Trump'ın İsrail'i üzen Körfez şovu, Avrupa'nın Tel Aviv'e tepkileri: Ortadoğu'da neler değişiyor?

Trump'ın Ortadoğu ziyaretinde attığı adımlar, İsrail açısından sevindirici olmadı. AB, Kanada ve İngiltere, İsrail'e beklenmedik tehditlerde bulundu. Ortadoğu'daki bu keskin değişim neden kaynaklanıyor?

Can Kuyumcuoğlu

ABD Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretlerini içeren Ortadoğu turu, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile daha önce sarsılmaz bir şekilde izlediği ortak çizgiden önemli bir sapmaya işaret etti.

Ziyaretten önceki günlerde Trump, Yemen'in İsrail hedeflerine yönelik saldırılarını durdurmasını gerektirmeden Husilerle ateşkes müzakere etti ve ABD-İsrailli bir esirin serbest bırakılması karşılığında Gazze'ye insani yardım teklif eden Hamas ile doğrudan görüşmelere izin verdi.

Trump'ın gezideki adımları da hiç İsrail'in istediği şekilde olmadı.

Bir yandan, İngiltere, Kanada ve AB ülkeleri de, Gazze'de şiddetlenen saldırılardan dolayı, savaş boyunca cılız bir ses çıkardığı İsrail'e yönelik tavırlarını sertleştirdi.

Ortadoğu'da beklenmedik adımlar

İsrail'in itirazlarına rağmen yapılan bu hamleler, Washington ile Tel Aviv arasındaki güç dengesine dair kimi kesimlerde uzun süredir devam eden varsayımları altüst etti. 

ABD, Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in Gazze'deki kıyım kampanyası boyunca Siyonist rejimi tam destek vermiş, Tel Aviv'e en ölümcül silahları, sınırsız fonu, siyasi örtüyü ve diplomatik korumayı sağlamıştı. Bu durum, bir yandan uluslararası toplum nezdinde Washington'un itibarına ve "bölgesel istikrarı ve küresel düzeni korumaktan sorumlu birincil süper güç" statüsüne zarar verdi.

Siyonist lobinin ABD Ortadoğu politikası üzerindeki gücünü inkar etmek imkansız olsa da, özellikle ABD Başkanı Donald Trump'ın son politika değişiklikleri ışığında, hangi tarafın diğerini yönlendirdiği sorusu dünya siyasetinde bugün başlıca gündemlerden biri.

Gezide ilk döneminden farklı bir profil sergiledi

Trump ikinci dönemine ABD tarihindeki en İsrail yanlısı başkan olarak başlamıştı. 2017-2021 yılları arasındaki ilk döneminde, onlarca yıldır ilan edilen ABD politikasına meydan okuyarak Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdı ve ABD büyükelçiliğini bu kente taşıdı.

ABD lideri, ayrıca, uluslararası hukukun bir başka büyük ihlali olan Suriye'ye ait Golan Tepeleri üzerindeki İsrail "egemenliğini" de tanıdı.

Dahası, Trump Filistin Yönetimi'ni, FKÖ'nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) Washington ofisini kapatarak ve Filistinli mültecilere hizmet veren UNRWA da dahil olmak üzere FY'ye, Filistin STK'larına, hayır kurumlarına ve BM yardım kuruluşlarına yapılan ABD yardımlarının çoğunu keserek ciddi şekilde zayıflattı.

FKÖ, ABD'nin 1993'ten beri kontrol ettiği Oslo sürecini destekleyen başlıca taraftı. Oslo süreci, Filistin'de iki devletli çözümün nihayete varması için atılan bir adımdı. Ancak, bu süreç bir yandan İsrail'e Batı Şeria'daki hakimiyetini sağlamlaştırması için zaman tanıdı.

Ziyaret öncesindeki hamlelerinde görülen ipuçları

Ancak, "kendi hesaplarının peşinden koşmasıyla" bilinen ABD Başkanı, bugün Netanyahu'nun "Filistin direnişini dize getirme" konusundaki vaatlerine artık zaman harcamak istemediği şeklinde bir görüntü veriyor.

İsrail, Trump'ın ekibinin arabuluculuk yaptığı 19 Ocak 2025 ateşkesini 18 Mart'ta Gazze'ye yönelik soykırım saldırısını yeniden başlatarak ihlal ettikten sonra, Trump Netanyahu'ya hedeflerine ulaşması için iki ay daha süre verdi, ancak bu nihayetinde gerçekleşmedi.

