Yüksek sanat İslamcı siyaset pazarında ufalanıyor (10)

Yüksek sanat üretim kurumlarından biri olan Devlet Opera ve Balesi’ni (DOB) sanat tüketim piyasasının liberal normlarına koşmak, kurumun sanatsal tercihlerini İslamcı iktidarın ajandasına endekslemek anlamına geliyor.

Melis Gönenç

Gazeteci Melis Gönenç'in geçmiş yıllarda Devlet Opera ve Balesi hakkında soL'da kaleme aldığı yazılar, Yazılama Yayınevi tarafından "İslamcı Yıllarda Devlet Opera ve Balesi" adıyla kitaplaştırıldı.

Ancak kurum, yakın zamanda yine önemli değişiklikler yaşadı. Gönenç, şimdi yeni bir yazı dizisiyle olan biteni irdeliyor.

Bugün, Gönenç'in yazı dizisinin onuncu bölümünü yayımlıyoruz.

Dizinin gelecek bölümlerini önümüzdeki haftalarda soL'da okuyabilirsiniz, şimdiye dek yayımlanan yazılarınaysa aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Melis Gönenç'in kaleminden Devlet Opera ve Balesi
1

İslamcıların Tan Sağtürk’ten beklentileri açıktı. Bunlar zaten o koltuğa oturtulması resmileşmeden önce konuşulmuş, planı, projesi hazırlanmıştı:

Bu görevi üstlenmeden önce uzun ve titiz bir değerlendirme süreci geçirdik… Bu uzun değerlendirme süreci aslında görevi kabul edip etmemeyi düşünmekten ziyade görevin getirdiği büyük sorumluluğa karşı plan ve projelerimizi kurgulayarak bir yol haritası belirleyebilmek için gerekliydi.

Hedeflerimizi belirlerken yalnızca kurumu yönetmek değil, aynı zamanda sanatı daha ileriye taşımak, sanatseverlerle daha güçlü bağlar kurmak ve Türk opera ve balesini dünya sahnesinde daha görünür hale getirmek için neler yapabileceğimizi detaylıca değerlendirdik.” (Cumhuriyet, 1 Eylül 2024)

İslamcılar DOB’a yönelik stratejik hedeflerini hiç gizlemediler: Önce TÜSAK ile kapatmak, tarihsel meşrulukları el vermeyince, Laik Cumhuriyet’in kurduğu biçim, görevlendirdiği içerikten uzaklaştırıp, bütünüyle başkalaştırmak.

Bunun, birbiriyle ilişkili 3 cephesi vardı:

1) Laik Cumhuriyet’in tanımladığı ve yasal çerçeveye oturttuğu “yüksek sanat” kavramını seyreltmek amacıyla, alaturka, caz, müzikal, modern dans, müzikli çocuk oyunu ve formel çocuk eğitimi kategorilerini DOB’un sanatsal etkinlik sepetinde yasal ve kalıcı kılmak.

Tan Sağtürk’ün yukarıda söylediği, “sanatı daha ileriye taşımak”tan kastedilen budur. İslamcılar ile işbirliği yapmış bütün genel müdürler farklı biçimlerde ifade ettikleri bu yönelimin dışına çıkmamışlardır.

2) Bu yaklaşım “yüksek sanat”ı popüler sanat ile aşılamak anlamına gelir. Yani, yüksek sanat niteliği kaybolur. Popüler sanat ile izleyici sayısı arasındaki doğru orantının doğal yansısı olarak da izleyici sayısında artış gözlemlenir.

Tan Sağtürk’ün, “sanatseverlerle daha güçlü bağlar kurmak” ifadesinin açılımı budur. Nitekim İslamcıların dilindeki “yerli ve milli” ölçütü de öncelikle “popüler kültür” alanını kapsıyor. Ülkenin müzik politikasına yön vermesi için, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu’na Orhan Gencebay’ı seçmiş olmalarından, DOB’a alaturka icra zorunluluğu getirmelerine kadar bir dizi gösterge hep bu içeriktedir. Oysa Laik Cumhuriyet’in hedefi, popüler sanata savrulmadan, doğrudan yüksek sanat izleyici sayısını arttırmaktır.

3) Bu ikisinin doğal uzantısı ise yüksek sanat kurumunun liberalleştirilmesidir. Yani, yönetim, tanıtım ve sunum işlemlerinde kamusal çerçeve ve kaygı yerine, özel şirket anlayışının egemen kılınışı.

Tan Sağtürk’ün, “Türk opera ve balesini dünya sahnesinde daha görünür hale getirmek” biçiminde dile getirdiği amaç, doğrudan bununla ilişkilidir. “Yüksek sanat”ın sponsorluk/PR-turizm-kâr kıskacına alınışının, Laik Cumhuriyet’in kamusal yaklaşımına taban tabana zıt olduğunu söylemeye gerek yok.

Bu 3 cephenin de önceki yazılarda ayrıntılı krokilerini vermiştik. Burada, DOB’un resmi belgeleri, Sratejik Plan, Performans Programı ve İdare Faaliyet Raporlarında iz sürerek, konuyu farklı bir boyutta ele alacağız.

DOB’un resmi belgeleri gizlemiyor

Biraz geriye gidip, İslamcı iktidarın siyasal alanda egemenliğini arttırdığı ölçüde, DOB’un resmi belgelerinde “yüksek sanat”ın nasıl tiftiklenip, popüler kültür ile aşılandığı, bu işlemin de “yerli ve milli” kavramı ve liberalleşme çerçevesinde nasıl yürütüldüğüne bakalım.

İslamcı yakın tarihimizin iki belirleyici zaman dilimi vardır: 2007-2012 ile 2017-2018. İlki, İslamcıların Ergenekon çatı adıyla Laik Cumhuriyet’in askeri dayanağını, ikincisi ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla siyasal dayanağı parlamenter sistemi devre dışı bırakmalarına denk düşüyor.

DOB’un yakın dönem tarihi de birebir bu iki sürecin derin izlerini taşıyor. İlk dönemin işbirlikçi genel müdürünün adı Rengim Gökmen, ikincisininki Murat Karahan’dır.

mg1
 DOB Genel Müdürü sabâ makamından girip, acem-aşîrândan çıkınca…

Yüksek sanat”ı popüler olan ile seyreltme işleminin meşruluğunu resmi belgelere geçiren kişi, 2010 yılında hazırlatıp, imzaladığı DOBGM 2011-2015 Stratejik Planı ile Şeyh Rengim Gökmen olacaktır.

Plan’da yer alan şu satırlar, dönemin İslamcı kültür politikasının doğrudan yankısıdır:

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü sanat dağarının en yüksek yapıtları yanında popüler yapıtlardan oluşan kitle konserlerine de büyük önem vermektedir.” (s.25)

Aynı yıl hazırlattığı Performans Programı da aynı eksendedir:

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü sanat değerinin en yüksek yapıtları yanında popüler yapıtlardan oluşan kitle konserlerine de büyük önem vermektedir.” (s.9)

2012 yılında hazırlattığı 2013-2017 Stratejik Planı’nda, DOB’un hedefleri ve strateji etmenleri sıralanır:

Toplumun opera, bale ve çok sesli müzik sanatlarına ilgilerini arttıracak daha kitlesel daha popüler projelerin geliştirilmesi.” (s.45)

Strateji 6: Toplumun opera, bale ve çok sesli müzik sanatlarına ilgilerini çekecek/artıracak daha kitlesel ve popüler projelerin geliştirilmesi.” (s. 55)

2011 ile 2022 arasındaki 12 Performans Programı’nın tamamında aynı “popüler yapıtlardan oluşan kitle konserleri” tanımı yer alacaktır.

