İzmir Barosu'ndan kürtajı yasaklama girişimine sert tepki

İzmir Barosu, AKP hükümetinin 'kürtaj yasağı' konusundaki açıklamalarına ilişkin basın açıklamasında bulundu. Açıklamada kürtajı yasaklamanın Anayasa ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu ve konuya inanç temelli bakış açısının kaygı verici olduğu belirtildi.

İzmir Barosu bir basın açıklaması yaparak, önce Başbakan Erdoğan sonrasında da Sağlık Bakanı tarafından dillendirilen "kürtaj yasağı" gündeminin kaygı verici olduğunu belirtti.

İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş yaptığı açıklamada konunun hükümet tarafından hak temelli bir bakış açısıyla değil inanç temelli bakış açısı ile kamuoyunda tartışılmasını kaygı verici bir durum olarak değerlendirdi.

Açıklamanın devamında şöyle denildi:

"Anayasa'nın 10. maddesine 7.05.2004 tarihinde eklenen 2 Fıkranın 1. Cümlesine göre "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür". Yine bu fıkraya 12.09.2010 tarihli Anayasa değişikliği ile eklenen 2. Cümleye göre de "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz."

"Kadınlar bir bireydir. Erkeklerle eşit haklara sahiptir, maddi ve manevi varlıkları devlet tarafından korunmak zorundadır. En önemlisi devletin kadınların varlığını, statüsünü ve eşitliğini korumak ve geliştirmek için gerekli tedbirleri almak görevidir ve bu tedbirlerin eşitliğe aykırı olarak yorumlanması da mümkün değildir."

"Diğer taraftan Anayasanın 'Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı' başlıklı 17. Maddesinde "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.", 'Özel hayatın gizliliği' başlıklı 20.maddesinde de "Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz."

"Bu düzenlemelerde yer alan hak ve özgürlükler herhangi bir şekilde sınırlamaya tabi tutulmamıştır. Bu durumda kürtaj yasağı kadının bedeni ve geleceği ile ilgili bir sınırlama olması sebebiyle Anayasa 10., 17. ve 20. Maddelere aykırı olacaktır."

"İnanç temelli yaklaşımla kürtaj yasağını savunmak inanç özgürlüğüne aykırı"
Pekdaş açıklamada kadınların kürtaj hakkını devletin yasa yoluyla inanç temelli bir yaklaşımla ele alınmasının hukuk devletinde kabul edilemeyeceğini, özel yaşamla ilgili alanın kişilerin bireysel sorumluluğu olduğunu bu konuların, mecburiyetler ve yasaklarla düzenlenmesinin demokratik hukuk devletine niteliğine aykırı olduğunu ve inanç temelli bir yaklaşımla kürtaj yasağını savunmanın aynı zamanda inanç özgürlüğüne aykırı bir yaklaşım olduğunu vurguladı.

Pekdaş anne karnı dışında yaşayabilmesi mümkün olmayan, anneye bağlı bir doku olan fetusun bir insan gibi değerlendirilmesinin yanlış olduğunu belirterek, Dünya Sağlık Örgütü fetusun uterus (ana rahmi) dışında yaşama yeteneği kazanmadan önce - bu süre 12 hafta olarak belirlenmiştir - herhangi bir nedenle gebeliğin sonlanmasını kabul ettiğini belirtti ve "bu durumu düşük olarak tanımlayan DSÖ, düşüğün kendiliğinden ve isteyerek olmak üzere ikiye ayrıldığını, gebeliğin isteyerek sonlanması olan kürtaj bu niteliği itibariyle tıbbi bir terim olmasının yanında hukuki bir nitelik de taşıdığını" ifade etti.

'Kadın birey olarak değerlendirilmiyor'
Açıklamada 'kürtaj yasağı' tartışmalarında kadının birey olarak değerlendirilmediği "ülkemizde 1923-1965 yılları arasında düşük/kürtaj kesinlikle yasak olup bunun yanı sıra gebeliği önleyici tedbirler de yasaktı hatta "Çocuk yapmaya mani fiil ve hareketlerin işlenmesi için propaganda yapılması da eski (765 Sayılı) TCK da suç olarak düzenlenmişti. Çok çocuğa ödül verilmekteydi. Bütün bu uygulamalar kadının birey olarak değerlendirilmediği, kadın bedeninin ülkenin nüfus politikasının aracı olarak kabul edildiği dönemlerin uygulamalarıdır." şeklinde ifade edildi.

Açıklamanın devamında şöyle denildi: "Bu gelişmelere paralel olarak 2004'te kabul edilen ve 2005 yılında yürürlüğe giren TCK'ya göre gebelik süresi 10 haftadan az olan kadının gebeliğinin, yetkili kişilerce kendi rızası ile sonlandırması halinde suç oluşmayacaktır. Tıbbi zorunluluk halinde 10 hafta sınırı yoktur ve tecavüz mağduru kadınlar yönünden ise sınır 20 haftadır. Sonuç olarak TCK'da gebeliğin yasal olarak sonlandırılmasında diğer şartlarla birlikte sadece kadının rızası yeterli olmakta, eşin rızası aranmamaktadır. Türkiye'de gebeliğin sonlandırılması konusunda kadınlara yasalarla tanınan haklarda zamanla olumlu gelişmeler olmasına karşın yasaların etkin olarak uygulanması her zaman mümkün olmamıştır."

'Kadının eşit birey olmaktan kaynaklanan hakları yok sayılmakta'
Kürtajın yasaklanması tartışmasının tüm uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile kabul edilen ve korunan haklar ihlal edilerek sürdürüldüğü, kadınların bedenlerinin devletin nüfus politikalarının aracı olarak kabul edildiği, kadınların eşit birey olmaktan kaynaklanan haklarının yok sayıldığını belirten Pekdaş, hak temelli bir bakış açısı yerine inanç temelli bir bakış açısı ile tartışmanın kaygı verici olduğunu vurguladı.

İzmir Barosu tarafından açıklamanın sonunda "bu tartışmanın öznesi olan kadınlar demokratik tepkilerini açıkladıklarında da şiddetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Kadınlara yapılan her alandaki fiziksel ve sözel saldırıların sorumluları hakkında gerekli işlemlerin bir an önce başlatılması gerekmektedir" denilerek hükümet ve tüm yetkililer hukuk devleti sorumluğu ile konuşmaya ve işlem yapmaya davet edildi.

(soL - Haber Merkezi)