Trump, ayrıca Netanyahu'nun 7 Nisan'daki Beyaz Saray ziyaretinde de ABD-İran nükleer müzakerelerinin başladığını duyurarak onu şaşırttı.

Netanyahu, Trump'ın ulusal güvenlik danışmanı Michael Waltz ile İran'a karşı askeri saldırılar hakkında görüşüyordu. Trump, Netanyahu'nun bu konudaki hayal kırıklığını yok sayarak bu planları reddetti ve Waltz'ı görevinden alarak diplomasiyi seçti.

Aynı ziyaret sırasında Netanyahu, İsrail'in Aralık 2024'te eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesinden bu yana sürdürdüğü Suriye politikası için Trump'ın desteğini istedi.

Suriye'de İsrail'i dizginleme adımı

İsrail, Suriye'nin kalan askeri varlıklarının çoğunu yok ettikten sonra bir dizi hava saldırısı ve kara işgali başlattı ve Golan Tepeleri'nde halihazırda işgal ettiği 1800 kilometrekareye ek olarak 400 kilometrekareden fazla alanı ele geçirdi. Ana hedef yalnızca Suriye'yi zayıflatmak değil, aynı zamanda onu Dürzi, Alevi, Kürt ve Sünni olmak üzere dört etnik veya mezhepsel bölgeye bölmekti.

Ancak İsrail'in bu yaklaşımının, ABD başta olmak üzere, İngiltere, Fransa gibi bölgede söz sahibi emperyalist güçler ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin yaklaşımlarını aşağı yukarı ortaklaştıracak bir çerçeveye kavuşması gerekiyordu. Bir yandan müzakereler sürerken, diğer yandan taraflar birbirine sopa göstermeyi sürdürdü. Bu dönem içerisinde, birkaç İsrailli bakan Türkiye'ye yönelik tehditlerde bulundu.

Ancak Netanyahu'nun şaşkınlığı içerisinde, Trump bu tartışmada sadece AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklemekle kalmadı, aynı zamanda bazı ABD birliklerinin kuzey Suriye'den çekileceğini duyurdu ve İsrail başbakanını bir "anlayış" arayışına girmeye ve Türklerle bir anlaşmaya varmaya çağırdı.
Son otuz yıldır, ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerde politika farklılıkları son derece nadirdi. Sonuç olarak, Trump'ın pozisyonu, Siyonist rejimi, tırmanışı veya doğrudan çatışmayı önlemek için Suriye'de Türkiye ile müzakereli bir anlaşmaya başlamaya zorladı.

Ayrıca, İsrail'in itirazlarına rağmen Trump, Suudi Arabistan'a yaptığı son ziyarette Suriye'ye yönelik tüm ABD ve uluslararası yaptırımların kaldırıldığını duyurdu. Bu, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan'ın yoğun lobiciliğinin teşvik ettiği bir hamleydi.

Trump, ayrıca Suudi Arabistan için askıya aldığı görüldüğü, bölge ülkelerinin İsrail'le normalleşmesini içeren İbrahim Anlaşması'na Suriye'yi dahil etme isteğini ifade etti.

Suudi-İsrail normalleşmesinden vazgeçmesi ne anlama geliyor?

Trump'ın bölgedeki ekonomik hedefleri de malumdu. Destekçilerine başarısını duyurmak isteyen Trump, Körfez'e silah satışlarından ve ticari anlaşmalardan trilyonlarca dolar elde etmeyi hedefliyordu.

Ancak Suudi Arabistan, Gazze'de devam eden soykırımın ortasında İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi reddetti. Suudi Arabistan'ın normalleştirme anlaşması talepleri ABD güvenlik garantileri ve sivil bir nükleer reaktör içeriyordu. Biden yönetiminin iki taraf arasında bir anlaşma sağlamak için aylarca süren çabaları, İsrail'in Filistinlilerle siyasi bir çözümü desteklemeyi reddetmesi nedeniyle başarısız oldu.

Trump ise, normalleştirme gerekliliğini vurgulamaktan vazgeçti ve Suudi Arabistan'ı ziyaretinde ülkeyle 142 milyar dolar değerinde tarihin en büyük silah anlaşmasını imzaladı. Ayrıca, Riyad'la sivil bir nükleer reaktör konusunda anlaştı.

Her iki anlaşmaya da karşı çıkan İsrailliler şaşkına döndüler ancak bunları engelleyemediler. Bu bir Demokrat yönetim girişimi olsaydı, Netanyahu muhtemelen anlaşmayı bozmak için Cumhuriyetçi desteğini toplardı. Ancak anlaşma, İsrail'in desteği olmayan bir Cumhuriyetçi yönetimden geldiği için Tel Avi, bu konuda fazla bir şey yapamadı.

