakta zorlandıkça geçmişten gelen  burjuva liberal, demokratik özelliklerini tümden yitiriyor. Hukuk bitti, feryatları boşuna değil.  Öte yandan özelleşmelerle geçmiş kazanımlar işçi sınıfının elinden alınmış oldu. Dolayısıyla  emek kesiminde örgütlenme sorunu yaşandığı aşikâr.

Peki, Türkiye laiklikten uzaklaşıyor iddialarını nasıl  yorumluyorsunuz?

Bunun halkımızın tercihi olduğunu düşünmüyorum.

Ama özellikle eğitimin dinselleştirilmeye çalışılması, toplumsal kökenli adaletsizliklerin üzerinin kapatılmasına yaramıyor mu?

Ben ilk anda velilerin yakın tarihteki okul tercihlerinin, halkın laiklik konusundaki eğiliminin de bir ölçütü olabileceğini düşünmüştüm.  Yoksa laikliği sulandıran ders programlarının, çocuk üzerinde ayrımcılık yaratabilecek kimi dinci yayınların, oyunların,  sitelerin eleştirel okuma bilinci gelişmemiş çocuklar üzerindeki zararlı etkilerinin gizlenecek  yanı yok. Bu yüzden sorgulama hevesi uyandıracağı için çocuğa her türlü bilginin verilmesi taraftarıyım. Örneğin, deprem, su baskını, toprak kayması v.b. doğal felaketler karşısında kendi sorumluluklarını doğaya yükleyen yönetimleri çocukların karşısında eleştiremeyecek miyiz?

Yazılarınızdan çocuğun eğitimiyle ve toplumsallaşmasıyla  epeyce  ilgilendiğiniz ve bir insanın bireysel gelişmesi ancak, bütün insanlığın toplumsal gelişmesiyle olanaklıdır, anlayışını benimsediğiniz belli oluyor. Soruma gelince: Önümüzdeki yıllarda tüm dünyada  teknolojinin  daha yoğun kullanılacağını tahmin etmek zor değil. Bunun boyutları ülkeden ülkeye değişiklik gösterecektir kuşkusuz. Türkiye’de eğitimde ve istihdamda ne gibi gelişmeler e tanık olacağız bu süreçte sizce?

Öncelikle, yapay zeka, robot gibi “emek tasarrufu sağlayan” yeni teknolojik gelişmelere temkinli yaklaştığımı belirteyim. Nedeni belli: Bilimin kendi yolunda gelişmesi, tecimsel amaçlarla engelleniyor. Bilim insanları en çok askeri araştırmalarda istihdam ediliyor. Yüksek teknolojiyle insanlığın pek çok sorunu çözülebilir oysa, ama kapitalizm buna engel oluyor; kârı artırma hırsı bitmek bitmiyor.  Verimliliği ve kârı en üst düzeye çıkarmakla yükümlü yaratıcı beyinlere güveniyor. İş yaşamında yüksek vasıflı çalışan arandığından, eğitime erişim fırsatı verilmemiş ya da sınırlı ölçüde verilmiş kesimin iş bulmakta zorlanacakları açıktır, ki bunun başında da ağırlıklı olarak düşük ücretli, vasıfsız iş gücünü oluşturan kadınlar gelmektedir.  Kaldı ki kapitalizmi besleyen cinsiyet ayrımcılığı yüzünden kadınların yüksek vasıf gerektiren işlerde çalışması istenmeyecektir.

Bu tespitlerinize dayanarak sistem kendi ihtiyacı olan elitini yetiştirmekle yetiniyor, diyebilir miyiz? Kalan işleri de robotlara bırakacağına göre gerisi teferruat…

Çocuklar eğitim sırasında toplumsal rekabet normlarına uyum sağlamayı öğreniyorlar. Başta okuldaki öğretmenleri olmak üzere,  aile, eğitim kurumları da çocuklardan sisteme ayak uydurmalarını bekliyorlar. Buna popüler kültürü de ekleyin. Böylelikle çocuklar ileride iş yaşamında bu normlara karşı uyumlu davranmakta zorlanmıyorlar.  Bu sür git olacak değil, kuşkusuz. Öncelikle anne babaların, kız çocuklarının geleceğini düşünerek çocukları arasında cinsiyet ayrımcılığı yapmamaları gerekir. Babalardan beklenen, ev işi ve çocuk bakımı konusunda sorumluluğu eşiyle paylaşmaları. (Birlikten güç doğar)Kadınlar kendilerine reva görülen ev ve iş yaşamının uyumlulaştırılması politikalarına direnip evde çalışma, esnek, yarı zamanlı çalışma vb. kabul etmemeliler. Çünkü bu tür, geçici işlerde çalıştıklarında sosyal haklardan yararlanamıyorlar. (Emeklilik hayal örneğin) Devletten fabrika açmasını talep etmeliler. Sorun dön dolaş bilinçlenme ve örgütlenmede düğümleniyor.

Söz buraya gelmişken, bilinçlenme konusundaki düşüncelerinizi söyleyebilir misiniz?

Sınıfsal tepki yerini bulmuyor, yanlış adreslere gidiyor. Ben kendi adıma, gerçeğe ulaşmak için alternatif bilgilenme kaynaklarını izlemeye çalışıyorum. Kitap ve dergilerin dışında, reklam gelirleriyle ayakta durmaya çabalayan internet sitelerinden farklı olarak, gönüllü emeğiyle ve abonelik geliriyle halka hizmet vermek için uğraşıp didinen gazete, site, blog vb. kaynaklardan yararlanılmalı. Ben yaşım nedeniyle dışarıdaki ufuk açıcı etkinliklere katılamıyorum ama iyi ki internette o kaynaklar var.