Mercan Erzincan: 'Kadın olmanın bu kadar zor olduğu ülkede kadın mücadelesine gerek var'

Müzisyen Mercan Erzincan'la kadına yönelik şiddetten, AKP döneminde kadına, eğitimde 4+4+4 modelinden kadın ozanlara uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.

AKP hükümeti toplumda esaslı bir dönüşüm gerçekleştiriyor eğitimiyle, sanatıyla, toplumu ilgilendiren birçok konuda. Bu gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan nasıl etkileniyorsunuz?

Ben bu gidişattan ben hem anne olarak, hem kadın olarak hem de sanatçı olarak etkileniyorum. Toplumun içinde görüşlerimizle aktif yer almaya çalışıyoruz. Değişik çevrelerden birçok kişiyle temas ediyoruz. Devletin yürüttüğü politikalar bana dokunmuyor demek mümkün değil. Sokakta yürürken bile, her şekilde yaşıyoruz, bürokraside de karşımıza çıkıyor.

AKP hükümetinin politikaları, özellikle kadın eksenli gidiyor. Bu zekice bir plan. Erkek ve kadını karşı karşıya getiren bir değerlendirme yapmayacağım, ama kadın çok geri planda gözükse de aslında çok önemli. Kadın, üreten kadın, yetiştiren evdeki ekonomiyi ayarlayan kadın, anne olan kadın... Bizim ülkemizde böyle en azından. Böyle olmayan, erkekle her alanda, paylaşan kadınlar var ama çok az. Genel profile baktığımızda, kadın evde anne olan, çocuğunu babadan koruyan, gerektiğinde dayağını yiyen, yoklukla mücadele eden... Bu ülkede kadın olmak çok zor.

Erdoğan üç çocuk yapsın derken, kadının hep bu şekilde kalmasını istiyor. Kadının evdeki bu mücadele gücünü dışarı aktarması istenmiyor. Kadını ne kadar kapatmaya devam edersek, elini kolunu bağlarsak, toplumu o kadar kolay yönetebiliriz diye düşünüyorlar. Bu zaman zaman hepimizin etkiliyor.

Kendi ayakları üzerinde duran kadın çok az dediniz. Şimdi, bu kadın tipi de mahkum ediliyor, bağımlı olmak yüceleştiriliyor diyebilir miyiz?
Evet, mesela, Türkiye’de okuma yazma bilmeyen 4 milyon kadın var. Bu çok vahim bir rakam. Bu sayı ne kadar büyük olursa, hükümetin işi o kadar kolay demektir. Kadın olduğum için söylemiyorum, kadınların kaça bölündüğünü görebiliyorum. Bu hayatla mücadele eden kadın güçlü demektir. Kadın hem içerdeki hem dışarıdaki sorunlara çare bulmaya çalışıyor.

Erdoğan üç çocuk yapsın derken, kadının hep bu şekilde kalmasını istiyor. Kadının evdeki bu mücadele gücünü dışarı aktarması istenmiyor. Kadını ne kadar kapatmaya devam edersek, elini kolunu bağlarsak, toplumu o kadar kolay yönetebiliriz diye düşünüyorlar.

Kadın örgütleri, dernekleri, maalesef yetersiz kalıyorlar. Kadınlara başka şekilde güç vermek gerekiyor kendi güçlerinin farkına varmalarını sağlayacak, başka şekilde de mücadele vermeye yönelten fazla kurum yok. Buna gerek var mı? Bence var. Kadın olmanın bu kadar zor olduğu bir ülkede kadın mücadelesine gerek var.

Başka istatistikler de var. Örneğin, istatistikler kadınların hızla çalışma yaşamından çekildiğini gösteriyor. Bu tesadüf olabilir mi?
Zaman zaman bu istatistiklere bakıyorum kaç kadın milletvekilimiz var, kaç kadın profesörümüz var gibi... Bu sıralamalarda dünyada çok alt sıralardayız. Kadınlar hem daha fazla sigortasız çalışıyorlar. Buna yol açan zihniyet şu: Esas çalışan erkek. Kadın ne de olsa ikinci sınıf olduğundan, çalışsa da olur, çalışmasa da olur sigortasız çalışsa da olur diye görülüyor. Birçok başarılı kadın da var. Kadının başarılı olmasının tek şartı, mücadeleci olması. Yoksa hem bu ülkeye hem de ailedeki kadına bakışa direnmek zor. Aile içinde baskıya bakınca, aile içinde profesör de baskı görüyor, okuyan kadın da baskı görüyor.