Trump'ın bu şekilde hareket etmesi bir yandan da şaşırtıcı olmadı. ABD ile bir savunma anlaşması, sivil nükleer enerjinin geliştirilmesine yardım ve Filistin devleti olma yolunda anlamlı adımlar, Biden yönetimi sırasında krallığın tartıştığı taleplerdi. Bölgesel dinamikler o zamandan beri Suudi Arabistan lehine daha da değişti. "İran tehdidi"nin sıcaklığı bir süreliğine bertaraf edilmiş durumda ve İran'ın müzakereler yoluyla ABD'nin bölgesel yaklaşımına yakınlaştırılacağı mı yoksa tekrar hedef haline mi getirileceği henüz net değil. 

Gazze'deki kıyım da ortaya çıktıkça Filistin davasına verilen destek arttı ve Suudi-İsrail normalleşmesinin olasılığı daha da azaldı.

Suudi Arabistan ve diğer Arap devletleri, Trump yönetiminin Gazze Şeridi'ni etnik olarak temizleme konusundaki çeşitli bildirilerini reddetmek için çok daha fazla alana sahip oldular ve hatta kendi planlarını ortaya koymak için tek taraflı hareket ettiler. Bugün bu devletler, Filistin Yönetimi'ne de bu planları öngörerek belirli yönlerde hareket etmesi için baskı yapıyorlar. Özellikle, bu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a yeni bir başkan yardımcısı pozisyonu oluşturması ve halefi olarak Arap devletlerine uygun biri olan Hüseyin el Şeyh'i ataması için baskı yapmak anlamına geliyordu.

Trump, Yemen'deki Husilerle 6 Mayıs'ta bir ateşkes anlaşması ilan ederek İsrail'e bir darbe daha vurdu, ancak onlardan İsrail hedeflerine yönelik saldırılarını durdurmalarını istemedi.

trumpis
Trump ve Suudi veliaht prensi bin Selman, Ortadoğu ziyaretinde bir araya geldi.

Yemen konusunda da İsrail'i terk etti

Husiler, Gazze'deki soykırımı durdurmak için aylardır İsrail'i hedef alıyordu. ABD, bu saldırıları durdurmak için 1 milyar dolardan fazla harcadı ve pek başarılı olamadı. Trump kayıplarını azalttı ve bu cephede İsrail'i terk etti.

İsrail'den bağımsız şekilde Hamas'la görüşmesinin nedeni

Trump yönetimi, bölgede, önemli aktörlerin hemen tümünün üzerinde uzlaştığı geniş bir sermaye barışı hedefliyor gibi görünüyor. Trump'ın Gazze'yi (önemsiz aktör sayılan) Filistinlilerden arındırıp bir çeşit Disneyland'e çevirme projesi, bu anlamda, Gazze'ye yönelik fantastik bir öneri değil, tüm bölgeye yaklaşımın küçük bir yansıması.

Parti çizgileri bazında, ABD'nin bölgedeki politikası, İsrail'e Hamas ve Hizbullah gibi direniş aktörleriyle başa çıkmada serbestlik tanırken, geniş Amerikan stratejik çıkarları nedeniyle İran gibi devlet aktörleri söz konusu olduğunda İsrail'i kısıtlamaktı.

Yine de Trump, Netanyahu'ya Gazze'de soykırım kampanyası yürütmesi için aylarca serbestlik tanıdı.

Diğer yandan, Trump, Gazze'deki İsrailli esirlerin serbest bırakılmasını güvence altına almak konusunda istekliydi. Bu, onun için dış politika başarısı olarak lanse edebileceği kolay bir hedefti.

Ancak ABD Başkanı'nın bu konudaki girişimleri, Netanyahu'nun uzlaşmazlığı ve "tam zaferini" elde etme konusundaki ısrarıyla karşılandı. Bu durum savaşı uzatacak ve esirlerin hayatlarını ciddi şekilde tehlikeye atacaktı.

Bu nedenle, Trump'ın Körfez turundan önce ekibi, esirler arasında hayatta kalan son ABD-İsrail çifte vatandaşı olan Edan Alexander'ın serbest bırakılmasını güvence altına almak için ABD tarafından terörist olarak tanımlanan Hamas ile doğrudan görüşmeler başlattı.

