Vakıf üniversiteleri dosyası: Sömürünün kıskacında bilim

Vakıf üniversitesinde çalışan akademisyenler, sömürünün derinleştiği bir ortamda bilim üretmeye çalışırken, soL, akademisyenlerin durumunu masaya yatırdı.

Sancak Yıldız

Uzun yıllardır vakıf üniversitelerinde öğretim elemanlarının çalışma koşullarındaki sorunlar yumağı, akademisyenlere uygulanan mobbing ve hukuksuz dayatmalar gündemimizde yoğun bir yer tutuyor.

Geçtiğimiz günlerde farklı vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim elemanlarından gelen tepkilerle birlikte, akademisyenlerin çalışma koşulları ve yaşadıkları yeniden gündemin ilk sıralarına yerleşti.

'Bilim emekçileri çok yönlü sömürü kıskacında...'

Vakıf üniversiteleri, maruz kaldığı çok yönlü sömürü ilişkileri sebebiyle ne yazık ki gündemdeki yerini hep yeniliyor.

Her şeyden önce vakıf üniversitelerinin patronları, ülkenin geri kalanındaki tüm patronlar gibi ‘kâr’ amacını birinci sıraya koyuyor.

Akademisyenlerden de aynı önceliğe göre hareket etmesi beklendiği için çok yönlü bir sömürü ilişkisi her geçen gün derinleşiyor.

Bilim üretmek yerine eğitimi meta olarak pazarlamaları için özel üniversite patronlarının her türlü saldırısına maruz kalan akademisyenlerin durumunu, son zamanda gittikçe artan hak gasplarını ve güncel gelişmeleri, farklı vakıf üniversitelerinden akademisyenlerle birlikte ele aldık.

'Eşit işe eşit ücret hakkı ayaklar altında'

Üniversitelerde görev yapan araştırma görevlilerinin maaşları 5000 ila 7500 lira arasında değişiyor. Bu ücret devlet üniversitelerinde aynı pozisyonda çalışan akademisyenlerin ücretlerinin yaklaşık yüzde 70’ine tekabül ediyor.

Üstelik YÖK’ün bu yaz yayımladığı vakıf üniversiteleri raporunda da en düşük-en yüksek maaşlar listeleri bulunmasına rağmen eşit işe eşit ücret hakkının uygulanması vakıf yönetimlerinin gündemine dahi girmiyor.

Eşit maaş yönetmeliğine uyulmaması kural haline gelse de konuyla ilgili olarak akademisyenlerin mahkeme yoluyla elde ettiği kazanımlar da mevcut.

'Devlet, patronların ücret gaspının en büyük ortağı'

Konuyla ilgili görüştüğümüz Vakıf Üniversitesi Dayanışma Meclisi (VÜDAM) üyesi, Nişantaşı Üniversitesi akademisyeni, yasal düzenlemeye rağmen hiçe sayılan ücret haklarını şöyle özetledi:

“Son zamanlarda sizin de bildiğiniz gibi vakıf üniversitelerindeki sorunların en öne çıkanı ücret meselesi. Vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğunda akademik personel yasal düzenlemenin varlığına rağmen devlet üniversitelerindeki akademisyenlerden önemli oranda düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Buna, neye göre ve hangi aralıklarla zam yapılacağının belirsiz olması ve asla açıklanmaması, ücret yanında özlük haklarının da eşit olmamasını eklemek gerekir. Bunlara eşlik eden temel sorun da şu. Birden fazla ve farklı düzlemlerde yasal düzenleme ve hukuki emsalin varlığına rağmen, mevzuatın çeşitli kısımlarında açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, vakıf üniversitesi çalışanları kamu görevi yürüten birer eğitim personeli değil, 10 no'lu iş koluna bağlı sözleşmeyle çalışan birer beyaz yakalı işçi statüsündeler.”

YÖK’ün yayımladığı raporları, mahkemelerin vermiş olduğu akademisyenler lehindeki kararlar vb. bir dizi gelişmeye rağmen bu hukuksuzluklar üniversite denetimlerinde YÖK raporlarına hiçbir şekilde girmiyor.