Baskı dediniz, AKP iktidarında kadına yönelik şiddetin %1400, yani 14 kat arttığına dair bir veri var elimizde. Kadına yönelik şiddeti engellemek için yasa hazırlığı yapılıyor. Siz yasa ile şiddetin engellenebileceğini düşünüyor musunuz? Erkekler kelepçelense şiddet engellenebilir mi?
Şiddetin yanında, cinsel şiddet de artmış durumda. “O da istiyordu” demek, örneğin 14 yaşında bir çocuğun rızası var demek, korkunç bir durum. Fatma Şahin’in açıklamalarını üzüntüyle izliyorum bir kadın olarak bu duruma nasıl razı olabilir? Demek ki, içinde bulunduğu partinin sınırları dışına çıkmak istemiyor.

Şiddetin karşılığı şiddet olamaz. AKP döneminden önce de şiddet yok muydu? Vardı ama AKP döneminde kadının şiddet görmesi neredeyse normalleşti. İnsanlar şiddetle eğilimli ise, devletin cidden planlı bir şekilde, kurumlar aracılığıyla müdahale etmeli.

Yasaların hiçbir caydırıcılığı maalesef yok. Korkutuculuğu yok. Kadının, ikinci sınıf bile demiyorum, insan statüsüne bile sokmayan çok fazla sayıda insan var. Bu cehaletin önüne geçmek ancak eğitimle mümkün.

Kadın örgütleri, dernekleri, maalesef yetersiz kalıyorlar. Kadınlara başka şekilde güç vermek gerekiyor kendi güçlerinin farkına varmalarını sağlayacak, başka şekilde de mücadele vermeye yönelten fazla kurum yok. Buna gerek var mı? Bence var. Kadın olmanın bu kadar zor olduğu bir ülkede kadın mücadelesine gerek var.

Ben de eğitim meselesine gelecektim. AKP 4+4+4 eğitim modelini yasalaştırdı. AKP'nin tersine bu modelde kız çocuklarının okullaşma oranının düşeceğini söyleyen pek çok aydın, eğitimci, bilimden yana insan var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kız çocuklarının eskiye oranla daha çok okuduğunu düşünüyorduk son birkaç yılda bu gidişat tekrar geriye gitti. Bu yeni sistem tamamen darbe vurmuş oldu. 8 yıllık mecburi eğitimi hazmedemeyen çok sayıda insan vardı. Onlar bu yasaya da sevindiler. Kadın evde olmalı, erken yaşta evlendirilmeli, çocuğuna bakmalı, erkeğin arkasında, onu destekleyen olmalı. Bu zihniyet maalesef çok yaygın. Siyasetçiler, kendi çıkarlarını korumak için yapıyorlar. Siyasi çıkarlarını korumak için. Bu meseleye dair direnemedik hep beraber, yasa geçti maalesef.

Bu korku ortamı sanatçılar üzerinde de etkili değil mi? Sanat dünyası ve aydınlar da AKP'nin gerici politikalarından etkileniyor, ama aydınlardan ve sanatçılardan güçlü bir karşı çıkış görmekte zorlanıyoruz. Sizin de arasında bulunduğunuz bir grup ilkeli aydın bu sürece tavır alıyor. Bu tavrı yaygınlaştırmanın yolu nedir sizce?
Evet, bazen gerçekten çok şaşırıyoruz. Karşı çıkar dediğimiz insanlardan ses çıkmıyor. Bu son yıllarda yaratılan korkuyla ilgili bir durum. Herkesi etkisi almış neredeyse. Biz sanatçıyız farklı görüşlere saygı duymaya, 72 millete aynı gözle bak felsefesine uymaya çalışıyoruz empati kurmaya çalışıyoruz. Ama örneğin bir Sivas meselesinde, sanatçı duyarlılığımızla beklediğimiz şeyler olmuyor. Madımak’ın bir türlü müze olamaması örneğin.