Katar ve Mısır arabulucularının sürekli baskısı ve ABD müzakerecilerinin Gazze'deki açlıktan ölen Filistinlilere önemli yardım sağlama yönündeki doğrudan vaadinin ardından Hamas, Alexander'ı Trump'ın bölgeye yapacağı ziyaretin arifesinde 12 Mayıs 2025'te serbest bıraktı.

Esirin serbest bırakılması, ABD başkanına karşı bir iyi niyet göstergesi olarak sunuldu.

Bu hareket Netanyahu ve sağcı kabinesini çileden çıkardı. Netanyahu hükümeti, bir yandan da  bu tavrıyla etnik temizlik ve Büyük İsrail projesi kapsamında Gazze'nin sömürgeleştirilmesi uğruna esirleri feda etmeye istekli olduklarını ortaya koydu.

Trump'ın ikinci dönemdeki farklı yaklaşımı: Değişen koşullar, İran-Körfez ilişkileri, Çin'in rolü...

Trump, ilk döneminde olduğu gibi ilk büyük uluslararası gezisi için Körfez'i seçti. Ancak bugün, bölgesel koşullar 2017'deki ziyaretinden belirgin şekilde farklı. Elbette en dikkat çekici olanı, İsrail'in Gazze'de ortaya çıkan katliamı ve İran'ın Direniş Ekseninin genel olarak zayıflaması.

2017, Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginliğin arttığı ve belki de çatışmaya daha fazla eğilimin olduğu bir dönem olsa da, Körfez ülkeleri 2025'te Tahran ile ihtiyatlı bir işbirliği içinde daha uyumlu. Aynı zamanda, İsrail'in Gazze'yi yok etme çabası, en azından şimdilik, ilk Trump yönetiminin İbrahim Anlaşmaları kapsamında tarihi bir başarı olarak övdüğü normalleşme sürecini baltaladı.

Bölgesel dinamiklerdeki dramatik değişim ve Suudi Arabistan ile İran arasındaki 2023 yakınlaşması, tarafların siyasi pragmatizmini yansıtıyor. Çin'in bu anlaşmayı sağlamadaki ileriye dönük rolü, küresel politikadaki daha büyük değişiklikleri ve Ortadoğu'daki Amerikan hakimiyetine yönelik zorlukları gösteriyor. Çin girişimiyle başlayan uluslararası diyalog, bölgesel kalkınma için itici bir güç haline geldi. İlk Trump başkanlığı sırasında, kısmen İran ile ilişkileri nedeniyle Arap komşularından diplomatik izolasyon yaşayan Katar, artık diplomatik pragmatizmin bir modelini temsil ediyor.

Bugün bu devletler, kendi iddialı ulusal projelerine odaklanmış durumdalar. Suudi Arabistan'daki Vizyon 2030'dan BAE'nin inovasyon ve turizme yönelik çabalarına kadar, "bölgesel istikrara olan iştah" şu anda ABD-İran gerginliği veya İsrail saldırganlığı gibi herhangi bir ideolojik çatışma dürtüsünden daha ağır basıyor.

Bu bölgesel dönüşümler, yalnızca Trump'ın bakış açısını şekillendirmekle kalmayıp ona siyasi bir fırsat da sunabilir. Körfez ülkelerinin İran'a karşı "maksimum baskı" kampanyasını desteklediği ilk döneminin aksine, şimdi bölgesel aktörler Tahran ile bir anlaşma hakkında diyaloğu teşvik ediyor. Bu, Trump'ın kendi istekleri ve anlaşma yapma tutkusuyla uyumlu görünüyor. İranlı yetkililer ayrıca, Trump'ın kendi hesaplarına dayalı dünya görüşüyle ​​yakından uyumlu ekonomik işbirliği ve karşılıklı yarar dilini kullanarak bir anlaşma isteklerini dile getirdiler.

Elbette tüm bu süslü diplomatik çerçevenin arkaplanında bölge egemenleri açısından daha fazla para kazanacakları bir ortam, ABD açısından baş rakip Çin'in etkisini kırmaya yönelik bir zemin, bölge emekçileri açısındansa tam bir sömürü cehennemi yatıyor.

Avrupa ve Kanada'dan İsrail'e sert çıkış

İngiltere, Fransa ve Kanada liderleri, İsrail'in Gazze'deki askeri saldırısının genişlemesine "şiddetle karşı çıktılar" ve İsrail saldırısını durdurmaz ve Filistin bölgesine yardım tedarikindeki kısıtlamaları kaldırmazsa "somut adımlar atacakları" tehdidinde bulundular

Üç lider, İsrail'in Gazze'ye yönelik yenilenen saldırısını eleştirirken, kıyı kesimindeki Filistinlilerin "insan acısını" "tahammül edilemez" olarak nitelendirdi.