Üniversite patronlarına YÖK tarafından uygulanan iltimas alanı ise türlü kolaylıklar sağlanarak genişlemeye devam ediyor.

'Belirli bir çalışma saati yok'

Çalışma saatleri de neredeyse bütün vakıf üniversitelerinde idari yönetimin istek ve ihtiyaçlarına göre belirleniyor. Üniversitelerdeki ortalama çalışma süreleri günde 10 saat. Ancak bu başlıkta yaşanan sömürü de had safhada...

Özetle, akademisyenlerin izin günleri sadece kâğıt üstünde var desek yeridir.

Öyle ki, bazı vakıf üniversitelerinde hafta sonları yapılan kurs, sınav vb. hizmetler için okula gelmek zorunluluk olarak dayatılıyor. Akademisyenlerin idari yönetimlerin ihtiyaç duydukları her gün ve saatte çalışmaya zorlanması, bu alanda kural haline gelen başka hak gasplarından birini oluşturuyor.

Konuyla ilgili görüştüğümüz, Avrasya Üniversitesi’nde görev yapan bir akademisyen, bu soruna dair net bir örnek paylaşıyor.

"Çalışma saatleri normal şartlarda 08.00- 17.00. Ayrıca hafta sonlarına vize ya da final sınavları koyabiliyorlar ve gelmek zorundasınız. Okula girişte imzanın yanında yüz okuma sistemi var’’.

Özel okul öğretmenleri gibi vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanları da tehdit unsuru haline gelen süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılıyor. Patronlar bu alanda da yaygın baskılama yöntemini oldukça yoğun kullanıyor.

'Eğitim ve akademisyenler umurlarında değil; tek dertleri daha fazla kâr...’

Üniversite patronlarının neredeyse tüm üniversitelerde az personel istihdam etme politikası, mevcut akademisyenlere yoğun iş yükü mesaisi olarak dönüyor.

Akademisyenlere iş tanımı dışında birçok iş angarya olarak yükleniyor.

Nişantaşı Üniversitesi’nde akademisyen olan A.G. ise sömürü çarkının işleyiş mekanizmasının arka planına dair örnekler veriyor:

“Bölümdeki öğrenci sayısına bakılmaksızın vakıf üniversitelerinde genellikle her bölümde iki araştırma görevlisi çalıştırılır. Yani 500 öğrencisi olan bölümde de iki araştırma görevlisi çalıştırılıyor, 20 olan bölümde de...

“Bir diğer kurnazlık ise zor şartlar sunularak ilana çıkmak ve kimsenin başvurmadığı veya kriterlere uygun olmadığı için ‘kadroyu dolduramıyoruz’ demek. Bu sayede kadro sürekli boş kalıyor ama şartı yerine getirmedik değil, getiremedik oluyor. Çünkü bir çalışanın maaş yükü bile vakıf üniversiteleri için çok korkutucu geliyor onlara. Kendilerini hep mağdur gösteriyorlar.’’

'Ders saat ücreti uygulamaları, düşük ücret ve tehdit unsuru...'

Bazı vakıf üniversitelerinde, daha fazla kâr iştahıyla az istihdamın yarattığı aksaklığı çözmek için uygulanan yöntemlerden birisi de kadroya öğretim görevlisi almak yerine ders saat ücretli (DSÜ) öğretim elemanı çalıştırmak.

Bu sayede DSÜ öğretim elemanlarına sadece ders dönemleri maaş ödeniyor, tatil dönemlerinde maaş ödenmediğinden patronlar bu güvencesiz çalışma biçimine sıklıkla başvuruyor.

Ayrıca ders saat ücretli çalışan öğretim elemanlarına herhangi bir uygulamaya itiraz etmeleri halinde daha az ders saati yazılması tehdidi yöneltilirken, dışında kalan akademisyenlere de DSÜ ile çalışanların daha kötü çalışma koşulları işaret edilerek mobbing uygulanıyor. Böylece vakıf üniversitelerinde hem DSÜ usulü ile çalışan öğretim elemanlarına hem de diğer akademisyenlere karşı, patronlar tarafından, çift yönlü bir tehdit politikası uygulanıyor.