Peki, buradaki “popüler”den ne anlamak gerekiyor?

Şeyh Rengim Gökmen epey elverişli bir yanıt buluyor.

DOBGM İdare Faaliyet Raporlarının 2011-2025 arasındaki bütün metinlerinde, 2011-2015, 2013-2017, 2018-2022 ve 2019-2023 Stratejik Planlarının tamamında var olan Sunulan Hizmetler bölümündeki şu cümle:

Müzik ve sahne sanatları ile ilintili diğer etkinlikler

DOB’un sunduğu sanatsal etkinlik dökümü, “opera, bale, operet, müzikal, modern dans, birim dans tiyatrosu, çocuk temsilleri, konserler” biçiminde yapıldıktan sonra, listeye bir de, “Müzik ve sahne sanatları ile ilintili diğer etkinlikler iliştiriliyor.

İşte, müzikal, modern dans ve müzikli çocuk oyunu dışındaki tüm seyreltme etmenleri, bu cümleye gizlenmiş “diğer etkinlikler” çekmecesinde bulunuyor. O kadar geniş bir elek ki, dilediğinizi geçirebilirsiniz: Alaturka sazlı baleden, ilahili modern dansa, senfonik incesazdan, caza, popa, arabeske… Hepsi yaşandı, görüldü.

Popüler” kavramının anlamsal bütünleyici ve işlemcisi “diğer etkinlikler” çok kullanışlı bir maymuncuk. Gerçi DOB’un yasasına da, yönetmeliğine de cepheden aykırı…

Ne gam ama!

Rengim Gökmen’in Laik Cumhuriyet’in “Müzik Devrimi”nden hiç hoşlanmadığının resmi kanıtı, İslamcı ağzıyla ifade ettiği ki, bu söyleme 12 Eylül’den sonra, alaturkadan başlayıp arabeski aklamaya kadar uzanmış liberal solcu yaklaşım da eklemlenecektir, yüksek sanatın “toplumun geniş kesimlerine inememe” sorununun kaynağı olarak gösterdikleridir. Bunlar içinde, DOB’un “Zayıflıklar”ı listesine kondurduklarından biri, “popüler/diğer etkinlikler”in içini tıka basa dolduracak nitelikte:

Klasik Türk Müziği ve halk müziğinin opera, bale ve çok sesli müzik yapıtlarında yeterince değerlendirilememesi” (DOBGM 2013 İdare Faaliyet Raporu, s. 30)

İlginçtir; Klasik Türk Müziği’ni büyük harflerle yazıp, halk müziğine bu ihsanı bahşetmiyor. Laik Cumhuriyet yönetiminin, Gökmen’in Klasik Türk Müziği adıyla takdis ettiği alaturka ile ilgili neler düşünüp, neler yaptığı ortadadır. Defalarca yazdık. Yüksek sanat, alaturkanın hem estetik, hem kültürel reddi üzerine yerleştirildiğinden, o, çoksesli ulusal Türk müziği projesinin hiçbir biçimde kaynaklarından biri olarak kabul edilmemiştir. Nitekim bu gerçeği gizlemenin olanağı bulunmadığı için, Şeyh Gökmen ıkına sıkına ilk iki Stratejik Plan’a kerhen de olsa geçirmek zorunda kalır:

Ziya Gökalp'in müzik konusundaki görüşlerinden etkilenen Atatürk, Cumhuriyet sonrasında devletin müzik politikasını, "Türk halk müziğini temel alıp Batı'da geliştirilmiş çok sesli teknik ve yöntemleri kullanarak yeni bir müziğin yoğurulması" biçiminde belirlemişti.” (DOBGM Stratejik Plan 2011-2015, s.9)

Tablo bütünüyle şizofreniktir; bir yanda Ziya Gökalp-Atatürk hattının yalnızca “Türk halk müziği” temelli yaklaşımı, öte yanda, aynı hatta “Klasik Türk müziği”ni yamama çabası. İslamcı iktidarın siyasal meşruluğu ile Laik Cumhuriyet’in tarihsel meşruluğu arasına sıkışmış DOB’un, resmi metinlere yansıyan çelişik söylem katmanı. İslamcılar için önemli olan, alaturkanın oyuna sokulmasıdır; Gökmen için ise çifte sigorta: Soldan eleştiri gelirse, “Ziya Gökalp-Atatürk-halk müziği dedim ya”, sağdan eleştiri gelirse, “Klasik Türk Müziği’nden yararlanmamak zayıflığımızdır dedim ya” Malum, yıl 2010’dur ve İslamcılar henüz Ergenekon’da mutlak zafer elde etmiş değillerdir. Temkinli olup, arada durmakta yarar vardır.

Ancak bu hastalıklı görüntünün sürdürülme olanağı bulunmadığından, siyasal ortamın yardımıyla çözüm arayışına girilir. Formül 2017 Halkoylaması sonrasında ortaya çıkacaktır. İslamcılar Laik Cumhuriyet’in siyasal omurgasını Saray rejimi ile çatlatınca, şöyle bir yol bulunur: Atatürk ve Türk halk müziği göndermeleri kaldırılamayacağına göre, Ziya Gökalp’in adını silmek. Bilindiği üzere, Laik Cumhuriyet’in “Müzik Devrimi” Ziya Gökalp’in alaturka ile Türk halk müziği arasındaki tarihsel yırtık yaklaşımıyla temellenmiştir. Mustafa Kemal bu yaklaşımı bütünüyle benimsemiş, uygulamaya sokmuştur. “Kuramcının adı silinirse, kuram da silinir”, Şark kafasına, “Mustafa Kemal alaturkayı çok severdi, bu radikallik ondan kaynaklanıyor olamaz”, yollu birkaç işbirlikçi hamhalat ağız yapıştırılınca, sorunun buharlaşacağına inanılır ve 2018-2022 Stratejik Planı ve sonrasında Ziya Gökalp adı metinlerden çıkarılır.

Popülerlik ve izleyici çekmenin meşru aracı olarak alaturkadan yararlanma zorunluluğu ise 2018-2022 Stratejik Plan’ına kadar, bütün İdare Faaliyet Raporları ve Stratejik Planlarda yer almaktadır. 2018-2022 Stratejik Planı ve sonrasında ise artık konu edilmez. Çünkü 2017 Halkoylaması Saray rejimini kurarken, kültürel hegemonya peşindeki İslamcılar, Laik Cumhuriyet’in alaturka-halk müziği paradigmasının bütünüyle geride kalmış olduğuna, alaturkanın tam yetkili, meşru ve milli temsilci konumuna yerleştiğine kanidirler. O kadar ki, 2017 ve 2018’de, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü müzik dalında arka arkaya iki alaturkacıya, Göksel Baktagir ve Erol Sayan’a verilir. 2017’de LİMAK Holding’e yaptırılan şişkin PR’lı Senfonik Zeki Müren konserlerinin solisti Murat Karahan ise DOB Genel Müdürü yapılır. Yine 2017’de, ilk kez gerçekleştirilen 1. Gaziantep Opera ve Bale Günleri ile 1. Trabzon Opera ve Bale Günleri’nin baş konuğu, alaturka müzikli Harem balesi olacaktır.