Ayrıca, İsrail'in yardımların bir kısmına izin verme duyurusunun "tamamen yetersiz" olduğunu söylediler.

Pazartesi günü yayınlanan ortak açıklamada, İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Kanada Başbakanı Mark Carney, işgal altındaki Batı Şeria'daki yerleşim genişlemelerine de karşı olduklarını vurguladılar.

Üç liderler, “yasadışı oldukları ve bir Filistin devletinin yaşayabilirliğini ve hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin güvenliğini baltaladıkları” için İsrail yerleşimlerini genişletmeye yönelik tüm girişimlere karşı olduklarını kaydettiler ve eklediler:

Hedefli yaptırımlar da dahil olmak üzere daha fazla eylemde bulunmaktan çekinmeyeceğiz.

gaza
19 Mayıs 2025 Pazartesi günü bölgede devam eden İsrail saldırısı nedeniyle yerinden edilen Filistinliler, Gazze'nin Han Yunus kentinden kaçıyor.

İngiltere ticaret görüşmelerini askıya aldı, AB anlaşmayı gözden geçirecek

Açıklama, Hollanda'nın Avrupa Birliği'ni (AB) İsrail ile ticaret anlaşmasını gözden geçirmeye çağırmasından haftalar sonra geldi.

AB dış politika şefi Kaja Kallas da, dün İsrail'in "kendini savunma hakkına sahip" olduğunu ancak mevcut eylemlerinin orantılı kendini savunmanın ötesine geçtiğini ifade etti.

Kallas, ayrıca iki bölge arasındaki serbest ticaret anlaşması olan AB-İsrail Ortaklık Anlaşması'nın gözden geçirilmesini emretmeye karar verdi.

İngiltere ayrıca dün, Gazze savaşı nedeniyle İsrail ile ticaret görüşmelerini askıya alacağını duyurdu. Bununla birlikte, işgal altındaki Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik şiddeti destekleyen yerleşimcilere ve örgütlere yaptırımlar başlattı.

İngiliz Dışişleri Bakanı David Lammy, İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü savaştaki tutumunun ve hükümetin yasadışı yerleşimlere verdiği desteğin "İngiliz hükümetiyle olan ilişkiye zarar verdiğini" belirtti.

İsrail Başbakanı Netanyahu ise, buna karşılık üç liderin tavrını eleştirdi ve bu ülkeleri Trump'ın Gazze planını kabul etmeye çağırdı.

İsrail askerleri Batı Şeria'da AB heyetine ateş açtı

Bu arada, İsrail güçleri bugün erken saatlerde Batı Şeria'daki Cenin kentine onaylanmış bir ziyarette bulunan bir AB heyetine ateş açtı. Heyet aralarında yaklaşık 30 büyükelçi ve konsolos da bulunuyordu.

İsrail Savunma Kuvvetleri, kendilerine izin verilmeyen bir bölgeye yaklaştıklarını, bu nedenle Avrupa Devletleri'ne "uyarı ateşi" açıldığını söyledi.

Avrupa'nın bu çıkışı ne anlama geliyor?

Avrupa'nın İsrail'e dönük sertleşen tavırları, kıtanın Ortadoğu politikaları konusunda ABD'yle olan açının genişlemesinin bir izdüşümü olarak yorumlanabilir. 

Bölgede ABD'yle farklılıkları olan ülkelerin başında İngiltere geliyor. ABD'yle Ukrayna ve küresel güvenlik konusunda da bugün anlaşmazlıklar yaşayan İngiltere, özellikle İran ve Suriye konusunda Washington'dan farklı bir yol izliyordu. Trump, her ne kadar bu ülkelerde diyalog ve diplomasiyi öne çıkaracak adımlar atsa da, İngiltere başta olmak üzere önde gelen Batı ülkelere, bölgede yalnızca Trump'ın ajandasının konuştuğu bir siyasetin izlenmesini reddediyor.

Avrupa ülkeleri, bir yandan da Filistin'de iki devletli çözüme olan bağlılıklarını sürdürüyor. Bölgede ülkelerarası normalleşmesi gibi önceki dönemlerde atılan adımlara da bağlı kalan bu ülkeler, Trump'ın, bölgenin tamamen boşaltılmasını ve yıkılmasını öngören Gazze planını da reddediyor.

Netanyahu ise, bugün Gazze'de şiddetlenen saldırılarında Trump'ın bu planını referans olarak göstermeye devam ediyor.