Avrasya Üniversitesi’nden öğretim üyesi başka bir akademisyen ise vakıf üniversitelerinde, ekonomik kriz bahanesiyle akademisyenlere köleliğin dayatıldığını aktararak koşulları şöyle anlatıyor:

“Yaklaşık 1 buçuk aydır soğuk ofislerde çalışıyoruz. Bazen günde iki saat yakıp bizi ödüllendiriyorlar. Bölüm sekreterleri tarafından gün içinde ara ara ofislerin aydınlatmaları kapatılıyor. Araştırma görevlilerinin bir kısmının odası yok. Laboratuvarda vakit geçirmeleri söylenmiş. Fakat Mütevelli heyet başkanı orda da durmalarını yasakladı. Yurt müdürlüğünde sandalyede oturmaları emredildi”.

‘Akademi ortamı değil bu, kölelik ortamı!’

İki yıla yaklaşan pandeminin tüm olumsuzlukları sırtına yüklenen vakıf üniversitesi öğretim elemanları, son zamanlarda iyice derinleşen ekonomik krizle birlikte oluşan yaşam şartları karşısında çaresizliğe itiliyor.

Farklı üniversitelerden akademisyenlerle yaptığımız görüşmelerde gördüğümüz ekonomik şiddetin psiko-sosyal şiddetle birlikte bütünlüklü saldırılarını ve vakıf üniversitesi öğretim elemanlarının güncel duygularını yine VÜDAM gönüllüsü ve Kent Üniversitesi'nde çalışan akademisyen şöyle özetledi:

“Tükeniyoruz. Üniversite dediğimiz kurumun toplumsal konumunu da göz önünde bulundurarak, vakıf üniversitelerindeki mevcut tablonun acilen ve radikal olarak gözden geçirilmesi gerekiyor”.

“Akademik personel düşük ücretle, iş güvencesi ve örgütlenme hakkından mahrum bırakılarak çalıştırılıyor, mütemadiyen angarya işlerle meşgul oluyor. Üniversite diyebileceğimiz bir kurumda görmeyi beklemediğiniz uygulamalar dayatılıyor".

‘Çoğu akademisyenin geçimini sürdürebilmenin ötesinde motivasyonu kalmadı...’

“Yaptığı iş üzerinde söz hakkı olmayan akademisyenler hem etik-politik bir açmaz hem de mesleğini gereğince icra edebilecek bir ortamdan, bir var olma biçiminden yoksun bırakılıyor. Hiç de azımsanmayacak sayıda örnekte, ne yazık ki, çoğu akademisyenin geçimini sürdürebilmenin ötesinde motivasyonunun kalmadığı zor bir durumla karşı karşıyayız. Derhal ücret ve özlük hakkından başlayarak ve bunları sağladıktan sonra da aynı oranda bilimsel/akademik düşünmenin ve üretmenin çerçevesini, üniversite dediğimiz kurumun toplumsal konumunu göz önünde bulundurarak vakıf üniversitelerindeki mevcut tablonun radikal olarak gözden geçirilmesi gerekiyor”.

'Birlik Sendikası vakıf üniversitesi emekçilerini örgütlenmeye çağırıyor'

Öte yandan kısa zaman önce bir açıklama yapan Birlik Sendikası Vakıf Üniversitesi Emekçileri Örgütlenmesi, vakıf üniversitelerinde çalışanları haklarını almak için sendika üyesi olmaya çağırmıştı.

Sendika tarafından yapılan açıklamada, “Vakıf üniversitelerinde çalışan akademik personel, idari personel, şirket personeli, saat ücretli öğretim görevlileri, araştırma görevlileri, lisansüstü öğrenciler olarak bu gidişata karşı birlik olmanın gereğini her geçen gün daha fazla hissediyoruz. Emeğimizi, ücretimizi, iş güvencemizi, kısacası en temel haklarımızı savunmak için Birlik Sendikası’na üye oluyoruz” ifadeleri yer almıştı.