Yüksek sanat” kavramından uzaklaşmak için kullanılan bir diğer tanım, metinlerde, Temel Politikalar ve Öncelikler/Temel Değerler başlığı altında bulunan “Estetik”tir. 2011 İdare Faaliyet Raporu’ndan başlayıp, 2023’e kadar bütün İdare Faaliyet Raporları ile Performans Programları, 2011-2015 ve 2013-2017 Stratejik Planları ile 2024 Performans Programı’nda yer aldığı biçimiyle:

Estetik ve beğeni düzeyini yükseltmek için, farklı seçenekler içinden en iyiyi bularak, opera, bale, çok sesli müzik ile sahne sanatlarını halkımıza sunmak.” (DOBGM 2011 İdare Faaliyet Raporu, s.12)

Farklı seçenekler içinden en iyiyi bulmak”, sınırları ve ölçütleri belirsiz mayınlı bir alan tanımıdır. Oysa yüksek sanatın norm ve ölçütleri bellidir; bunlar “farklı seçenekler” ile esnetilemez, dönüştürülemez. Aşureye bir de, nereye çekilse giden, genel anlamlı “sahne sanatları”nı eklediğinizde, yüksek sanat kültür ve görgüsünün dışına düşmeniz işten bile değildir. Bu da sizi Laik Cumhuriyet düşmanı liberal İslamcıların damardan işbirlikçisi yapmaya yeter.

Nitekim aynı yaklaşım, İslamcıların siyasal ayak izlerinin peşinde, 2018-2022 Stratejik Planı’nda, (2019-2023 Stratejik Planında yinelenecektir), “Estetik” revizyonunu getirip, sınırların bütünüyle kaldırılmasına yol açacaktır:

“Dünya çapında estetik düzeyde olan eserlerin en iyi şekilde sahnelenmesi için şartlarımızı geliştirmek.” (s.94)

Bırakın “dünya çapında estetik” gibi sanatsal anlamdan çok, PR hançereli ifadeyi, önceki tanımda yer alan, “opera, bale, çoksesli müzik”e bile artık gönderme yapılmıyor. Çok doğal; DOB’un adım adım “yüksek sanat” kavram alanından uzaklaşması hedefleniyor. 2017 Halkoylamasıyla Saray rejiminin fiili kuruluşuna işaret etmiştik ya…

Tan Sağtürk ile birlikte, 2024 İdare Faaliyet Raporu’nda, Estetik’in açılımına dahi gerek duyulmaz. Diğer Hususlar başlığı altında sıralananlar arasında tek sözcük ile yerini alır (s.10). Artık hiçbir konuda, hiçbir bağlayıcı sınır kalmamıştır. Tan Sağtürk bu liberal kazmalığı “temsil” kavramında da gösterecektir. 2018-2022 Stratejik Planı’nda Stratejik Amaç ve Hedefler arasında yer alan, “opera ve bale temsillerinin etkin tanıtımı”nı (s.99, 103, 108), 2024-2028 Planı’nda, “sergilenen tüm temsillerin etkin tanıtımı”na dönüştürür (s.6). Böylece, DOB’un sanatsal terminolojisinde, “temsil” ile “opera ve bale” arasındaki zorunlu ilişki kopar; “tüm temsiller” ile yüksek sanat dışına sınırsız çıkış meşrulaştırılır.

Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” kavram ve algısına dolaylı bir reddiye de, 2012 ile 2022 arasında, İdare Faaliyet Raporlarındaki Bakan Sunuşu metinlerinde göze çarpıyor:

Opera ve bale sanatları, üretildiği dönemin toplumsal yaşamına ayna tutan ve kültürel kimliğini ortaya koyan, sanatın önemli dallarından biridir.”

Bu söylem, yüksek sanat olan opera ve baleyi, diğer sanat dallarıyla eşitlemiş oluyor. “Önemli” ile “yüksek” çok farklı niteliklerdir. Bu gedikten, bir süre sonra “yerli ve milli”nin nasıl geçtiğini göreceğiz. Değerli bakanlarımızın deyişiyle, opera ve bale “üretildiği dönemin toplumsal yaşamı ve kültürel kimliğini” yansıttığına göre, İslamcı dönemin opera ve balesinin de İslamcı kültür norm ve değerleri yansıtması doğaldır. Yani, “yerli ve milli” olmalıdırlar.

Eh, haksız da sayılmazlar; Sinan operasını unutmadınız, değil mi?

Metnin sahibi bakanlara gelince; Ertuğrul Günay (2012), Ömer Çelik (2014), Mahir Ünal (2015), Nabi Avcı (2016), Numan Kurtulmuş (2017), Mehmet Nuri Ersoy (2018-2022).

Son olarak bir de, Temel Politikalar ve Öncelikler/Temel Değerler içinde bulunan Yaratıcılık’a bakalım: 2018-2022 Stratejik Planı’na kadar, hatta 2024 Performans Programı da dahil olmak üzere, verilen tanım şudur:

Opera, bale, çok sesli müzik ve sahne sanatlarının üretilmesi, uygulanması sırasında diğer sanat dallarının olanaklarından yararlanarak daha etkili eserler üretmek. Sürekli yaratıcılıkla bilincimizin geliştirilmesi.”

Opera, bale, çoksesli müzik dışına taşan “sahne sanatları” kovasının, yüksek sanata su katılması için kullanıldığına işaret etmiştik. Yine hiçbir sınırlayıcı ölçüt belirtilmeksizin, “Diğer sanat dallarının olanakları”na gönderme yapılması, yüksek sanat alanını başkalaştırma iradesinin diğer bir göstergesi sayılmalıdır.

2018-2022 ile 2019-2023 Stratejik Planlarında, Yaratıcılık, oturaklı bir değişikliğe uğruyor:

Yarışmalar düzenlenerek ve dış dünyadan hizmet almak suretiyle yeni eserlerin üretimini desteklemek.” (DOBGM 2018-2022 Stratejik Planı, s.94)

Opera, bale, çoksesli müzik”e gönderme kaldırılmış. Yaratıcılık için, artık köşeleri opera, bale ve çoksesli müzik ile bunlarla belirlenmiş yüksek sanat alanında bulunma zorunluluğu yok. “Yarışma” ve “dış hizmet” alımı yeterli iki temel ölçüt.

Tan Sağtürk ile beraber, 2024 İdare Faaliyet Raporu’nda, Yaratıcılık’ın içerik açıklaması ise bütünüyle kaldırılır. Diğer Hususlar başlığı altında sıraya konmuş tek sözcük olarak varlık bulur (s.10). Artık hiçbir sanatsal ölçüt, sınır kalmamıştır. Liberal özgürlük ortamı…

Bütün bu örnekler şunu gösteriyor: Ergenekon süreci ile birlikte, DOB’un resmi belgelerinde “yüksek sanat” kurumu olma özelliğinin artık meşruluğunu yitirdiği; popüler sanatı da içermek zorunda olduğu; İslamcılar ve işbirlikçilerinin şaşı baktıkları “yüksek sanat”ın ise yalnızca sanatsal bir kavram olmayıp, önemli bir ideolojik, siyasal boyut taşıdığı.

Evrensel mi, yerli ve milli mi?

İslamcıların 2007’de tedirgin biçimde başlattıkları Ergenekon süreci, 2008’de Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmayı reddetmesi üzerine, onlar için göreli bir rahatlık eksenine oturmuş, 2010 Halkoylamasında elde ettikleri konforlu sonuç ise yalnız muhafazakârların değil, liberal sol çevrelerin de desteğiyle, depoyu doldurmalarını sağlamıştır.