En fazla duyarlı olması gerekenler sanatçılar mesela. Örneğin bir Mehmet Aksoy’un, heykeliyle ilgili karşılaştığı baskılar bizi çok etkiledi. Ama, bir araya gelsek de bir şey yapamıyoruz. Maalesef toplumdaki duyarsızlık ve durağanlık sanatçıları da etkiliyor. Bir araya gelip yaptığımız işlerden bir şey çıkmayınca, herkes alışıyor. Örneğin Taksim’de bir eylem oluyor, birileri bağırıyor diye bakıyor insanlar. Bu durağanlık, insanların yaşadıkları mutsuz hayatla ilgili galiba... Toplum olarak kendimiz güvende hissetmiyoruz.

AKP döneminden önce de şiddet yok muydu? Vardı ama AKP döneminde kadının şiddet görmesi neredeyse normalleşti.

Güvensiz hissetme üzerinden tekrar kadın meselesine dönersek, sizin kendinizi güvensiz hissettiğiniz durumlar oluyor mu? Sanki, aydın, sola yakın kadınlar toplumdaki gericileşmeyi birebir yaşamıyorlarmış, bu durumdan muaflarmış gibi şey düşünülebilir, bu doğru mu?
Aile içinde bir kadın olarak şanslıyım diyebilirim. Ama sanatçı da olsanız, otobüse vapura biniyorsunuz. Toplumun içinde yer alıyoruz. Örneğin, bir sürü öğrencim oldu, onların hikayelerine de tanık oluyorum sorunlarını gözlemliyorum. Etrafımdaki birçok olay beni de etkiledi. Onun dışında, örneğin bir sanatçı olarak sahneye çıktığımızda, etrafımızdaki herkese karşı bir kadın olarak sorumluluk hissediyoruz. Bir erkeğin yaşadığı rahatlığı sanatçı da olsak hiçbir zaman yaşayamıyoruz. Ailem ya da eşime hesap vermiyorum ama, örneğin toplumun onlar üzerindeki baskısından dolayı, belli kurallara uymak zorunda kalıyorum. İtiraz ettiğimizde, gelen cevap belli: “Bu seninle ilgili değil, toplumun bakışıyla ilgili”. Bazen öğrencilerimizin sorunları olduğunda, onların da aileleriyle görüşüp çözmeye çalışıyoruz. Ama bu, bireylerin çözebileceği bir sorun değil, daha geniş kapsamlı, anlayışla ilgili bir sorun.

Buradan örgütlenmek konusuna geliyoruz sanki? Kimse tek başına bu işin içinden çıkamayacak gibi gözüküyor…
Evet öyle, ama bundan erkek düşmanlığı çıkarmamak lazım. Erkek ve kadınlar aynı haklara, aynı koşullara sahip olmalı. Öyle bir ülkede yaşamalıyız. Geçmişe bakıyoruz, kadın aşıklar var. Ben birkaç organizasyonda yer aldım kadın aşıklarla. Mesleklerini sürdürememişler ya da zor şartlar altında yaşamışlar, toplumdan dışlanmışlar. Kimisi “kadın olarak evimde işimi yaparken, çocuklarıma bakarken, sahneye çıkamadım, işimi sürdüremedim” diyor. Ama buna rağmen 500 tane eser yazmış. Bu eserlerin değerlendirilmesini istiyor ama kendisi yapamıyor. Örneğin, Kültür Bakanlığı’nın bu işe öncelik vermesi lazım. Bir arkadaşımız, Sevilay Çınar, doktora tezi nedeniyle böyle bir çalışma yaptı birkaç konser ayarladı. Bu gibi çalışmalar işe yarar, ama bu potansiyelin devlet tarafından değerlendirilmesi lazım. Halk kültürümüzü bu insanlar taşıyorlar, her şeye rağmen. Ayakta alkışlanmaları lazım aslında.

Yanlış anlaşılmak istemem. Sanatçılar o kadar da duyarsız değil. Sanatçılar bazı organizasyonlarda yer alıyorlar, ben de alıyorum. Ama, bu çatının çok genişletilmesi lazım bir iki kişinin işi olmamalı bu. Bu işe gönüllü olan insanlarla işbirliği içinde olmak gerekiyor. Sanatçılara da fazla yüklenmemek lazım. Toplumdan bir karşılık gelmediğinde sanatçı için de dik durmak zor.

Fatma Pınar Arslan