Ancak, henüz mutlak zaferden söz etmek için erkendir. Genel Müdür Rengim Gökmen siyasal koridorlarda sıkça dolaşıp, nabız tuttuğu için, durumun farkındadır; popüler kültüre kapı açmakla birlikte, çoksesli klasik Batı müziği ve temellendirdiği opera, baleyi tanımlayan “evrensel” sözcüğünün içeriğine, 2010 yılında, henüz müdahale edebilecek durumda değildir. DOB’un sanatsal ölçütü kâğıt üzerinde hâlâ tektir:

“ [DOB] Opera, operet, bale temsillerini evrensel boyutlarda icra eder. Müzik sanatları ile ilgili konserleri evrensel boyutlarda icra eder.” (DOBGM Performans Programı 2011, s.2)

Türk sanatçısının yaratıcı gücünü evrensel ölçüde…” (A.g.y. s.9)

Evrensel” sıfatı bizim müzik tarihimizin önemli fay hatlarından biri. On yıllar boyunca, sırtını alaturkaya yaslamış muhafazakâr çevrelerin, “milli”nin karşıtı olarak tanımladıkları kavram. Ancak alaturkanın tarihsel meşruluğunun bulunmayışı ve ölü dokusunun ayırdında olan liberal çevreler, 60’larda yükselen sol dalganın baskısı altında, “evrensel” ile “milli” ilişkisini bu kez Saygun üzerinden, Hindemith-Saygun çelişkisinin bağlamını bütünüyle başkalaştırarak yeniden tanımlamaya koyuldular. Bu işin sözcüsü Halit Refiğ’dir. Özünde hep aynı kapıya çıkan sağ çizgi: Alaturka millidir, dolayısıyla, çoksesli müziğimizin meşru kaynaklarından kabul edilmelidir. Liberal baskı arttıkça, özellikle 12 Eylül’den sonra, bu kervana Timur Selçuk’undan, Ahmet Say’ına bir dizi isim adını yazdıracaktır.

Böylece, “evrensel” kavramı kabuk olarak görünürlüğünü korumakla birlikte, siyasal gelişmelere koşut olarak, oynak anlam alanlarına doğru hareket etmeye başlar. İslamcı liberalizm egemenlik alanını genişlettikçe, “evrensel”in ötesine berisine mutlaka “milli” ya da o anlamı çağrıştıracak bir sıfat yerleştirilmeye başlanır; en sonunda da, on yıllardır güdülen amaç, “evrensel”in “yabancı”, “milli” olmayan anlamına geldiği resmen ilan edilir. Laik Cumhuriyet’in Müzik Devrimi’nin reddi…

Süreci, DOB’un resmi belgelerinden izleyelim:

Yukarıda, 2011 Performans Programı’ndan alıntıladığımız “evrensel” sıfatı, Tan Sağtürk’ün imzasını taşıyan 2024-2028 Stratejik Planı ve 2025 Performans Programı’ndaki “yabancı” anlamına kadar, evrensel boyut, evrensel ölçü, evrensel format, evrensel nitelik, klasik evrensel sanat, evrensel klasik sanat biçiminde, her zaman dilsel kullanım açısından özenli olmasa da, kalın çizgileriyle, anlam açısından, bütün Performans Programları, İdare Faaliyet Raporları ve Stratejik Planlarda aynı kalmıştır.

Nitekim 2018-2022 Stratejik Planı’na kadar, tüm Program ve Raporlardaki Vizyon bölümü, “evrensel”in yukarıda verdiğimiz özgün anlamını destekler yöndedir:

Çok sesli müzik, opera ve bale sanatlarında öncü bir kuruluş olmak.” (DOBGM Stratejik Plan 2011-2015, s.53).

Yani, DOB’un öncü kuruluş olma niteliği, çokseslilik temelindeki opera ve bale ile ilişkilenmesine bağlıdır. Bu ise doğrudan “evrensel”in içerik açılımıdır. Böylelikle, “evrensel”in müzikal anlamı ile DOB’un Vizyon tanımı örtüşmüş olur.

Oysa 2018-2022 Stratejik Planı’nda anlamlı bir değişiklik söz konusudur. İslamcıların 2017 Halkoylaması zaferi, anlamsal bütünlüğü parçalayıcı bir etki yapar. “Evrensel” kullanımı yerli yerindedir:

Evrensel nitelikteki yerli ve yabancı sanat eserleri” (s.9, 22).

Yani, yerli ve yabancı olanın ortak niteliği, çoksesli klasik Batı müziği ve temellendirdiği opera, bale ürünlerinin yapı taşı anlamındaki benzer genetik özelliğidir. Ancak Vizyon’daki değişme, bu bakışı bütünler nitelikten uzaktır:

Türk opera ve bale sanatını yurtça sevilen, dünyaca kabul gören seviyeye taşımak.” ( A.g.y. s.94)

Dikkati ilk çeken, opera ve baleyi yerli ve milli anlam alanıyla ki, bunu Türk olarak ifade ediyor, ilişkilendirip, “evrensel”in anlam alanından farklılaştırma çabasıdır; önceki Vizyon’da ilk sıraya konmuş olan “Çoksesli müzik”, burada metinden çıkarılıyor. “Öncü kuruluş” ifadesi de.

Yazmayı unutmuşlardır canım; Türk ürünü çoksesli olmayan opera, bale mi var Allah aşkına!”, mı dediniz?

Var. Hem de bu ülkenin bale tarihinde en çok sahnelenmiş, 25 yıldır kapalı gişe oynayan bir bale. İslamcıların yerli ve milli harika kabul ettikleri Harem. Merih Çimenciler adlı bukalemuna 1999’da, Osmanlı’nın 700. yılı nedeniyle, sözde DSP’li, kökende MHP’li Bakan İstemihan Talay’ın isteği, İMKB’nin parasıyla yaptırılıp, DOB’a dayatılan, alaturka müzikli garabet. Bukalemun, Osmanlı’dan sonra, bu kez İslamcıların iktidara gelişini kutlamak için, 2003’te, zıvanadan çıkmış bir diğer milli örnek, bütünüyle alaturka müzikli Çalıkuşu balesini piyasaya sürer (2003). O da yıllarca sahnelenecektir. Üstelik 2014 İdare Faaliyet Raporu bu ayıplı ürüne, ulusal çalgılarımızla icra edilen Türk Sanat Müziği eşliğinde…” diyerek, meşruluk kazandırmaya soyunur.

mg2
Ha Uyuyan Güzel, ha Çalıkuşu… Üstelik bizimkinin filmi de var…

Ya modern dans? Olağan koşullarda, DOB’un hiçbir kıvrımında yer alma olasılığı bulunmayan Beyhan Murphy koreografilerinin kepaze müzikleri? Ya o dandik müzikallerinki?

Peki, baştan sona alaturka müzikli Çanakkale’ye Ağıt operasına (2022) ne demeli?

mg3
Çaykovski’nin Kuğu Gölü evrensel oluyor da, Dede Efendi’nin Harem’i niçin olmuyor?

Uzatmayalım… “Evrensel” kavramı yıllardır fiilen zaten rendelenmekteyken, 2017 ile beraber, yerli ve milli anlam alanının cepheden saldırısıyla, resmi metinlerde de iyice topallamaya başlar.

Bir yıl sonra, 2018’de, Saray rejiminin hukuken başladığı yıl hazırlanan 2019-2023 Stratejik Planı’nın Vizyon’unda bir değişiklik daha yapılır. İslamcıları, ideolojileri gereği hiçbir zaman kesmemiş olan, cılız buldukları “Türk” kavramı, “milli” sıfatıyla desteklenir, güçlendirilir:

Milli motiflerimizi baz alarak oluşturduğumuz Türk opera ve bale sanatını, yurtça sevilen, dünyaca kabul gören seviyeye taşımak ve bir marka değeri oluşturmak.” (s.68)

İslamcılar için milli’nin daha çok dinsel içerikli bir kavram olduğu kimse için sır değildir.

Marka” kavramına gelince; liberal aromaya dikkat çekmeye ayrıca gerek yok. Kamusal kurum ve alanların piyasa terminolojisiyle nefes alıp vermeleri artık eşyanın doğası gereğidir. Bu yönelimin diğer bir göstergesi, DOB’un, 2018-2022 Stratejik Planı’ndan itibaren, “öncü kuruluş” olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Yani, yüksek sanat kamu kurumu DOB, hem yüksek sanatın, hem de kamusal kültürün budanması sonucunda, doğal olarak, “öncü kuruluş” niteliğini de kaybedecektir. 3. Milli Kültür Şûrası’nın (3-5 Mart 2017) liberalleşme programını tekrar anımsatalım.

İslamcıların yerli ve milli içeriğinin “evrensel” karşıtı konumlanışının başka bir kanıtı, yine 2018-2022 Stratejik Planı’ndaki Misyon’dadır. Önceki bütün metinlerde, DOB’un misyonu şöyle tanımlanıyor:

Opera, bale ve çok sesli müzik sanatını ülke genelinde en iyi şekilde tanıtarak yaygınlaştırmak, bu sanat dallarının halkımızla bütünleşmesini sağlamak… her sınıftan daha fazla izleyici kitlesine ulaşabilmek.”

Şimdi ise:

Opera, bale ve çok sesli müziği toplumun tüm kesimlerine ulaştırmak, bu sanat dallarının kültürel birikimimizle bütünleşmesini sağlamak, ülkemiz ve dünya kültür ve sanat alanında etkinliğimizi arttırmak amacıyla ulusal ve uluslararası faaliyetler düzenlemek.” (s.94)

Halkımızla bütünleşmek”, “kültürel birikimimizle bütünleşmek” ile değiştirilmiş.

Neden acaba?

Tıpkı “Türk” gibi, “halk” da İslamcıların hatırlı sempatisine mazhar olan kavramlardan değildir. “Kültürel birikim” onlar için “din ve Osmanlı” koordinatlarında yer aldığından, çok daha kullanışlı ve işlevseldir. Üstelik “milli” ile anlamsal eklemlenmesi epey kolay sayılır.

Artık “evrensel”in kapsama alanı dışında bir “yerli ve milli kültürel birikim” algısı oluşturulmuştur. Yani, “evrensel”, yerli ve milli’yi de içeren bir müzikal anadil olma özelliğini yitirmiş, yerli ve milli’nin karşıt anlamlısı olan “yabancı” içeriği edinmiştir. İslamcılar Tan Sağtürk’e 2024-2028 Stratejik Planı ve 2024 İdare Faaliyet Raporu’nda Vizyon’un bu biçimde değiştirilmesini bildirirler:

“…evrensel nitelikli eserlerin yanı sıra milli ve yerli değerlerimizi ön plana çıkartan Türk Opera ve Balesi markasını geliştirmek.” (DOBGM 2024-2028 Stratejik Planı, s.6)

Aynı yöndeki anlam değişikliğinin Misyon’da da yapılması doğaldır:

Opera, bale ve çok sesli müzik sanatını ülke genelinde tanıtmak, yaygınlaştırmak, çocuk ve gençleri teşvik etmek, ulusal ve uluslararası seviyede evrensel ve yerli eserleri icra ederek kültür ve sanatımızı dünyaya tanıtmak ve mümkün olduğu kadar çok izleyiciye ulaşmak.” (A.g.y.)

2023 İdare Faaliyet Raporu’ndan başlamak üzere, Bakan Sunuşu’nda da evrensel’in “yabancı” anlamında kullanıldığı görülüyor:

Bu doğrultuda evrensel opera ve bale eserleriyle birlikte ülkemizin yetiştirdiği sanatçılarımızın ürettiği yerli eserlere özel önem verilmektedir.”

Böylece, evrensel ile yerli ve milli karşıt anlamlı hale gelirler; yabancı ve yerli. İslamcı liberalizmin amacı zaten budur.

İslamcılara göre;

a) Opera, bale, senfonik konser alaturka lehimli değilse, “evrensel”in anlamı “yabancı”dır. Oysa Laik Cumhuriyet’in alaturkayı dışlayan müzik yaklaşımında, evrensel’i “yabancı” anlamında algılama ve kullanma olanağı yoktur.

b) Opera, bale, senfonik konsere alaturka teyellenirse, o zaman, “evrensel nitelikte yerli ve yabancı sanat eseri” kullanımı yerindedir. Kuğu Gölü balesi evrensel nitelikte yabancı, Harem balesi evrensel nitelikte yerlidir. Oysa Laik Cumhuriyet’in müzik yaklaşımı, Harem balesini ne evrensel nitelikte, ne de milli kabul ediyor.

Öte yandan, yine 2023 İdare Faaliyet Raporu’ndan başlamak üzere, Bakan Sunuşu’nun ilk cümlesi:

Opera ve bale, evrensel nitelikte toplumsal konuları işleyen ve toplumların kültürel zenginliklerini yansıtan önemli sanat dallarıdır.”

Evrensel nitelikte toplumsal konu” saptamasıyla, “evrensel” kavramı müzikal içeriğini tamamen yitirip, opera ve bale “konusu”nun özelliği ile çerçeveleniyor. Bunun, yüksek sanat ölçütü olan “evrensel”i dönüştürme sürecinin bir parçası olduğu anlaşılıyor.

Siyasal ve mantıksal uzantı olarak, 2024-2028 Stratejik Planı’nda, DOB’un sanatsal etkinliklerinin, yüksek sanatı tanımlayan “evrensel” boyutta icra edilme zorunluluğu bütünüyle kaldırılıyor (s.18). Oysa önceki Planların hepsinde,

“[DOB], Opera, operet, bale temsillerini evrensel boyutlarda icra eder. Müzik sanatları ile ilgili konserleri evrensel boyutlarda icra eder.”

ifadesi yer alıyor. Tan Sağtürk dönemi mutlak liberalleşme süreci anlamı taşıdığından, hiçbir sanatsal ölçüt ve sınıra yer verilmiyor. Somut örneklerini bir sonraki yazıda vereceğiz.

Bu arada, İslamcıların siyasal oturakları sağlamlaştıkça, yerli ve milli ile ulusal’ın hiç de eşanlamlı olmadığını görüyorsunuz. DOB resmi belgeleri son derece açık:

2018-2022 Stratejik Planı’na kadar, bütün resmi Plan, Program ve Raporlarda, Ulusal opera ve bale repertuarı”, “Ulusal opera ekolü” biçiminde ifade edilip, stratejik amaç olarak tanımlanan olgu, bu Plan’da stratejik amaç olmaktan çıkarılıyor.

Aynı anda, “ulusal” da yerini “milli”ye bırakıyor. İlk iki Stratejik Plan’da Üst Yönetici Sunuşu:

Ülkemizin ulusal ve uluslararası alanda en kapsamlı sanat kurumlarının başında gelen Devlet Opera ve Balesi, 60 yıldır gerek Türkiye’de gerekse tüm dünyada Türk kültürünün ve sanatçısının yaratılarını sergilemek amacıyla faaliyetlerini sürdürmektedir.”

2018-2022 ile 2019-2023 Stratejik Planlarında ise:

Ülkemizi opera ve bale sanatlarında milli ve milletlerarası alanda temsil eden tek kurum olan Devlet Opera ve Balesi, yetmiş yıla yakın bir süredir evrensel nitelikteki yerli ve yabancı sanat eserlerini sergilemek amacıyla faaliyetlerini sürdürmektedir... 2018-2022 dönemini kapsayan Stratejik Plan ile; önümüzdeki beş yıllık süreçte icra etmekte olduğumuz opera, bale ve çok sesli müziğin milli kültür birikimimizi de koruyarak evrensel düzeyde ülkemizin tanınırlığını artırmak maksadına hizmet etmesi hedeflenmektedir.”

Türk”ün yerini “yerli”, “ulusal”ınkini de “milli” alıyor. İslamcılar için ne anlam taşıdığına yukarıda değindik. 2019-2023 Stratejik Planı’nda Vizyon’a eklenen “milli motif” de dikkate alındığında, Laik Cumhuriyet’in “ulusal opera ve bale repertuarı/ulusal opera ekolü” anlam alanı önemli ölçüde başkalaşıma uğramış oluyor.

Osmanlı aşkı her derdin devası

2018-2022 Stratejik Planı’nın Saray rejimi siyasal dönemecini yansıttığını belirtmiştik. Nitekim ilk kez burada, Üst Politika Belgeleri ile Uyum başlığı altında, DOB’un esaretini tescil eden bir bölüm var. DOB’un sanatsal ve yönetimsel varlığını İslamcı iktidarın bir dizi siyasal belgesiyle uyumlu kılma histerisi, biçiminde tanımlanabilecek olan bu bölüm, izleyen iki Stratejik Plan’ın da (2019-2023, 2024-2028) demirbaşı durumunda. Verilmek istenen mesaj şu: Yasasından kaynaklanan yarı özerkliğini bile, işbirlikçi üst yönetimlerinin ihaneti sonucu fiilen yitirmesi kolaylaşmış olan DOB’un, hem sanatsal, hem de yönetimsel açıdan bütünüyle İslamcı iktidar çarkının vidalarından birine dönüşmüştür. İlgilisine duyurulur!

Bir diğer gösterge, Osmanlı’ya bakıştır. İslamcıların, DOB’u kapatmanın olanak dışı olduğunu anlayınca, dönüştürme/başkalaştırma çabasına girdiklerine işaret etmiştik. Bunun düşünsel temeli, opera ve baleye Osmanlı köken biçip, Cumhuriyete bu alanda dolgun bir miras kaldığı savıyla, Osmanlı-Cumhuriyet kopuşunu perde arkasına kaldırabilmektir. 

mg4
Osmanlı dedin mi orada duracaksın; opera ve balenin can suyu, billahi!

Şeyh Rengim Gökmen ilk iki Stratejik Plan’da, İslamcı efendilerinin gözüne girebilmek için, ancak mizahi kabul edilebilecek şu hırtlamba değerlendirmeyi yapacaktır:

Naum Tiyatrosu'nun 5 Haziran 1870'de ikinci defa yanması ve Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle o sıralarda büyük siyasi bunalımlar içinde bulunması, opera konusunun gereğince ele alınmasına imkân sağlamamıştır… Böylece 1885 yılından, imparatorluğun tarihe karıştığı yıl olan 1923'e kadar geçen 38 yıllık bir süre içinde de, çok sesli Türk Sanat Müziği, hele opera konusu, tamamen duraklama dönemine girmiştir.” (DOBGM 2011-2015 Stratejik Planı, s.9)

Her iki Plan’da da, konunun ele alındığı bölümün ana başlığı, Türkiye’de Opera ve Bale. İki de alt başlık var: Osmanlı İmparatorluğu Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi.

2018-2022 Stratejik Planı’na gelindiğinde:

Osmanlı Devleti’nin bilhassa o zamanlarda büyük siyasi bunalımlar içinde oluşu ve Naum Tiyatrosu’nun 5 Haziran 1870’de ikinci defa yanmış olması opera bahsinin gerektiği gibi görüşülmesine engel olmuştur… 1885’ten Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’e kadar geçen 38 yıllık süre içinde, çok sesli Türk sanat müziği ve özellikle opera konusu tamamen duraklama dönemine girmiştir.” (s.17)

Osmanlı’da operanın gelişememesinin neden sıralaması, ilki Naum Tiyatrosu’nun yanması, ikincisi “büyük siyasi bunalımlar”, İslamcılar nezdinde Osmanlı’nın namına yaraşır bulunmamış olacak ki, Saray rejimiyle birlikte, sıralamayı değiştirip, “büyük siyasi bunalımlar”ın ilk sıraya yerleştirilmesini emrederler. Ana başlık, Türkiye’de Opera ve Bale, değişmemiş, ancak iki alt başlıkta anlamlı bir değişiklik yapılmıştır: Türkiye Opera ve Balesinin Tanımı ve Türkiye Opera ve Balesinin Tarihsel Gelişimi. Türkiye opera ve balesi artık Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi biçiminde ayrılmayıp, tek bir tarihsel sürecin nesnesi olarak işlenmektedir.

Önceki iki Plan’da, opera-balesever II. Murad, III. Selim ve Abdülmecid adlarına, şimdi bir de Sadrazam Köprülü Ahmet Paşa’nın eklenmesi uygun görülür (s.17). Ne kadar çok isim, o kadar köklü gelenek!

Tan Sağtürk imzalı 2024-2028 Stratejik Planı’nda bir adım daha ileri gidilir; Türkiye’de Opera ve Balenin Tarihsel Gelişimi alt başlığıyla ele alınan bölümde, değil Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini ayırmak, Kurumsal Tarihçe üst başlığı atılarak, sanki Osmanlı’da DOB, yani, kurumsal opera ve balenin varlığı söz konusuymuş algısı yaratılır (s.9).

Öte yandan, 2018-2022 Stratejik Planı metnine, Dünyada Opera ve Bale ana başlıklı bir bölüm eklenmiştir. İki alt başlık ile: Dünya Opera Tarihi, Dünya Bale Tarihi (s.12-13). Resmi bir Plan’da oldukça tuhaf görünmekle birlikte, İslamcı bakış açısını yansıtması bakımından çok işlevsel olduğu kabul edilmelidir.

Şöyle:

Operanın doğuşu tarihçiler tarafından dört yüzyıl öncesine tarihlendirilmekle birlikte, opera tanımından yola çıkarak dünyada ilk opera benzeri eserlere, Mezopotamya topraklarında doğmuş efsanelere dayalı “Çayda Çıra” gibi halk oyunlarını, Çin topraklarında Altı Hanedan döneminde doğmuş “Canjun Opera” gösterilerini, Antik Dönem Yunan dramlarını örnek verebiliriz.” (s.10)

Yani, operanın kökeni Batı değil, Doğu’dur. Dolayısıyla da, operaya, örneğin alaturka gibi, Doğu sanatına ait her şeyin sokulması son derece meşrudur.

Yalnız Doğu sanatı unsurları mı?

Elbette, hayır:

Opera, 20. yy’a gelindiğinde, pek çok ülkeye ulaşmış, ülkelerin kendi kültür altyapılarından da etkilenerek dünya savaşlarına rağmen yeni eserler doğmaya devam etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri güney topraklarında, bu yüzyılda doğan caz müziğin de eklendiği opera eserleri verilmiştir. Çin operası bölgelere göre sınıflandırılmış ve bölgesel özelliklere sahip eserler verilmiştir.” (s.12)

Böylece, başta caz müziği olmak üzere, bir dizi popüler sanat bileşeni, yüksek sanata boca edilerek, başkalaşım sağlanır.

mg5
Caz müziği olur da, caz adımlı bale olmaz mı?

Peki, Dünya Bale Tarihi adlı bölümün işlevi ne?:

Diaghilev baleye olan ilgiyi artırmış ve balede modern çağı başlatmıştır. Aynı şekilde Rus koreograf Michel Fokine geleneksel yaklaşıma meydan okuyarak yenilikler yapmış ve baleye sanat formu kazandırmıştır. Balenin Amerika Birleşik Devletleri topraklarına yayılması, yine bir Rus koreograf olan George Balanchine tarafından 20. yy başlarında olmuştur. Pek çok dans türü baleden etkilenmiş ve balenin de farklı türleri oluşmuştur.” (s.13)

İslamcıların katıksız bir yüksek sanat dalı olan klasik baleye karşı, alaturkalı, cazlı, ilahili, arabeskli modern dansı nasıl yeğlediklerini, popüler sanat bileşeni olarak DOB’da yer kazanması için nasıl destek olduklarını anlatmıştık. Saray rejimine yönelim ile birlikte (2017), DOB’un Stratejik Planı’nda, Diaghilev, Fokine, Balanchine gibi isimlere yaslanılarak, “balenin farklı türleri” söylemiyle, modern dans kutsanıyor, meşruluk alanı genişletiliyor. Yanı sıra, bizim de bale tarihimizi yakından ilgilendiren, 20. yy klasik balesinin büyük okulu Sovyetler’in odağında bulunduğu, modern dansın ideolojik boyutuna yönelik tartışmalar da, neoliberal dönem ideolojisine uygun biçimde, toplumsal bellekten silinmeye çalışılıyor. Unutmamalı ki, adı anılan üç Rus koreograf da tartışmalı isimlerdir.

2019-2023 Stratejik Planı’nda, yukarıdaki tablo hiçbir değişikliğe uğramamıştır.

Son olarak, ilk iki Stratejik Plan’daki Üst Yönetici Sunuşu’nda yer almayan Osmanlı-Cumhuriyet yüksek sanat devamlılığı vurgusunun, 2018-2022 Stratejik Planı’nda buraya rahatça yerleştiğine işaret edelim:

Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi de bir bestekâr olan Padişah III. Selim’in 1797 yılında Topkapı Sarayı’nda yabancı bir topluluğa opera temsili verdirmesinden bugüne değin ülkemizde opera, bale ve çok sesli müziğin yüzyıllar boyunca sevilip, benimsenmiş olduğu görülmektedir.”

Velhasıl, ülkemizde yüksek sanatın “sevilip, benimsenmesi”ndeki temel belirleyenin, bu sanatın Osmanlı yüzyıllarının mirası olduğu gerçeğini, DOB’un resmi raporunun ilgili bölümü dışında, en baştaki genel müdür sunuş yazısının ilk paragrafına kondurulmuş olmasından da anlıyoruz.

Liberalleşme ya da sponsor sikkesine avuç açma

Laik Cumhuriyet’in kamu hizmeti olarak tanımladığı yüksek sanatı sponsorluk batağına sürüklemek, yalnızca kamu kaynağı dışında maddi destek edinimi anlamına gelmiyor. Söz konusu olan, bundan daha büyük ve yıkıcı sonuçlar taşıyacak zihniyet değişikliğidir.

Özel sektörün tek amacı kâr etmektir. Ne kurum, ne kural, ne de etik tanır. Para neredeyse, oraya çöker. DOB gibi bir kamu yüksek sanat kurumunu özel sermayeye açarsanız, öncelikle genel müdürü şirket CEO’suna dönüştürür, ardından da, beklenebileceği üzere, gösteri biletlerinin rekor sürelerde tükendiği, izleyici patlaması yaşandığı yollu PR’a gaz verirsiniz. Oysa bu ülkede, gerçek yüksek sanat sınırları dışına taşmadan, o salonları kalıcı biçimde doldurabilmenin tek yolunun, “popüler” aroma ve içeriğin yüksek sanat sahnesine enjekte edilmesinden geçtiğini ilkokul eğitimi almış hemen herkes bilir.

İslamcılar sıkı esnaf olduklarından, doğuştan liberaldirler ve iş dünyasını çok severler. DOB türü kamu kurumlarını şirketleştirmek temel amaçları içindedir. O nedenle, Tan Sağtürk gibi bir tüccarı CEO sıfatıyla o koltuğa oturtmaları, adım adım ilerleyen siyasal projelerinin mantıksal uzantısıdır.

İstekleri son derece basittir:

*Giderek artan oranlarda sponsor kaynağı bulunacak.

*PR/tanıtım çemberi piyasa ölçütlerine uygun biçimde genişletilecek.

*Kurum, özel şirket modeliyle yönetilecek.

*Sanatsal düzey piyasa normlarına uygun kılınacak.

*Salon doldurulacak.

*Yöneticiler ve sanatçıların bir ayaklarının özel sektörde olması teşvik edilecek.

İşte, sponsorluk denilen işleyişin içeriği budur.

Bakalım, DOB’un resmi belgelerinde nasıl bir seyir izlemiş.

2011 Performans Raporu’nda, Genel Koordinatörlüğe bağlı Tanıtma, Pazarlama ve Sponsorluk Birimi’nin yer aldığı görülüyor (s.4). Ayrıca, Stratejik Hedefler’e, sanatsal etkinlik sayısı ile sponsorluk desteği arasındaki doğrusal ilişki yerleştiriliyor (s.18, 19).

2013 Performans Raporu’nda, Genel Koordinatörlüğe bağlı birimin adı, Kurumsal Tanıtım, İletişim ve Sponsorluk Koordinatörü olarak değiştiriliyor (s.4). Sponsorluk, kurumsal ve iletişim kavramlarıyla ilişkilendirilerek, daha geniş bir çapa oturtuluyor.

2018 İdare Faaliyet Raporu’nda yine bir isim değişikliği: Kurumsal Tanıtım, Halkla İlişkiler, İletişim ve Sponsorluk Koordinatörü. Halkla ilişkilerin de eklenmesiyle, “sponsorluk”un ilişkilendirildiği etkinlik alanının daha da arttırıldığı mesajı veriliyor.

2011’den 2017’ye kadarki bütün İdare Faaliyet Raporlarında, kurumsal Zayıflıklar içinde yer alan Tanıtım, Duyuru, İletişim Yetersizlikleri, sponsorluklarla yapılan etkinliklerde, tanıtım konusunda sponsorların yeterli inisiyatifi göstermemelerine bağlanıyor. Ancak 2018 yılı İdare Faaliyet Raporu’ndan itibaren, sponsorluk konusu kurumsal zayıflıklar listesinden çıkarılıyor. Bu tarih Saray rejimine geçiş tarihidir; İslamcı liberal zihniyet siyasal yönetim biçimini bulmuş, DOB gibi bir kamu kurumunun sponsorluk üzerinden şirketleştirilme projesi artık doğal meşruluk yatağına oturmuş, ontolojik “sorun” olmaktan çıkmıştır.

2011-2015 Stratejik Planı’nda, sponsorluk katkısının azalması, ekonomik “Tehdit” başlığı altında ele alınarak değerlendiriliyor (s.44, 48-50, 52). 2013-2017 Planı’nda ise buna ek olarak, Stratejik Hedef kapsamına da alınıyor (s.43, 47-49, 51). 2018-2022 Planı, 2017 Halkoylamasının İslamcılara kazandırdığı meşruluk sonucu, sponsorluk konusunu doğrudan 3. Milli Kültür Şûrası’nın, “Sanat ve sanat eğitimi kurumlarına vergi avantajları sağlanması ve sanat sponsorluğu teşviklerinin geliştirilmesi” kararına (s.32, 128) bağlayarak, şirketleşme sürecinin siyasal dayanağına göz kırpıyor. Doğal olarak, tamamlayıcı parçayı eklemeyi de unutmuyor.

Şöyle:

DOB sanatçılarının, kurumu sanatsal yönden değerlendirmeleri istenmiş. %58,8’inin sponsorluk noktasında önemli eksikliklerin bulunduğunu ifade ettikleri yazılıyor. Sponsorluk o ölçüde varlık nedeni olarak sunuluyor ki, sanatçılara yönelik sanatsal eğitim yetersizliği başta olmak üzere, tüm sanatsal sorunlar, oransal olarak sponsorluk konusunun yakınına bile gelemeyecek kadar aşağılarda kalıyor (s.60).

Tan Sağtürk’ün imzasını taşıyan 2024-2028 Stratejik Planı’nda ise, elbette ki, en önemli konu sponsorluk; pivot konumda:

Sanatsal yönden kurumun en yetersiz görüldüğü husus, “Sanatsal Etkinliklere Sponsor Desteği” imiş. (s.23)

Opera ve bale alanlarındaki yeni eğilim ve gelişmeler düşünüldüğünde DOB’un üstlenmesi gereken yeni faaliyetler”in neler olması gerektiği sıralanmış. İlk sırada, teknolojiden daha fazla yararlanma var. İkinci sırada ise “Sponsorluk anlaşmalarında aktif olarak rol alma” (s.24). Sanatsal düzey, repertuar falan hepsi aşağılardaki sıralara dizilmiş.

Peki, “DOB’un geliştirmesi gerektiği düşünülen yönleri”nin başında ne var?

Kuşkusuz, “Tanıtım ve sponsorluk faaliyetleri.” Bina, salon, repertuar, mevzuat, nitelikli personel, denetleme falan hepsi “sponsorluk”un altında. (s.26)

Şaka gibi!

Bitmedi:

DOB’un karşı karşıya kaldığı tehditler ve sorunlar”dan hangisi başkanlık koltuğunda oturuyor olabilir?

Tabii ki, “Tanıtım ve sponsorluk faaliyetlerinin yetersizliği.” Halkın ilgi düzeyi, repertuar, personel sayısı falan bodur taburelere yerleştirilmiş. (s.26)

Ya “DOB’un yararlanabileceği fırsatlar” ?

İlk sıraya hangisinin yerleşeceği sürpriz sayılır mı?: “Tanıtım faaliyetlerinin arttırılması ve yeni sponsorluk anlaşmaları.” Halka açık ücretsiz konserlerden, bakanlık desteğine, kültürel zenginlikten, açılabilecek yeni il müdürlüklerine, hepsi sponsor lokomotifinin vagonları. (s.26)

Kurum faaliyetlerinin maliyetlerini ve dolayısıyla bütçeye yükünü azaltma”nın tek gerçek çözümü olarak, “Daha fazla sponsorluk/destek alınmasına yönelik araştırma ve iletişim faaliyeti yürütülmesi”ni ileri sürmek de cabası (s.39). Yani, kamu yüksek sanat kurumu bütçesine para koymak istemeyen siyasal iktidarı haklı bularak, sponsor sikkesinin karanlık sokağına dalmak en doğru yol.

Böylelikle, sponsor/holding parası bulmak, DOB’un bütün sanatsal ve yönetimsel sorunlarının çözümünde çilingir anlamına geliyor. Hani şöyle dört başı mamur banknot dizileri cebe indirilse, ne operalar, ne baleler sergilenecek; şampiyonlar ligine yazılacağız, billahi!

Hiç kuşkumuz yok!

Yüksek sanat geleneğinin çok köklü olmayıp, liberalliğin de Türk usulü olduğu ülkemizde, sponsor demek, piyasa; piyasa demek, PR/reklam/kâr; PR/reklam/kâr demek, nicelik; nicelik demek ise niteliksizlik anlamına gelir. Niteliksizlik yüksek sanatın tabutuna verilen addır. Tan Sağtürk döneminin sanatsal nitelik sefaletini, şirket jargonunun resmi dil haline getirilişini, PR arsızlığı ve nicelik saplantısının ulaştığı boyutları bundan sonraki yazıda örnekleyeceğiz.

İslamcılar Tan Sağtürk’ü o koltuğa oturturlarken son derece bilinçli bir adım atmışlardı. DOB’u liberalleştirmenin en kısa yolu, onun gibi magazin figürü bir şirket patronunu başa geçirmekti. Angajmanına sadık kaldı; DOB’daki sanatsal düşüklüğü hızlandırdı, liyakatsiz, tüccar yönetici modelini genelleştirdi, şirketleşmeyi azdırdı. Saray memnun, Bakan memnun, kendi memnun…

Ama yola umulmadık bir kaya yuvarlandı: Anayasa Mahkemesi kararı.

Anayasa Mahkemesi Tan Sağtürk’ü koltuktan ediyor

1309 sayılı DOBGM Kuruluşu Hakkında Kanun’un, 17 Mart 1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararına istinaden, 5. maddesinin (a) bendi, 22 Mart 1983 tarihli Resmi Gazete’de (RG) yayımlanan 59 sayılı KHK ile değiştirilmiş, 27 Mayıs 1983 tarihli RG’de yayımlanan 2832 sayılı Kanun ile aynen kabul edilmiştir.

Değiştirilen madde ve ilgili bendi şu şekildedir:

Genel Müdür, Kültür ve Turizm Bakanının teklifi üzerine, yükseköğretim kurumlarının birinden mezun, özel veya kamu kuruluşlarında veya bunların her ikisinde en az 15 yıl hizmet görmüş; opera, bale, müzik alanlarından birinde başarılarıyla tanınmış sanatçılar, bu alanlarda eserler veren besteci veya yazarlar, temayüz etmiş opera veya bale yönetmenleri ile, üniversitelerde bu sanat dallarının birinde görev yapan öğretim elemanları arasından, müşterek kararname ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 59 uncu maddesi hükmüne göre görevlendirilir.”

Bu maddeye göre, Tan Sağtürk’ün DOB Genel Müdürü yapılma olanağı bulunmuyor. Çünkü yasada belirtilen koşullara uymuyor: Ne bale alanında başarılarıyla tanınmış bir sanatçı, ne en az 15 yıllık hizmeti var, ne temayüz etmiş bale yönetmeni, ne de üniversitede bale öğretim elemanı.

Peki nasıl yapıldı?

Yasanın bu maddesi, Saray’ın 2/7/2018 tarih ve 703 sayılı KHK’sının 82. maddesi uyarınca yürürlükten kaldırıldı. DOB Genel Müdürü olabilmenin tek koşulu, Saray’ın gözüne girebilmek oldu.

Ancak Anayasa Mahkemesi, 7/12/2023 tarih, 2021/125 Esas ve 2023/213 sayılı kararıyla Saray KHK’sının ilgili maddelerini anayasaya aykırı bularak iptal etti ve karar 5/6/2024 tarihli RG’de yayımlandı. Anayasa Mahkemesi Saray’a, kararın uygulanması için bir yıl süre verdi. 5 Haziran 2025’te süre doluyor.

Gerçi İslamcılar Anayasa Mahkemesi’ni pek takmıyorlar ama, 2024 Yerel Seçimlerinden bu yana, siyasal dengeler lehlerine görünmüyor. Bu kez dikkate almak zorunda kalabilirler.

Ancak daha önemlisi şu: 5 Haziran 2025’ten itibaren, Tan Sağtürk’ün atacağı her imza, alacağı her karar, yapacağı her harcama yasadışı olacaktır. İslamcı efendilerinin dolduruşuna gelip de o koltuktan kalkmama kararı, İslamcılar gittikten sonra epey tuzlu bir faturaya dönüşebilir. 5 Haziran’dan sonra artık şahsen sorumludur. Tarih, işbirlikçilerin ciddi bedeller ödediği örneklerle doludur.

Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” kuralı yatay keser. Bu iş, “Vallahi bilmiyordum” diyerek FETÖseverlikten sıyırmaya benzemez.

Bizden anımsatması…

[email protected]

GELECEK YAZI: POPÜLER KÜLTÜR VİRÜSÜ DOB’U ERİTİYOR (11)